HUTBE
Kâlallahu Azze ve Cell fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimimeşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
الٓمٓۚ ﴿١﴾ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٢﴾ اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ
Elif, Lâm, Mîm. Zâlikel kitabü lâ raybe fîh, hüden lil müttakîn. Ellezîne yü'minûne bil gaybi ve yukîmune's-salâte ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn.
Sadakallahu'l-Azîm.
Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Hakk'ın birliğine, vahdâniyyetine inanan ve tasdîk eyleyen ve Allahu Zü'l-Celâl Hazetlerini seven ve Habîb-i Edîb'i Mahbûb-i Kibriyâ mefhar-ı âlem, mefhar-ı benî-âdem, sebeb-i hilkat-i âlem olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâle erdiren, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler, âşık-ı sâdıklar!
Olacak olur, Allah her emrinde, her işinde gâlibdir. İstediğini istediğine verir, istediğini istediğinden alır. Azîzi zelîl, zelîli azîz eder. Dilediğini dalâlete, dilediğini hidâyete sevk eyler. Sevdiklerine, muhabbet etdiklerine, başlarına îmân tâcını koyar, sırtına libâs-ı şerîatı ilbâs eder, gönlünü aşkıyla süsler, mahbûbuna, habîbine, Muhammed'ine o kulun kalbinde aşkı ziyâde kılar. Dilediğine de Kur`ân'ı dinlese, anlamaz. Anlasa, âmil olmaz. Noksan sıfatdan münezzehdir. Kemâl sıfatlarıyla muttasıfdır. Vardır, birdir, şerîki nazîri yokdur.
Habîb-i Edîb'i de Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm, cümle peygamberlerin seyyidi, efendisi ve serdârıdır. Taraf-ı ilâhîden getirmiş olduğu kitâb da cümle kitâbların efdalidir. Yani Kur`ân'dır, Kitâbullah'dır, kıyâmet gününe kadar bâkîdir. Kıyâmete yakın bir zamanda, insanların sadrından, hâfızların zihninden silinir. Kıyâmete yakın bir zamanda. Ondan sonra halk, ne Allah bilirler, ne dîn bilirler, hayvanlar gibi yaşarlar. Sonra Cenâb-ı Hakk kıyâmeti onların üzerine koparır. Mü'minlerin kıyâmeti, ölümleriyledir. Kıyâmetin şiddet ve dehşetini, kıyâmetin kopmasını mü'minler görmez. Kıyâmet mü'minlerin üzerine kopmaz, kâfirlerin üzerine kopacakdır. Mü'minin kıyâmeti, ölümüdür. Bu da iltifât-ı ilâhiyye ile.
Sevdiğine, îmân tâcını başına koyar dedim. Bu câmiye gelmen senin elinde değildir. Hakk seni taleb etmiş, seni buraya çağırmış, seni buraya getirmişdir. "E benim irâdem ne oluyor?". Senin irâden ikinci derecede kalır. Anlayana söyledik. İrâde-i cüziyyeyi inkâr etmiyoruz ama Hakk'ın irâdesinin yanında senin irâden ne olabilir yani? Bir karıncanın dünyânın dönmesini geriye çevirmesine benzer senin irâden Hakk'ın irâdesi yanında. Misâl kabûl etmez ama söyledik bu şekilde.
Aynı âyet üzerine sizinle bir kaç haftadan beri sohbet ediyoruz, konuşuyoruz. Kur`ân-ı Kerîm, Allah'dan korkanlara söyler, onlarla konuşur, onlara hidâyet eder. Kim ki Allah'a karşı müttakîdir, her işinde Hakk'ın rızâsını arar, ittikâ sâhibidir. İttikâ demek, Hakk'dan korkmak demekdir. Kur`ân-ı Kerîm onlara söyler. İttikâsız bir adama Kur`ân söylemez. Anlayamaz. Misâlini vermişdim size. Allah kime hidâyet ederse, kimin kalbini hidâyet nûruyla nûrlandırırsa, o kimse Kur`ân'dan anlayabilir, Kur`ân'ı dinlemekden lezzet duyar. Manâsını anlar, manâdan zevk çıkarır. Sonra? Sonra aşkı ziyâde olur. Allah'a tam, hakkıyla kul olur. Her Arapça bilen Kur`ân'ı anlamadı. Anlasaydı eğer Arap kâfirlerinin islâm olması lâzım gelirdi. Bu kadar Arap kâfiri var, gayr-i müslim Araplar var. Eğer bir adam lugâtçe Kur`ân'ı anlamakla anlasaydı, bunlar islâm olması lâzım gelirdi.
Çünkü Kur`ân-ı Kerîm'in âyetlerine iki zümre muhâlifdir. Birisi cehl-i inâdî sâhibi, bile bile inad eder, inanmaz. Bir tânesi de mecnûndur, onun akıl terâzisi Kur`ân'ın âyetlerinin ölçüsünü tartamaz. O, mazûrdur o. Tedâvîye ihtiyâcı vardır. Diğeri ise cehl-i inâdîdir, bildiği hâlde inaden reddetmekdir ki Allah böyle indaçı cebbarları hükûmet-i rabbâniyyenin hapishânesi olan nâra koyacakdır. Allah indaçı kâfirleri, inadçı hâinleri, onlar için cehennemi hazırlamışdır. Allah kullarına azâb etmeği sevmez, affı sever. İlân etmişdir, "sebakat rahmetî 'alâ gadabî, benim rahmetim gadabımı geçdi" demişdir. Allah'ın rahîmiyyeti ve rahmâniyyeti daha çokdur. Affı sever. Ehl-i cennet mi çokdur, ehl-i nâr mı? Ehl-i cennet çokdur. Mâdem ki rahmeti gadabını geçmişdir. Hattâ kalbinde zerre mikdarı îmânı olanı, zerre mikdarı, onu dahi Cenâb-ı Hakk Habîb-i Ekrem Muhammed Mustafâ'ya bağışlayacakdır. Kalbinde zerre kadar îmânı olanı. Tekrar ediyorum bir daha. Zerre, güneş vurduğu vakitde bir takım tozcuklar kalkar yerden, onların ufaklarına zerre tabir ederler. Bu îmânı kurtarıp bir adam âhirete giderse, onu dahi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem şefî' olacak ve ona şefî' olup onu nârdan kurtaracakdır. Zerre kadar!
Onun için hemen böyle bir elinde küfür damgası, herkesi kâfir etmeğe lüzûm yok. Mü'minler kulların günahlarını görmezler, kendi günahlarını görürler. Bir adam kendi günahını görürse, gayrın günahını göremez. Bir daha söylüyorum. Hakkıyla mü'min olanlar, kulların günahını görmez, kendi günahını görür. Gayrın günahına bakmaz. Kendi günahını gören, gayrın günahını görmez. Gayrın günahını gören, kendisini üstün saymış olur ki ucub sâhibidir, maneviyyatda yıkılır. Büyük velîlerden birine sordular, "En günahkâr kimdir?", "Benim" dedi. Kim bu? Hasenü'l-Basrî Hazretleri. Görmüyor musun Sıddîk-ı Ekber'i, seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk'ı? Duâsı şöyle, "Yâ Rabbi vücûdumu o kadar çok büyüt ki, benim vücûdumla cehennem dolsun, orada mü'minlere yanacak yer kalmasın" diyor, duâsı böyle. Bizim bazı müslümanlar, bizim gibi olanlar, benim gibi câhil olanlar, "Benim vücûdumu o kadar büyüt ki cenneti ben doldurayım, kimse içeri girmesin" diye uğraşıyoruz. Tersine! Onun için mü'minler şefîk olurlar, rahîm olurlar. Kim ki Resûlullah'dan hidâyete mazhar olmuş, Resûlullah'dan nûr almışdır, o kimse şefîkdir, şefîk olur, rahîm olur, mürüvvet sâhibi olur, bağışlayıcı olur, affı sever. Mürüvveti olmayan adam, insan olmaz. Olur ama zâhiren insan olur, bâtınen insan olmaz. Kîn sâhibi olmaz. Dîn sâhibi olan kîn sâhibi olmaz. Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyurmuşlar ki, "Bizde üç âdet vardır, enbiyâda. Bizi terk edeni biz terketmeyiz. Bize zulmedeni biz affederiz. Bizi mahrûm edeni biz mahrûm etmeyiz" diyor. Müslümanların sıfatı böyle olacak. Bilmem anlatabildim mi? Zerre mikdarı îmânı olana Peygamberimiz şefî' olacakdır.
Hattâ hattâ hadi söyleyiverelim, öyle zuhûr etdi. Belki sizinle son konuşmam yani bugün. Sen de öyle bil, belki son Cuma namazını kılıyorsun, haberin var mı ne olacağından yarım saat sonra bir saat sonra? Onun için Allah'dan kork ve Allah'a ibâdetde bulun. Allah'a muhtâc olduğun kadar. Allah'ı sev. Allah'a muhabbet et. Bak verdiği nimetleri görmüyor musun? Her tarafını çevirmiş. Göz nimeti, kulak nimeti, izân nimeti, irfân nimeti, el nimeti, dil nimeti, kulak nimeti. Bak et parçasını konuşturuyor, bir sinir parçasını işittiriyor Allahu Teâlâ. Şükretmeyecek misin hâlâ? Bunun şükrü ona secde etmekledir. Hiçliğini bileceksin, yok olacaksın Allah'da. Secde edeceksin Cenâb-ı Hakk'a. Sevmeyecek misin, bu kadar inâm ve ihsânda bulunmuş, bu kadar nimetini bize vermiş, sevmeyecek misin? Ve istikbalde de ebedî saâdeti sana hazırlamış. Ebedî saâdeti!
Kıyâmet günü olacak olur. Cümle zî-rûh olan mahlûkât mahşer yerine toplanır. Bütün enbiyâ-i izâm hazerâtı dahi. Yani enbiyâ peygamberler demek. Peygamberler yani peygamber dediğimiz zevât ki bunlar Allah ile kul arasındaki vâsıtalardır. Allah'dan aldığını kullara vermişler. Cümle enbiyâ, o günün şiddet ve dehşetiyle diz bağları çözülür ve çökerler. Diz çökerler yani. Mazlûm zâlimin yakasına sarılır. Herkesin günahı ortaya dökülür. Herkesin ne olduğu bilinir. Vâveylâ ayyûka çıkar. Etraf melâike ile çevrilir. Cehennem çevirir mahşer etrafını. Kur`ân'ın beyânına göre söylüyoruz. Sonra durulur orada, mâşâallah. Kimi dizine kadar, kimi göbeğine kadar, kimi boynuna kadar, kimi boynundan ileri geçer terleri. Ter içinde kalırlar. Yani senin anlayacağın Türkçesi kafatasının içinde beyinler kaynar. "Efendi bunlar olacak mı?". Vallâhi olacak. O gün için hazırlan. O gün korku çekmek istemiyorsan, Hazret-i Peygamber'e dost ol, Allah'a muhabbet et, Allah'ın sevgilisi ol. Allah'ın sevgilileri, arşın gölgesindedirler, Resûlullah'ın civârındadırlar, Kevser'in civârında, Livâü'l-Hamd altında cem olurlar. Kimler? Muhammedîler, sulehâ.
Sâlih kişi ol. Geldin gidiyorsun bak. Bu câmide bir saat duracaksın gideceksin. Dünyâda böyle, elli sene duracaksın, altmış sene, yetmiş sene, yüz sene, yüz yirmi sene, sonra gene ölüm var. Allah'ı inkâr eden bulunabilir ama ölümü inkâr eden bulunmaz hiç. Çünkü anası babası ölmüşdür. Ne kadar inkâr etse faydası olmaz. Allah'ı inkâr eden ise inkârıyla Hakk'ı isbât eder, haberi olmaz. İki yokdan bir var çıkar. İki nefiy bir isbâtdır. Hâşâ ve kellâ! Biz Cenâb-ı Hakk'ın vahdâniyyetini kabûl ederiz, O'nu severiz, O'nun varlığını birliğini tasdîk etdik, O'nu tevhîd ederiz. Bizi kulluğundan kovmasın.
Kafatası içinde beyinler kaynar. Gözler yuvalarından uğrar. "yevme teşhasu fîhi'l-ebsâr". Ehl-i mahşer giderler, henüz hesap kurulmaz. Ehl-i mahşer Hazret-i Âdem aleyhisselâma müracaat ederler. Resûlullah Efendimiz'in verdiği beyân üzere anlatıyoruz. "Ey Âdem babamız, sen ilk babamızsın, bize şefî' ol, Allah ne yapacaksa yapsın, ehl-i nâr nâra, ehl-i saâdetde cennete vâsıl olsun. Ne olacaksa olsun, nedir bu beklediğimiz". Hazret-i Âdem aleyhisselâm der ki, "Evladlarım, benim bugün Cenâb-ı Hakk'dan bu şefâati istemeğe yüzüm yok, size şefî' olmaya yüzüm yok. Neden? Çünkü ben Cenâb-ı Hakk'ın yeme dediği meyvaya el uzatdım. Tövbe istiğfâr etdim, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ tövbemi kabûl etdi ama bugün yüzüm yok benim. Nefsim, nefsim" der, "siz gidin Nûh Peygamber'e". Nûh aleyhisselâma giderler, Nûh aleyhisselâm da bir mazeret beyân eder. Uzatmayalım sözü, o da Hazret-i İbrâhim'e gönderir. İbrâhim aleyhisselâm Halîlullah da der ki, o da "nefsim nefsim" der, İbrâhim Halîlullah der ki, "Benden zelle sâdır oldu, benim de rabbime yüzüm yok, ben Allah'ın dostuyum ama yüzüm yok. Siz gidin Hazret-i Mûsâ'ya". Hazret-i Mûsâ'ya giderler, Hazret-i Mûsâ der ki, "Benden de zelle sâdır oldu, benim de yüzüm yok" der, "nefsî nefsî". Ve Hazret-i Îsâ'ya varırlar. Hazret-i Îsâ, "Aman yanıma sokulmayın" der, "çünkü hıristiyanlar beni rab olarak Allah'a şerîk koşdular, şimdi ne olacağımı ben de bilmiyorum" der, "siz gidiniz âhire zaman nebîsi, nûru evvel ba'sı sonra olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma ki O rahmeten-lil-âlemîndir, O'nun şefâati makbûldür, O'nun sözü geçer. Gelirler Resûlullah Efendimize, Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem, "Evet" der, "bugün Şefâat-i Kübrâ benimdir, Makâm-ı Mahmûd bana verilmişdir, Allah Sûre-i Duhâ'da, 've le sevfe yu'tîke rabbüke fe terdâ, Habîbim Muhammed, seni râzı kılıncaya kadar vereceğim' dedi, vaad etmişdi". Gider arşın önüne secde eder. Taraf-ı ilâhîden Habîb-i Ekrem Efendimize şu hitâb vârid olur : "İrfa' re'sek, mübârek başını secdeden kaldır yâ Habîbim Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem.
Cenâb-ı Hakk hiç Peygamberimize "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir. "Sen niye ediyorsun? diye söylersen, halk anlasın diye konuşdum. Kur`ân'da dahi Cenâb-ı Peygamber'e "Yâ Muhammed" diye hitâb yokdur, sallallahu aleyhi veselleme. Hep sıfatıyla Allah söylemişdir. "vemâ Muhammedün illâ resûl kad halet min kablihi'r-rusül". "mâ kâne Muhammedün ebâ ehadin min ricâliküm velâkin resûlallahi ve hâteme'n-nebiyyîn". Gene sıfatıyla. "ve kefâ billâhi şehîden Muhammedün Resûlullah". Sıfatıyla. Hiç "Yâ Muhammed" diye hitâbı yokdur. Nasıl hitâb etmiş? Allah tazîm ediyor, sevgilisi çünkü. "Yâ eyyühe'r-resûl". "Yâ eyyühe'n-nebiyy". "Yâ eyyühe'l-müddessiru". "Yâ eyyühe'l-müzmmilu". "Yâ-Sîn". "Tâ-Hâ". Bu şekild ehitâb etmekdedir, Cenâb-ı Peygamber'e.
Şimdi orada "İrfa' re'sek yâ habîbî, ey sevgilim, başını secdeden kaldır, sözün tutulur, duân kabûl olur, şefâatin makbûldür, ne istiyorsun?". "Yâ Rabbi, mîzân kurulsun ve ümmetimi bana bağışla". Derhal infâz olunur. Ve Ümmet-i Muhammed'den şefâate lâyık olanlar, şefâat-i Resûlullah'a nâil olup giderler cennât-ı âliyâta, sevke olunurlar. Mîzânları hafif geçer, hesâbları kolay geçer, mîzânda hacîl olmazlar. Çünkü bazı kimselerin defterleri okunacak, zinâ etdiyse zinâ, hırsızlık yapdıysa hırsızlık, rüşvet yediyse rüşvet, okunacak. Ümmet-i Muhammed'den şefâat-i Resûlullah'a nâil olanların suçları, ortaya açılmaz, dökülmez yani. Sonra gene, Cenâb-ı Peygamber, "Yâ Rabbi, şefâat edeyim günahkâr ümmetime". Müsâade edilir. Ve en nihâyet, zerre mikdarı îmânı olan kalbinde, zerre, işte o tozcuk var ya tozcukla, "o kadar îmânı olana ben şefî' olayım". Allah ona da müsâade eder Habîbi Muhammed'ine. Onlara da Peygamber şefâat eder, sallallahu aleyhi vesellem. Sonra tekrar secde eder. Der ki, "Yâ Rabbi, müsâade et, lâ ilâhe illallah diyenlere ben şefâat edeyim". Resûlullah Efendimizi işitmemişler yâhud duymuşlar ama tevhîd etmişler ama Peygamber'i tasdîk etmemişler. "Lâ ilâhe illallah" diyerek Hakk'ı tasdîk etmişler, Peygamber'i duymadılar belki. Bunlara. Çünkü Peygamber Efendimizi duyarsa bir adam, Resûlullah'ın nübüvvetini tasdîk etmezse, bir daha söyleyeyim onu, onun îmânı makbûl olmaz, reddolunur. Resûlullah'ı işitmedi, yalnız "Lâ ilâhe illallah" dediyse eğer, onun îmânı makbûl olur. Allah der ki, "O bana âiddir, onları ben affedeceğim" der. Zerre mikdarı îmânı olana dahi Cenâb-ı Peygamber, şefâat edecek. Çünkü rahmeten-lil-âlemîndir Peygamberimiz. Öyle bir peygambere sâhibiz. Onun için kıymetini bilmek lâzım. Bir adam eline geçen nimetin kıymetini bilmezse eğer, o nimet onun elinden alınır. İster maddî, ister manevî. Şü
kürler nimeti çoğaltır. Esteîzübillah, "le in şekertüm le ezîdenneküm", yani, "siz şükrederseniz benim nimetlerime, ben size nimetlerimi çoğaltırım" diyor.
Şükür de kısım kısımdır. Şükrü çok insnan bilmez, anlayamaz. "Nasıl anlamaz efendim, şükür yâ Rabbi diyoruz ya". O demek değil. İyi dinle, kulağını benden yana verirsen, sana bir hediyem olsun. Güzelliğin şükrü, iffet ve ırzını muhâfazadadır, muhâfaza etmekledir. Güzel yardılmışsın, "Şükür Yâ Rabbi" diyorsun ama fenâlığa, fuhşiyâta gidiyorsun, o şükür değildir, küfürdür o. Onun için güzelliğin şükrü, iffet, ırz, nâmusunu muhâfaza ile. Allah mal vermiş sana, "Şükür Yâ Rabbi" diyorsun, fakat hayıra bu parayı sarfetmiyorsun, şehvetine sarfediyorsun, o da şükür değildir, o da küfürdür. Verilen malı Allah yoluna sarfetmen, işte okuduğum âyet-i kerîmede ki, "Onlar gayba inanırlar, beş vakit namazı kılarlar, hem de hudû huşû ile, vaktiyle, vaktinde, seve seve kılarlar. Sonra onlara verdiğimiz rızıklardan ne yaparlar, halkı rızıklandırırlar" diyor Cenâb-ı Hakk. Yani sen lokmanı yediğin vakitde, karşıdan bakan bir mü'mine yâhud herhangi bir zî-rûha, rûh sâhibine tattırman lâzımdır. Kedi dahi baksa karşından, bir kelb baksa, yediğinden bir parça vereceksin ona, tattıracaksın. Hattâ bir hadîs-i şerîfde ben gördüm, Câmiu's-Sagîr hadîslerindendi zannediyorum, bir adam bir şey yese, iyi dinle!, kulağını benden yana ver!, bir adam bir nimet yese, karşıdan birisi de baksa, ona tattırmasa, Resûlullah diyor ki, sallallahu aleyhi vesellem, "Onun bakışından bir hastalık peydâ olur, etibbâ onun şifâsında âciz kalır" diyor. Bir daha söylüyorum, kulağını benden yana ver. Bir nimet yiyorsun, karşıdan bir zî-rûh bakdı. Zî-rûhdan bahsediyorum bak, rûh sâhibi demek yani. İnsan, hayvan, kâfir, mü'min, "Yediğinden yedirmezse eğer, bir hastalık peydâ olur, o hastalığa çâre olmaz, etibbâ âciz kalır" diyor. Fefham! Senin irfânına terk eyledim. Güzel bir kıssası vardır, fakat geçiyoruz. Zamanımız dar oldu.
Rızkından vereceksin, yedireceksin, hayır cemiyetlerine, hayıra. Fakat eski hayır sâhibi âbâ u ecdâdın gibi ol. Âbâ u ecdâdımız sulehâdan hayır sâhibi, ağniyâ-i şâkirînden kişilerdi. Böyle mahallende bakdın bir fukarâ çocuk var, aklı başındadır, onu al okut, giydir, yedir, içir, memlekete hediye et. Eskiden böyle yaparlardı. Mahallede bir yetîm kız olsa, mahalleli toplanır, o yetîm kızın eşyâsını düzerler, hazırlarlar, öyle evlendirirler idi. Biz yetişdik gördük. Gençler, siz görmediniz. Ekmekleri sokağa atıyorsunuz. Bir tayın için ırzını, iffetini verenler oldu. Ve ona da tenezzül eden alçaklar oldu. Ekmekler şimdi sokağa atılıyor. Çatal siliniyor, ağız siliniyor, sokağa atılıyor, bayat diye yenmiyor. Bak dünyâ yüzünde milyonlarca aç insan var, Afrika'da, Hindistan'da, şurada burada. Gazetelerde okuyoruz, mecmualarda filan. Bu nimeti bil. Sakın isrâf etme Allah'ın nimetini. Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, "azzîmû hubzeküm" buyurmuşdur, "ekmeğinize tazîm edin" demişdir. Onun çok manâsı var. Çalışdığın yerde hakkıyla iş gör. İşçin varsa işçinin hakkını vermemezlik yapma. Ama işçiysen sen de patronun hakkıyla işini gör, çalış. İnsan ol. Çünkü Allah'ı bilenler, Allah'ı bulanlar, kalbleri nûr-ı îmân ile dolanlar, lokmalarını helâllarlar. Âmentü'nün altı rüknünden iki rüknüne inanmak kâfî gelir. Îmânın altı rüknünden iki rüknüne îmân etse bir adam, kâfî gelir ona. Allah'a inanmak, yevm-i kıyâmet kalkıp Allah huzûrunda dünyâ hesâbını vermek. Bunu bir adam kabûl ederse, mesele kalmadı.
Evet, haydi hatırıma gelmişken söyleyeceğim size.
Koca Ragıp Paşa geliyormuş, bakmış bir ufak çocuk ağlıyor ve yerlere böyle bakıyor. Demiş, "Evlâdım ne ağlıyorsun?". Ufak bir çocuk, yedi sekiz yaşında filan böyle. "Ne ağlıyorsun?". "Amca, annem on para verdi, tuz alayım diye bakkala gönderdi beni, parayı kaybetdim" demiş. "Ağlama, gel ben sana beş kuruş vereyim" demiş, çıkarmış beş kuruş vermiş.
İyi dinle, büyük ibret var senin için. Zuhûr etdi, söyleyeceğim.
Çocuk demiş ki, "Ben bu beş kuruşu alamam". "Niye?". "Annem sorar bana nereden buldun bunu" diye. "Çaldın mı, nereden buldun" diye soracak bana. "Sorarsa de ki, ben on parayı kaybetmişdim, ağlıyordum, parayı arıyordum, bir amcaya rast geldim, o da Sadrazam Râgıb Paşa'ymış, bana çıkardı beş kuruş verdi dersen inanır" demiş. "Hiç inanmaz" demiş. "Neden?". "Koskoca Devlet-i Osmâniyyenin sadrazamı adama beş kuruş mu verir der, hiç inanmaz" demiş. Paşa durmuş ve çocuğun kolundan tutmuş, eve gelmiş, kapıyı çalmış. Annesi çıkmış dışarı. Dedi, "Bu çocuğu bana ver, okutacağım bunu ben" dedi. Ve aldı okutdu. Kim bu biliyor musun, bu çocuk? Şâir Haşmet meşhûr.
İşte eskiden bizim hayır sâhibi âbâ u ecdâdımız böyle istidâdlı çocukları okuturlar, sanatkâr yetiştirirlerdi. Sen de öyle, evlâdını okutacaksın, okutmakla da bırakmayacaksın, mutlakâ bileğine bir altın sanat koyacaksın, altın bilezik. Çünkü bir gün gelir bir yere girer orada okumak lâzım olmaz, sanat lâzım orada. O sanatı icrâ etsin, kimseye el açmasın. İslâmda en kötü şey, el açmakdır, istemekdir, Allah'dan gayrından istemekdir. Hattâ bir zaman gelir insan bir makâma çıkar, o makâmda Allah'dan da isteyemez. Niye istesin yani Allah görüyor ya. Görenden istemek acâib olur. Acaba anlatabildim mi inceliği?
İbrâhim aleyhisselâmı ateşe atdıkları vakitde, Cebrâil aleyhisselâm geldi, "Yardım edeyim" dedi. Dedi ki, "Sana ihtiyâcım yok" dedi. "Peki Allah'dan yardım dile Yâ İbrâhim" dedi, "bak ateşe gidiyorsun" dedi. "Allah beni görüyor, istemem ayıp olur Cenâb-ı Hakk'dan" dedi, "ne lâyıksa onu verecek bana". O senin benim makâmım değil, sen iste. Hazret-i Mûsâ'ya şöyle emretmiş, "Hayvanların yulafını bile benden iste Yâ Mûsâ" diyor. Kullar isteyene kızarlar, Allah istemeyene kızar. O bir makâmdır o. Senin benim bildiğim makâm değil.
Almış, okutmuş. Şimdi, mü'minler, mü'min denildiği vakitde, müslim, mü'min, bunların her bir uzvundan hayır gelir. Bu da Kur`ân'ın nûrudur, lutfudur, hidâyetin eseridir. Çünkü Allah hidâyet ederse Kur`ân'ı anlarsın, anlayınca da böyle insan olursun. Hem zâhirin insan, hem bâtının insan olur. Kalbin aşk u muhabbetle, şefkatle, merhametle dolar. "Bakalım şu herif açlıkdan nasıl geberecek" diye karşıdan bakmazsın. Yâhud vurup da "Kıvrım kıvranıyor bak nasıl ölecek" diye duramazsın. Senin âbâ u ecdâdın düşmanını muhârebede vurmuş, sonra yarasına merhem sarmışdır. Matarasını çıkarmış, suyunu vermişdir. Neden? Çünkü Kur`ân'ın hidâyet etdiği kişiler insan olur. Kur`ân hidâyet etmiş. Allah'a tam bir sadakatle bağlanmış ve îmân etmişlerdir. Çünkü Kur`ân ona hidâyet etdi, müttakî, ittikâ sâhibi. Bir âyet-i kerîmede, "وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُؕ vettekullah ve yuallimükümüllah, benden korkunuz ben size öğreteyim". Diğer bir âyetde, esteîzübillah, "اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ inne ekremeküm indallahi etkâküm, içinizde en kerîminiz benden en ziyâde korkandır".
"وَاتَّقُوا اللّٰهَؕ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُؕ vettekullah ve yuallimükümüllah" nasıl oluyor. Geçen hafta size bir kıssa anlatacakdım, onu bitireceğim bu hafta, söyleyeceğim. Yarıda bırakdım.
Salahaddîn-i Zerkûbî Hazretlerinin babası gelmiş medreseye girecek. Medrese mollaları bakmışlar ki dağlı bir adam, demişler ki, zemherîmiş, hava soğuk, yerde buz var yani karlı bir hava, dediler, "Sen bu hâlde medreseye giremezsin". "Neden?". "Senin Kürdlüğün çıkması lâzım". Kürd kavmindenmiş Salahaddîn-i Zerkûbî'nin babası. "Peki" demiş, aşk u şevk ile, "mâdem ki böyledir gireyim" demiş, "nerede gitsin Kürdlüğüm benim?". Medresinin önünde su akıyor büyük, çay akıyor, "Oraya gir" demişler, "orada dur sabaha kadar, Kürdlüğün aksın gitsin, sonra medreseye gir". Tam bir îmân-ı kâmille bağlı Hazret, girmiş onun içerisine ve sabaha kadar onun içinde durmuş.
"Ama efendi donmadı mı?". Yâhu İbrâhim Peygamber'i ateş yakdı mı? Allah'dır donduran, yakan, öldüren. Ateş sebebdir ısıtmaya, su dondurmaya sebebdir, müsebbib-i hakîkî Allah'dır. Bıçak kesmeye sebebdir, müsebbib-i hakîkî Allah'dır. İbrâhim Peygamber İsmâil Peygamber'i kesmek için bıçağı vurdu da kesdi mi? Kesmez, Allah dilerse olur o iş. Îmânını tam tut, kemâle erdir.
Sabaha kadar durmuş, donmamış. İlim tahsîline gelmiş, hüsn-i niyetle girmiş suyun içerisine. Oradan çıkmış, medreseden içeri girmiş, doğru kürsüye çıkmış. Ve şöyle hitâb etmiş mollalara, "Emseytü kürdiyyen esbahtü arabiyyen, dün Kürddüm bugün Arab oldum, lisân-ı Arab'ı öğrenmek isteyen bana gelsin" demiş. İşte onun sülâlesinden Salahaddîn Zerkûbî Hazretleri ki, Cenâb-ı Mevlânâ'nın hulefâsındandır. Menâkıbda böyle gördük, böyle yazıyor.
Allah'dan kork, Allah'ı sev. Resûlullah Efendimizin yolundan yürü. Merhametli, şefkatli ol. Belâlar, musîbetler geldiği vakitde sâbir ol, sabırl ol. Allah'ı kullara şikâyet etme. Hakk'ı Hakk'a şikâyet eyle. Kendini kendine şikâyet eyle. Sakın, zinhâr, Allah'ı kullara şikâyet etme. Sâbir ol, metîn ol. Îmândan dönme. Îmânında kâim ve dâim ol. Bugün hürriyetin var elinde îmân ediyorsun, bir zaman gelir, Allah muhâfaza etsin, düşman eline düşersin, düşman sana Allah dedirmez, kalbinden îmânını söküp atmaya kalkar ama îmânına sâhib ve dâim ol. Hürriyetini koru. Nifakçılığa, fitneciliğe lüzûm yok. Büyüklerine hürmetkâr, küçüklerine şefkatli ol.
Tâatden geri dönme. Kur`ân'ı dâimâ oku. Ve beş vakit namazını Allah'ı seve seve, Allah'ın huzûrunu bir ziyâfet-i ilâhî kabûl ederek Allah huzûruna dur. "Beni Allah huzûruna kabûl etdi" de. O gün namazı kılamazsan, şöyle düşün. "Niye Allah beni huzûruna kabûl etmedi? Bir suçum mu vardı acaba?" de. Böyle düşün, namazın kazâya kaldığı vakitde. Ve kıldığın namazı son namazın olarak bil. Belki bir dahaki namaza yetişemeyeceksin.
Dâimâ dilini istiğfâra alıştır. Müşküllerini istiğfâr ile, estağfirullah demekle hallet. "Estağfirullah"ın manâsı, "Yâ Rabbi beni mağfiret et, affet" manâsı, "beni affet" manâsı. İstiğfâr et. Ve lisânına sâhib ol. Bu dilin yarası, dilin cürmü geçmez. Süngü yarası geçer, dilin yarası geçmez. Diline sâhib ol. Dilini zikrullah ile süsle. Küfürle, şetm ile, fenâ söylemekle, gıybet söylemekle, lisânını, dilini kirletme. Kimsenin kusûrunu görme, kendi kusûrunu gör.
Bunlar salâtın içine dâhildir. Beş vakit namazın içine dâhildir. Hakkıyla namaz kılanlara namaz burak olur, Allah'a vuslat etdirir. Ahlâkını düzeltmeden namaz kılarsa, riyâ etmiş olur. Onun için namazı kılıyorsan, tam bir namaz kıl. Görmüyor musun Kur`ân'da, "فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ fe veylün lil musallîn" buyuruyor. Hattâ biz onu da kılmıyoruz ya, bir çoklarımız tembellikden dolayı. Yani ne demek, "فَوَيْلٌ لِلْمُصَلّ۪ينَۙ fe veylün lil musallîn"? "Vay olsun namaz kılanalara!" Neden? Zîrâ menfaati men ediyor. Yardım etmez. Ne lisânıyla yardım eder, ne güler yüz gösterir, ne tatlı söz söyler, ne güzel güzel sözlerle Allah'a davet eder. Acı bir yüz, ekşi bir yüz, acı bir söz, dil, zehir gibi insanı zehirler. Ve mü'minlere menfaati men eder. Olan şeyi vermez. Yardım etmez. Secdegâhını bilmez, nereye secde etdiğini. Kabe'ye mi secde ediyorsun, mihrâba mı, duvara mı, Allah'a mı, farkında bile değildir.
Ey gâfil mü'min! Kıbleye karşı duruyorsun, ne duvara secde ediyorsun, ne Kabe'ye secde ediyorsun. Kabe'ye yöneliyorsun, Allah'a secde ediyorsun. Secdegâhını bil. Aşkın ziyâde olsun. Tâatınızı, Allah'ın kitâbını ve sünnet-i Resûlullah'ı bırakmayınız. Alâ kaderi'l-imkân, elinizden geldiği kadar, dâimâ ibâdet ve tâatda bulununuz ve bütün zî-rûh mahlûkâta hizmet ediniz, merhamet ediniz. Hattâ bahçende çiçek varsa, dibini sula. Ağacın dibini sula. Bahçendeki toprağı boş bırakma, maydanoz ek. Ekdiğin maydanozun tesbîh etdiğini Peygamber haber veriyor, sallallahu aleyhi vesellem. Kur`ân da söylüyor ya, tesbîh etdiğini.
Şu kutlu kimseler ki, ellezîne yü'minûne bi'l-gayb, gayba îmân ederler, ve yukîmûne's-salâte, namazı ikâme ederler. Nasıl? Tadîl-i erkânıyla, hudû, huşû ile. Huzûrullahda olduklarını bilirler. Allah ile pazarlığı yaparlar. Kıyâmda konuşurlar, rükûda söyleşirler, secdede sevişirler Allah ile. Kıyâmında, kırâatında, rükûunda, tesbîhâtında, namaza dikkat ederler, ehemmiyyet verirler. Abdesti noksan olanın, namazı noksan olur. Îmânı noksan olanın ne namazı olur, ne abdesti olur. "yü'minûne bi'l-gayb, gayba îmân ederler, ve yukîmûne's-salâte, namazı kılarlar". Tembellik yapma. Namazı kıl. "ve mimmâ razaknâhüm yünfikûn, bizim verdiğimiz rızıkdan, ne yaparlar, lâyık olanlara ikrâm u ihsân ederler". Onlar da felâha nâil olurlar, cennete dâhil olurlar.
Birkaç hafta sizlere hutbe okuyamayacağım, ayrılacağım, bugün son size hutbe okudum. Birkaç hafta gelemeyeceğim yani. Ölürsek hakkınızı helâl edin. Ben de sizi, hepinizi ayrı ayrı severim ve Cenâb-ı Hakk'a dâimâ duâ etmişimdir sizin hakkınızda, "Yâ Rabbi, benim cemâatimi bana muhabbet etdir, beni de onlara muhabbet etdir ve birbirimizden bizi râzı kıl Yâ Rabbi" demişimdir. Hep duâmda, her dâimâ. Ve Allah'a kasem ederim, burası makâm-ı Muhammediyyetdir, hergün sizin için istiğfâr ederim Cenâb-ı Hakk'a. Cemâatime, ihvân u yârânıma. Bütün Ümmet-i Muhammed kardeşimdir ya. Yani "lâ ilâhe illallah" diyen benim kardeşimdir. Şimdi, bir kaç hafta gelemeyeceğim, eğer ölürsek bizi rahmetle yâd edersiniz. Benim de hakkım size helâl olsun. Size ben hakkı bildiğim kadar, Allah'ın bana bildirdiği kadar talîm etmeğe çalışdım, uğraşdım, terledim. Rahatsız oldum, gene geldim. Hasta oldum, gene geldim. Bırakmadım sizleri hiç. Siz de beni rahmetden dûr etmezsiniz, bize Fâtiha okursunuz.
Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm, ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.
Efendi Hazretleri, maalesef târihini tesbit edemediğimiz bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Ben eğlenmeyi,neşeli vakit geçirmeyi seviyorum böyle mutlu oluyorum,namazdan zevk alamıyorum diyen birine ne demeli insan?Bir şeyler diyorsunda o kadar uzak ki bazı insanlar -ya da çoğunluk desek daha mı doğru olur-dine,çok şaşılası ve üzücü bir durum bu.İşin ilginç tarafı da ben namaz kılarsam mutlu olamam üzülürüm çünkü derine dalarım hayatım değişir demesi.Her şeyi değiştirmek zorunda kalırmış ve onlardan da vazgeçemezmiş...
YanıtlaSilKaldı ki hakkıyla kılmak...
Eyvahlar olsun!
"Sana o neşeyi, o zevki veren Allah'a şükretmeyecek misin? Sana bin türlü nimet veren Allah'a hiç teşekkürün yok mu?" demek lazım.
SilNamazı dünyevî zevklerle kıyaslıyor maalesef.Yanlışlık burda başlıyor,Namaz bir hobi değil dedim ben de.Elli küsur yaşında bir insanın zamanı var daha yöneliriz ahirete demesi karşısında ne denir ki?Dedik de Allah'ın izin verdiği kadar(Ölüm dedik örneğin,o bel bağladıklarımız mezarın dışında kalacak dedik)nasip işte.Allah hidâyet nasip etsin!Konuya girmek bile zor.Ortamlar ortam değil!
SilAllah sevdiğini huzuruna alır, sevmediğini almaz. Hidâyet Allah'dandır, vesselâm.
Sil