Sayfalar

1 Mayıs 2025 Perşembe

Aklın Âcizliği

Aynülkudât Hemedânî Hazretleri Zübdetül-Hakâyık'ında buyuruyorlar ki :

Bütün mevcûdâtın Allahu Teâlâ'ya olan nisbeti, birdir. Şimdiki zaman, geçmiş ve gelecek zamanın O'na nisbeti aynıdır. Bu zamanlara akıl nazarıyla bakdığında aralarında bir tertîb olduğunu görürsün. Müfredin mürekkebe tekaddümü gibi bunların da kendi aralarında bir sırası vardır. Fakat mevcûdât O'na izâfe edilip doğru bir vech ile O'na nisbet edildiğinde bunların nisbetleri eşit olur. Zîrâ Allah vâsi'dir. "وَسِعَ كُلَّ شَيْءٍ عِلْماً vesi'a külle şey'in ilmâ"Yani O bir şeyin varlığını bilmemiş olsaydı o şey vâr olmazdı. Vâr olan ve olmayan şeyler, O'nun kuşatıcı olan ilminin altında eşit seviyede yer alır. Ki O'nun vâsi' olan ilmini anlamakdan halkın idrâki âciz, hakîkatini kavramada akılları yetersiz, herhangi bir eserine ulaşmada kuvveleri zayıfdır. Çünkü O'nun ilmi halkın ilmine benzemez. Avâmın anlayacağı bir misâlle anlatmak gerekirse, güneşin kendisi ışığına benzemediği gibi. Nasıl benzesin ki? Onun ezelî ilmi, zamandan önce mevcûd olduğu gibi, cümle mevcûdâtdan önce de mevcûddur, elân yine öyledir. Bizim zayıf akıllarımız  O'nun cüz'iyyâtı bilmesini  gerekdiği şekilde idrâk edemez. Olsa olsa akıl bunu idrâk etmekde âciz olduğunu idrâk edebilir. Tıpkı, vehmin, âlemin ne içinde ne dışında, ne ona bitişik ne de ondan ayrı olan bir mevcûdun hakîkatini idrâk etmekde âciz olduğunu idrâk etmesi gibi.

İlm-i ezelînin hakîkati ilim yoluyla ifâde edilemez. Bu ancak burada kasdedilen manâ dışında bir manâ için vazedilmiş bir ifâdeyle mümkün olabilir. Akılların ve anlayışların onu idrâk etmede yaşadığı karışıklık bundan ileri gelir. O'nu idrâk etmede aklı, anlayışı ve ilmi yetersiz olan kişi O'nun gücü ve kudreti karşısında âcizliğini bilsin, dâimâ O'nu anlamaya çalışsın. Belki o zaman O'ndan ona bir kapı açılır. O'nu hakîkî bir şekilde idrâk etmeye mâni' olan perdeleri kalbinden temizlemesinde muvaffak olması için ondan yardım dilesin. Üzerinde durmadan hemen onları yalanlamaya kalkışmasın! Zîrâ bu inanış, diğer dalâlet ehlinin inanışı gibi, dalâlet ehlinin ilm-i ezelî husûsunda inandığı şeyin ta kendisidir. Allah onlara, hak etdikleri için değil, bir lutuf ve iyilik olarak, nûruyla hidâyet etmiş ve ilâhî hakîkatleri idrâk etmede akıllarının aczine dâir marifetlerini artırmışdır. 

Her kim ki ilmiyle ve aklıyla, ilm-i ilâhînin hakîkatini ki bu ilim kâinât yaradılmadan evvel vâr olan, öncenin de öncesinde bulunan, mevcûdâtın vücûduna sebeb olan, ötesinde herhangi bir ihâta tasavvur edilemeyecek derecede her şeyi ihâta eden ilimdir, ihâta etmeye kalkarsa, horozdan yumurta taleb etmiş gibidir. Böyle bir kimse, hakîkaten akıl garîzasından çıkmış demekdir. Fazîlet erbâbı nazarında onlar, deli sayılmaya daha lâyıkdır. Dolayısıyla aklımız ilm-i ezelîyi idrâk etmede karıncanın hattâ cansızların bizim ilmimizi idrâk etmelerinden bile daha âcizdir. O'nun ilminin bizim ilmimize nisbeti, O'nun kudretinin bizim kudretimize nisbeti gibidir. Nitekim bizim kudretimizle bir şeyi yokken vâr etmek muhaldir. Halbuki O'nun ezelî kudreti için muhâl değildir. Çünkü O, "بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ bedî'u's-semâvâti ve'l-ard"dır. Yani O, bir şeyi yokdan meydana getiren ve vâr edendir. 
Yine malûmun değişip de bunun bizim ilmimizde değişikliği gerekdirmemesi mümkün değildir. Çünkü bizim ilmimiz, malûmdan kaynaklanır. Fakat bütün varlıkların kendisine isnâd edildiği Allah'ın ilmi malûmun değişmesi ile değişmez. Evet, akıl ilk bakışda iki kudret arasındaki farkı kavrıyor fakat iki ilim arasındaki farkı kavramıyor, bu yüzden hüküm verirken hatâya düşüyor. Dolayısıyla bu karışıklık ortaya çıkıyor ve bu tuzağa düşüyor. Allahu Teâlâ aklın fevkindedir ve aklı ihâta etmişdir. Hâl böyle iken aklın, Allah’ı ve Allah'ın sıfatlarını ihâta etmesi nasıl tasavvur edilebilir! Küllün cüz'ü ihâta edebilmesi ne mümkün! Akıl O'ndan meydana gelen zerrelerden bir zerre iken, cüz'ün küllü ihâta etmesi nasıl mümkün olabilir!

Esâsen varlıkların tamâmının ilm-i ezelînin vüsatine göre nisbeti yok hükmündedir. Bütün mevcûdât için hâl böyle iken, akıl onu nasıl idrâk edebilir! Kişi aczini idrâk edemiyorsa eğer, bu onun cehâletinden ve kâbiliyyetsizliğindendir. Kişinin bu husûsdaki yetersizliği aklının havsalasının darlığındandır.

Madenlerden kâfiyeler dizmekdir işim
Sığırlar anlamazsa ben n'eyleyim

Muhammed sallallahu aleyhi vesellemi, bütün insanlığa resûl olarak gönderen ve onların dili üzere hakkı konuşan Allah, noksan sıfatlardan münezzehdir. Allah şöyle buyurmuşdur : "فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ".
Kur`ân’da bu âyetden başka bir âyet olmasa bile, ezelî ilmin cüz’iyyâtı ihâta etdiğini inkâr edenlerin cehâletini göstermeye bu âyet kâfî gelirdi. Hem nasıl gelmesin ki? Bu âyetin her bir harfi bile onların körlüğüne şâhidlik etmekdedir. Şöyle ki, bu âyetde Allah alîm sıfatıyla birlikte vâsi' sıfatını da zikretmiş ve bunları "فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ" ibâresine bağlamışdır. Bu âyet her bir varlığın Allah’ın vechine bir nisbeti olduğunu ifâde eden gâyet latif ve sarîh bir işâretdir. Çünkü bu nisbet olmadan hiç bir şey vâr olamaz. Muhakkak ki O her şeyi bilir, zîrâ her şeyin vechi O'na dönükdür. Allah’ın cüz’iyyâtı bilmesinin mânâsı işte budur. 

Mukaddimeler tertîb ederek ezelî ilmin hakîkatini tasdîk etmeyi arzu etdiğin müddetçe soğuk demiri dövmüş olursun. Zîrâ hakîkî tasdîk, içini ferahlatan ve havsalanı genişleten bir nûrun bâtında ortaya çıkmasına bağlıdır. Bu nûr sâyesindedir ki Allah'ın ilminin insanların ilmine benzemediği idrâk edilir ve ilim yoluyla kazanılan îmâna olan arzun kesilir. Bâtında bu nûr ortaya çıkmamışsa, bir kimsenin ilim sıfatına ve diğer ezelî sıfatlara gerçekden îmân etdiği düşünülemez. Hakkıyla îmân etmek istiyorsan, en başda ezelî sıfatlar husûsunda ileri geri konuşmayı bırakman ve tasarrufda bulunmaya kalkmaman lâzımdır. Aksi takirde îmânın hakîkatine ereebileceğini hiç düşünme!

İşâret olunan bu nûr, aklın mâverâsındaki bir alanın ortaya çıkması ile bâtında zuhûr eder. Bunun varlığını uzak bir ihtimâl olarak görme! Zîrâ aklın mâverâsında nice âlemler vardır, sayısını ancak Allah bilir. Bu âlemde idrâk edilen husûslardan bir kısmı için mukaddimelere ve istidlâle ihtiyaç yokdur. Meselâ gören kimsenin, görülen nesneler hakkında istidlâle ihtiyâcı olmaması gibi. Ancak anadan doğma kör olan bir kimse, nesneleri ancak istidlâl yoluyla idrâk edebilir. Nesnelerin varlığını dokunma hissiyle istidlâl eden bir kimse bu durumdadır. Lâkin dokunma ile idrâk edilemeyen renk gibi hakîkatleri idrâk etmesi mümkün değildir. Zîrâ bu husûsda istidlâl yolu kapalıdır. 

4 yorum:

  1. "Zîrâ aklın mâverâsında nice âlemler vardır, sayısını ancak Allah bilir."

    Ancak O bilir!

    YanıtlaSil
  2. Rabbim.. 
Sen bu zavallı kullarını nefsimizin ve aklımızın oyunlarından koru..
    Doğruyu doğru, yanlışı yanlış tanımayı nasip et..
    Bizi sevgililerinin gölgelerine iliştir, nurları ile aydınlat..
    İnkar edenlerin vesvesesine bizi düşürme..
    Aldığımız her nefeste seni hissedebilelim, seni bilelim..
    Sen, dilediği kula dilediği kadar sır verensin, senin güzelliğin karşısında biz aciziz, yoktan azız..
    Biz hak etmesek de sen lütfedersin..
    Bilemediklerimizi bildir, göremediklerimizi göster, duyamadıklarımızı duyur..
    Senin merhametine, ihsanına sığınıyoruz..
    Sen yangınımızı görüyor, halimizi biliyorsun..
    Amin.. 🌹🤲🏻

    YanıtlaSil
  3. Sosyal medyada alakasız mecralar var.Onun hakkında paylaşım yapıyor lafta.Konuşan da kim onuda bilmiyorum ilgilenmiyorum da.Ama maalesef başkalarının da zan sahibi olmasına sebep oluyor bunlar.Muzaffer Ozak'ı tanıyacaksan hakkıyla,doğru yere git diye sayfanızı da önerdim bir yorumcuya lâkin sayfanın sahibi yorumumu silmiş.Tövbe estağfurullah!


    YanıtlaSil
  4. Emeklerinize sağlık abiciğim. Zevkle okuyoruz. İnşallah yakînen de istifade ederiz. "Bu ilim kâinât yaradılmadan evvel vâr olan, öncenin de öncesinde bulunan, mevcûdâtın vücûduna sebeb olan, ötesinde herhangi bir ihâta tasavvur edilemeyecek derecede her şeyi ihâta eden ilim" her şey O'nun ezelî ilminde mevcut ise Allah nasıl "bedi" olabilir? Diye mevzu açıp işliyordu Muhyiddin Ibn Arabî. Ve yine son noktayi kendisi koyuyordu. Meraklilari icin bu konuyla ilgili cok güzel bolumler var futuhat-i mekkiye'de. Selamlar.

    YanıtlaSil