Sayfalar

26 Nisan 2025 Cumartesi

Bayezid Câmi-i Şerîfinde Sohbet - 24 Haziran 1984

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazzretleri Bayezid Câmi-i Şerîfindeki bir Ramazan sohbetlerinde buyurdular ki :

Yıldırım Han, Bursa'daki Ulu Câmiyi yapdırdığı zaman, açılış merâsiminde bulunup duâ etmesi için dâmâdı Emîr Sultân Hazretlerinden ricâda bulunmuş. Demiş ki Emîr Sultân Hazretleri, "Burada benden daha büyük adam var" demiş, "o dururken ben çıkamam kürsüye" demiş. "Su olduğu vakit teyemmüm bâtıl olur" demiş". "Kimdir?". "Hamîdüddîn Aksarâyî Hazretleri" demiş. "O'na" demiş "ismine Fırıncı Baba derler". O zâta söylemişler, "Geleyim" demiş, gelmiş. Kürsüye çıkmış.
Evvelâ câmiyi dolaşmışlar Emir Velî ile Yıldırım Han. Emir Sultan Hazretleri bakmış câmiye, fevkalâde güzel olmuş câmi. Pâdişahım, câminin eksiği var" demiş. "Aman yapdırayım" demiş, "iyi ki söyledin" demiş, "resm-i küşaddan evvel". "Dört kapısına dört meyhâne yapdır" demiş, "şaraphâne, oralara". "Şeyh Efendi, öyle şey olur mu" demiş, "câminin kapısına meyhâne". Demiş ki, "Câmi, taşdan, tuğladan, çamurdan, öyle yapılmış bir nesnedir. Ve izâfîdir beytullah denilmesi". 
Allahu Teâlâ Hazretlerinin evi deniyor, beytullah demek, o demek. İzâfeten ve oraya şeref vermek için. Halbuki beytullah kalbdir. Göğe sığamayan Allah, semâvâta ve arda sığmayan Allah kalbe tecellî eder. "Sen" demiş, "çamurdan, kerpiçden, taşdan, tuğladan yapılan câminin kapısına meyhâne yapdırmayı lâyık görmezken, senin nazargâh-ı ilâhî olan kalbinin yanına buraya şarap koyuyorsun" demiş pâdişaha. İlk içki içen pâdişah. 
Birisi, "Nereden hissetmiş efendim?" deyince Efendi Hazretleri "Canım şeyh efendilere perde olmaz" buyurdular ve sohbetlerine şöyle devâm etdiler :
Onun üzerine sultan, tövbe etmiş içki içmekden.   

Sonra o gün işte Hazret gelmiş Hamîdüddîn Aksarâyî Hazretleri, çıkmış kürsüye. Sûre-i Fâtiha'yı, Kur`ân'ın yedi harf üzerine nâzil olduğunu, bir rivâyete göre tetmiş harf üzerine, yedi türlü Sûre-i Fâtiha'ya manâ vermiş. Herkes dinliyor böyle. Evvelâ bir manâ vermiş, herkes anlamış. Avâmmı, havâssı, havâssü'l-havâssı, âlimi, câhili herkes anlamış. Sonra arkadan bir manâ daha vermiş biraz ders görenler anlamışlar. Ötekiler anlamamış. Sonra bir manâ daha vermiş, o vakit âlimler anlamışlar Fâtiha'nın manâsını. Diğerleri anlamamış. Sonra bir daha manâ vermiş, ilimde rusûh bulanlar anlamışlar. Sonra bir manâ daha vermiş, Molla Fenârî Hazretleri direğin arkasındaymış, orada kendini göstermiyormuş, demiş ki, "Bu altıncı manâyı da" demiş, "direğin arkasında biri var, saklanıyor orada, o bilir" demiş. Bir manâ daha vermiş, yedinci manâyı, "Bunu da karadayı bilir" demiş. "Benden başka kimse anlamaz bunu". 
Bunu görünce Molla Fenârî, âlim, fâdıl, kâmil adam, "Şeyh ne kadar esrâr-ı ilâhîye vâkıf bir adam" demiş, "böyle bir adam dururken, biz bu adamın elini ayağını tutalım ve bu esrâr-ı ilâhîden biz de öğrenelim" demiş Molla Fenârî. Arka yollardan, kendini göstermemek şartıyla, utanıyor çünkü şeyhülislâm kendisi, arka yollardan doğru Şeyh'in somasına, tekkesine gitmiş, zâviyesine gitmiş. Dervîşleri oturuyor Şeyh'in, o da aralarına girmiş o da oturmuş aralarına, hasırın üzerine. 
Hazret-i Hamîdüddîn Aksarayî câmiden çıkmış, dört kapıdan. Dört tâne olmuş Hamîdüddîn Aksarayî. Her kapıda duran Şeyh'in elini öpmüşler. Sağ kaıdakiler diyorlar ki, "Bizim kapıdan çıkdı". Sol kapıdakiler, "Hayır, bizim kapıdan çıkdı, biz de elini öpdük" diyorlar. Ön kapıdakiler de öyle. Yaaa! 
Kırka kadar bâliğ olur, kırk tâne olurlar. Onlara büdelâ tabîr edilir, büdelâ. Bizim bildiğimiz budala değil. Hani "budala herif" dersin, o değil. Büdelâ demek, bedel bırakan demek. Hem burada böyle görünür, ders yapar, aynı adamı Mekke'de bulursun, orada oturmuş ders yapıyor filan. Büdelâ, bedel bırakan demek. Bunlar kırk kişidir. Kırk tâne de olabilir bir veliyyullah. Yirmi ikisi erkek, on sekizi kadındır. Kadınlardan da vardır, kadınlardan. 
Bizim erkekler bilmez, "Kadınlar câmiye gelmesin" diyor. Ulan nereye gitsin kadın, câmiye gelmesin de. Kerhâneye mi gitsin, meyhâneye mi! Nereye gitsin yani. Kocası zâten dîn bilmiyor, diyânet bilmiyor, hiç olmazsa gelsin de o öğrensin bari. Geldiği vakitde, "Kardeşim" dersin, yüzüne bakmazsın, haramdır. "Başını ört" dersin. "Dersi dinle" dersin. "Geriye git" dersin filan. Terbiyeye davet edersin. Câmiden kimse kovulmaz. 
Hıristiyanı da kovmak câiz değildir. Bazıları kovuyorlar turistleri filan, câiz değildir katiyyen. Âyet-i kerîmeyi okusanız da birer birer bulsak da ben size tercüme etsem onu. Bak Sûre-i Tevbe'de. "وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ ve in ehadin mine'l-müşrikîne". Müşriklerden, bak ehl-i kitâb değil, müşriklerden birisi gelirse, Habîbim Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem, senden Kur`ân dinlemeye, bırak onu gelsin, otursun, Kur`ân dinlesin. Müşrik! Sonra giderken de yanına adam koy, müslümanların tecâvüzüne uğramasın. Müşrik olduğu için, vaktiyle müslümanlara eziyet cefâ etmişdir o. Eziyet cefâ gören de oradadır. Sonra onu dövmeye kalkar filan. Öyle olmasın, emîn olarak gitsin. Olmaz, Allahu Teâlâ müsâade etmez. Yaaa, böyle. 
Efendime söyleyeyim, arka yollardan gitmiş Molla Fenârî. Görmesinler diye. 
Tabii, kolay iş değil ki o, herkes gelip oraya otursun. Nefs bırakmıyor, kibirleniyor insan. Çok adam böyle kibrinden dolayı bu şekilde helâk olmuşdur. Ezeceksin nefsin kafasını, hemen oturacaksın bulduğun vakitde rahle-i tedrîse. Demeyeceksin, "Ben âlimim" diye. Pâdişâh olsan, bir molla efendi seni okutabilir. Pâdişah olsan! "Ben pâdişâhım, tart-turt" demeyeceksin, dinleyeceksin. 
Sonra efendim, dört kapıdan çıkmış Hazret-i Şeyh. Dört kapıdan. Bursalılar birbirlerine girmişler, "Hayır, bizim kapıdan çıkdı, ben öpdüm elini" diye. Diğer tarafdakiler, "Vallahi, bizim kapıdan çıkdı". Sağ kapıdakiler "Bizden çıkdı" diyorlar. Arka kapıdakiler diyor ki, "Bizden çıkdı". Ötekiler, "Bizden çıkdı" filan. 
Hazret-i Şeyh gitmiş zâviyesine, bakmış dervîşler oturmuşlar, Molala Fenârî de, sırtında libâs-ı fâhiresi yani resmî kıyâfeti rütbesiyle oturmuş, başında sarığı, üstünde yaldızları var o vakit, müftîü'l-enâmın. Yaldızlı sarık sarıyorlar o zamanlar. "Ooooo, müftü efendi hazretleri, hoşgeldiniz!" "Hoşbuldum efendim". "Sebeb-i teşrîfiniz? Ne kadar hoşuma gitdi, dervîşlerimle oturmuşsun böyle tevâzuan, fakîrlerle beraber". Dervîş demek kapı eşiği demek, fakîr demek. "Onlarla oturmuşsun bu elbiseyle böyle". "Estağfirullah efendim, tabii otururuz" demiş. "Teşrîfinizin sebebi nedir?". "Efendim biz de ulûm-i Arabiyye okuduk, ulûm-i âliyye ve ulûm-i 'âliyye, fakat bu anlatdığınız bu esrâr-ı rahmânî, bî-haberiz bunlardan biz. Onun için bunu tahsîle geldim size" demiş. "İyi güzel ama yapamazsın" demiş. "Efendim gayret ederiz yapmaya" demiş, "evet yapamayız ama gayret ederiz". Yaaa! "Yapamazsın" demiş. "Gayret ederiz" deyince. "Peki öyleyse, deneyelim bakalım, yapabilecek misin? Bizim eşeğe bin bu elbiseyle, elbiseni çıkarma sırtından, bin eşeğe, Bursa'yı bir dolaş böyle yukarıdan aşağı, sarayın önünden geçeceksin". Sen düşün şimdi, reisicumhuru eşeğe bindir, üstündeki kıyâfetle, eşeğin üstüne nasıl biner o! "Öyle dolaşacaksın" filan, "o vakit ben seni okutayım". "Yapamam efendim" demiş. "E ben sana demedim mi?". "Dediniz efendim". "Nefsime danışdım, kabûl etmiyor nefsim". "Peki öyleyse, mâdemki buraya geldin ve bize müracaat etdin ve tevâzuan dervîşlerimle beraber oturdun. O da bir tevâzu" demşiş, "o kadarı da bir tevâzudur, bizimle beraber oturdun, bulundun, hasırların üzerinde, haydi git, bir Sûre-i Fâtiha tefsîri yaz" demiş Hazret. "Elin kalem tutuyor" demiş, "git bir Sûre-i Fâtiha tefsîri yaz" demiş. 
O da çıkarmış cebinden bir torba, güzel bir atlas kese, içinde altunlar var. "Efendim, bunlarla dervîşlere bir şeyler alırsınız" demiş, "yiyecek, içecek alın tekkeye" demiş. "A dur bakayım, bu parayı sen geri al" demiş, "koy cebine götür paranı buradan Bizim dervîşler bu parayı yiyemezler". "Efendim, mâl-ı mîrî değil". Yani devlet parası değil diyor. "Babamdan kalan çiftlikden gelen para bu" demiş. Hazret zenginmiş demek ki. "Devlet parası değil bu para". "Biz yiyemeyiz bu parayı". "Canım efendim, söyledim, haydi devlet parası olsa, belki vazîfede kusûr etmiş oluruz, harâm olur bize". 
Yaaa! Memûrsun, maaşı alıyorsun ama bakalım âhiretde ne çıkacak altından. Ooooo! Saçı bitmedik yetîmin hakkını soracaklar sana, işi atlatdınsa eğer. Âdilâne çalışdınsa, mesele yok, Hazret-i Ömer'in sancağı altında. Tüccar mısın? Terâzini doğru mu tutdun, kantarını iyi mi tartdın, karaborsa yapmadın mı, ibâdullaha hizmet etdin mi, Hazret-i Ebâbekir'in sancağı altında toplanacaksın. Böyle herkesin yerleri var. 
"Bakalım bir deneyelim" demiş, "mâdem helâl diyorsun, babamdan kalma diyorsun, helâl diyorsun, deneyeyim şu parayı, ver bakalım". "Dervîş Mehmed, gel bakayım buraya, al şununla biraz arpa ve saman al getir bakayım" demiş," deneyeyim bakayım, para helâl mi haram mı, deneyeceğiz". Dervîş gitmiş, almış, gelmiş, "Buyrun". "Çağır bizim karakaçanı". Eşeği getirtiyor, bindiği eşeği. "Getir bizim karakaçanı". Getirmişler. "Önüne koy bakalım yiyecek mi". Eşeğin önüne koymuşlar, eşek koklamış, yememiş, dönmüş işemiş üzerine.  Eşek, eşek! "Molla Efendi" demiş, "sen bize helâl diye bunu veriyorsun, bırak sen dervîşe yedirmeyi, bizim eşek bile yemiyor bunu. Üzerine işedi bir de. Yemedi, bir de döndü üzerine işedi" demiş. "Sen bu paranı al, cepceğizine koy, biz dervîşlere yediremeyiz bu parayı. Eşek bile yemiyor bu parayı". 
İşte Molla Fenârî Hazretleri, sonra Hazret-i Şeyh'in bir nazarıyla bir tefsîr yazmış. Eh dişin sağlamsa oku. Arapça. Arabî yazmış. İki parmak kalınlığında bu kadar bir Fâtiha Tefsîri yazmış. Hazret-i Şeyh bir bakmış böyle, ona yazdırmış. Büyük veliyyullahdır. Kendisi bizim meşrebimizdendir. Efendisi de yani tefsîri yazdıran da yazan da bizim meşrebimizdendir. Bizim mezhebimizdendir, bizim meşrebimizdendir. Bizim mezhebimiz Hanefî Mezhebi, İmâm-ı Azam Mezhebi. Meşrebimiz de Seyyid Yahyâ Şirvânî meşrebidir. Molla Fenârî Hazretleri. Güzel bir kitâbı vardır onun. Hazret'in çok kitâbları var ya, bir de mantıkdan kitâbı vardır, Fenârî. Fenârî kitâbı. kavl-i Ahmed vardır arkasından, mantıkdan. Evet. 
Mantığı da îcâd eden Şeytan'dır evvelâ. Mantığın ilk mûcidi, Şeytan'dır. Allah'a karşı kıyas yapdı. "خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ halaktenî min nârin ve halaktehû min tıyn" dedi Allahu Teâlâ'ya. "Beni ateşden halk etdin, onu toprakdan halk etdin" dedi Allahu Teâlâ'ya. "Niye benim elimle yapdığım" diyor Cenâb-ı Hakk, "elimle yapdığım Âdem'e secde etmedin?" dedi, "yaratdığım Âdem'e". Dedi, "Onu toprakdan halk etdin, beni ateşden. Ateş toprağa fâikdir Yâ Rabbi. Sana secde ederim ama Âdem'e secde etmem" dedi. "فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌۚ fahruc minhâ fe inneke racîm", kapı dışarı kovuldu İblis. 
Nerede kaldı dersimiz dün akşam? Konuşalım mı gidelim mi?

Birisi demesin mi, "Mantıken doğru mu oluyor yani Şeytan'ın dediği?" diye. Efendi Hazretleri, "Bilmiyorum doğru mu eğri mi. Şeytan öyle söyledi. Allah da böyle söyledi. Karıştırma öyle şeyleri" buyurdular. 

"Dün akşam nerede kalmışdık?" suâline, birisi "Kadir Gecesinden kimler faydalanacak, kimler faydalanamayacak, içkiye tövbe etmeyenler faydalanamayacak" diye cevâb verince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Onlar dünyâda faydalanıyor ya, içiyorlar işte. İçki içen hem Kadir'den faydalansın, hem dünyâda faydalansın, olur mu öyle iki taraflı! Bir tarafı olmayacak. Ne diyor Cenâb-ı Hakk? "Ben bir gönülde iki korkuyu cem etmem" diyor. "Bir gönülde iki korkuyu cem etmem" diyor. Ne demek o? "Dünyâda kullarım benden korkarsa, âhiretde korkutmam" diyor. "Dünyâda korkmazlarsa orada korkuturum" diyor. Bir gönülde iki sevdâ olamaz. Deliler olur demişler. Onun için hem dünyâda kafayı çek hem âhirete cennete gir, olur mu öyle şey! Zavallı sofuların ne kabahati var, içmeyenlerin, fukarâların. 
Onlar da başka türlü içiyorlar ama. İçki içen serhoşlar üç saat sonra ayılırlar onlar, yâhud dört saat sonra. Parası gider, midesi bozulur, ağzı çiriş gibi olurmuş. Berbat bir şey oluyor sonra, felâket. Sofu hiç ayılmıyor, sofu. Sofununki ayılmaz. Tâ teneşire varıncaya kadar. Kafası teneşire vurdu mu, o vakit ayılır, o vakit uyanır. Kimi zühdüne mağrûr olur çünkü. "Benden başka müslüman yok" diyor böyle. herkesi gavur görüyor. Doğru cehenneme! Evet! Herkesi gavur görüyor. Kendinden başka müslüman yok hiç. Ucub getirmiş, ibâdetine güveniyor, Allah'a güvenmiyor, ibâdet ve tâatına güveniyor. Yaaa! Çok fenâ. Çok fenâ. 
Riyâ, gösteriş. Tavuk gibi. Tavuk bir yumurta yapıyor. Kaç para yumurtanın tânesi şimdi? Yirmi üç lira. Bütün mahalleyi ayağa kaldırıyor. Gıt gıt gıdaaak, gıt gıt gıdaaak diye. Yirmi üç lira için. Mürâî çünkü. Orada bir beygir yavru doğuruyor, Arap kısrağı, kaç yüz bin dolar? Hiç sesi çıkmaz. Yaaa! Orada bakıyorsun, dangada paldır da küldür gümbür dangır dungur dan dan pat pat, ne oluyor? Nal dövüyorlarmış. Kaç para tânesi? Yirmi kağıt, yirmi beş kağıt. Bakıyorsun orada böyle çıt çıt çıt pıt pıt pıt çıt çıt çıt pıt pıt pıt, kaç para? On milyon diyor, kuyumcu. Onun için riyâkârlığa lüzûm yok. Mürâî olmayacağız. Yapacağımız iş, Allah için olacak. Kullar şöyle demiş, böyle demiş hiç birini umursamayacaksın. Kul sana iyi demiş, kötü demiş, hiç ilgilenmeyeceksin. Allah yanında sen neysen osun. Dâimâ Cenâb-ı Hakk'ın rızâsını kazanmaya çalışacaksın. Herkes sana kötü desin, ziyânı yok. Bitdi o kadar. Çok mühim, konuşduğumuz söz. İhlâs meselesi. 
Çünkü riyâda, şirk-i hafî vardır. Gösterişde. Yaaa! Melekler yazarlar, onların vazîfeleri yazmakdır. "كِرَامًا كَاتِب۪ينَۙيَعْلَمُونَ مَا تَفْعَلُونَ kirâmen kâtibîne ya'lemûne mâ tef'alûn". Onlar yazar mütemâdî sûretde. Cenâb-ı Hakk yevm-i kıyâmetde, alır a'mâl defterini böyle önüne koyar, namaz kılmış, yazılmış, "Riyâ var, atın bu tarafa, yaramaz. Halka kendini sofu göstermiş, ona halk sofu demişler, almış nasîbini, benden nasîb alamaz" der. Gitdi bu tarafa. "Zekâtını vermiş göstermiş ama etrâfa, riyâkârlık yapmış. Halk ona cömert demişler. Bugün benden bunun ecri yokdur, bugün bunun nasîbi yokdur". Allah için yapacaksın dâimâ. Daimâ! Her şeyi öyle. 
Hazret-i Allah sormuş Mûsâ Peygamber'e, "Yâ Mûsâ, benim için ne yapdın?" demiş. İyi dinle! "Yâ Rabbi" demiş, "namaz kıldım". "Namazı sen kendin için kıldın" demiş, "benim için değil ki o". Neden? Kulluk vazîfen senin. 
Bak âhiret var. Âhiret ebedîdir. Dünyâ fânîdir ve âhiretin tarlasıdır. Buradan elli sene kılacağın namaz, yirmi sene kılacağın namaz, otuz sene, elli sene, yetmiş sene kılacağın namazla, ebedî saadeti satınalıyorsun. Sen namaz kılmazsan Allah'a bir zararı yok. Kılarsan Allah'a bir faydası yok. Ancak kendi nefsine senin. Her yapan kendine yapar. Böyle olunca, sen kendin için kılıyorsun namazı. Allah bize o namazı farz etmese ne yaparız biz? Fil ayağı gibi ayağın bükülmez. Kıçını yıkamazsın. Yüzünü yıkamazsın. Abdest almazsın. Tahâret etmezsin. Hep bunlar nimet. Sen hiç abdest aldın mı sıcak günde, ne kadar güzel. Ne kadar tatlı bir şey. Allah diyor ki, "Nimetim" diyor Cenâb-ı Hakk, "Benim nimetim abdest almak" diyor. Ona ermişiz biz, Allah bu nimeti bize vermiş. Sonra, kış gününde abdest aldın mı, ne kadar güzel. Yaz günü alırsın, serinlersin. Kış günü alırsın, ısınırsın. Nimet-i uzmâ. Kâfirde bu yok. Bundan mahrûm kâfir. Beş vakit Allah huzûruna çıkıyorsun, ictimâya çıkıyorsun. İctimâ, huzûrullaha. "اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَع۪ينُۜ iyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'în" diyorsun. Arapça biliyorsunuz değil mi, içinizde var Arapça bilen, "Kef" muhâtabdır be! Karşındaki adama "Kef" denir, uzakda olursa, "He" zamîriyle hitâb edilir. Yaaa! Hakk'a hesâb vermek beş vakit ve huzûrda olmak. Zevkli. Allah huzûruna çıkıyorsun. Allah'dan korkulur ama Cenâb-ı Hakk korkulacak bir şey değil. Korkunç değildir, güzeldir kendisi. Yarın inşâallah Cenâb-ı Allah bize cemâlini göstersin, öyle elli bin sene baygın yatacaklar, vâlih ü hayrân u mest, ibâdullah. Öyle güzellik hiç görülmemiş bir şey. 
"Ne yapdın benim için Yâ Mûsâ?" demiş. "Namaz kıldım". "Kendin için yapdın o işi" demiş, "kulluk vazîfendi senin". "Oruç tutdum". "Cehenneme kalkandı". "Zekât verdim". "Kimin malını kime verdin?" demiş. 
Kimin malını kime veriyorsun? Zenginler Allah'ın vekilharcıdır, fukarâ Allah'ın ayâlidir. Vekilharç, kasa onda, emâneten durur. Maaşlı memûr gibidir zengin. Allah diyor ki, "Aç sana emâneten verdiğim kasayı, ayâlime ver" diyor. Kime veriyorsun? Allah'ın ayâline. Fukarâya verdiğin zekât, Hakk'ın eline verilir.

Hattâ Cenâb-ı Mûsâ aleyhisselâma Allahu Teâlâ demiş ki, "Yâ Mûsâ! Sana ben hazînemi göstereyim mi?". "Göster Yâ Rabbi". Bir göstermiş. Kuru ekmek, ekşimiş yoğurt, kokmuş et, kıçı delik pantalon, tabanı yok ayakkabı. "Yâ Rabbi, bunlar ne?" demiş. "Ben kullarıma yenisini veririm, onlar bana bunu verirler" demiş. Fukarâya veriyorsun ya! Fukarâya verince, Hakk'ın eline veriyorsun. Efendime söyleyeyim, 
"Ne yapdın Yâ Mûsâ?". "Yâ Rabbi, namaz kıldım". "Kulluk vazîfeni yapdın". "Yâ Rabbi, zekât verdim". "Kimin malını kime verdin?". "Yâ Rabbi, oruç tutdum". "Cehenneme kalkandı". Hazret-i Mûsâ durmuş. "Yâ Rabbi, öğret de onu yapayım". "Benim için seveceksin, benim için yereceksin". Hubb-ı fillah, buğz-ı fillah. İki. İhlâs ile yapacaksın yapdığını. Hep ihlâs. 
"Heleke'l-câhilûn", oku be, yok mu içinizde Avâmil okuyan, Avâmil'den alalım, "Heleke'l-câhilûn ille'l-âlimûn". Bak şimdi dinle. Avâmil'den vaaz edebiliriz, Avâmil'den. Câhiller helâk oldu, âlimler kurtuldular. Âlimler helâk oldu, âmiller kurtuldular. "Heleke'l-âmilûn ille'l-muhlisûn". Âmiller helâk oldu, muhlisler, ihlâs sâhibleri kurtuldu. Bak gördün mü? Yine iş ihlâsda. 
Haydi yeter bu kadar kâfî. Daha konuşalım mı? Evleri uzak olanlar vardır. 

Bir zât, "Avâmil'den dem verdiniz, bir nebze de Fusûs'dan hiç olmazsa bahsetseniz" deyince Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Ben Fusûs'dan da bahsederim, Fütûhât'dan da bahsederim. Vakit dar, geç kalırsın sonra, ben burada iftara davetliyim, çağırdılar beni. Yakına gideceğim bu akşam. Davetliyim.  
Hocaefendi ders verirken demiş ki, zındık kelimesini konuşuyorlarmış, zennü'd-dîn, dînde kadın demekdir diyorlarmış. Zındık kelimesini konuşurken, mollanın biri oradan demiş ki, "Muhyiddîn ibn Arabî gibi değil mi hocaefendi?" demiş. "Haa evet" demiş. Misâlini onu göstermiş molla. Sonra akşama hocanın evine iftara gitmişler, oturmuşlar sofraya yemek yiyecekler, talebeler demişler ki hocaya, büyük veliyyullah, "Efendim, senin lokmanla biz iftarımızı açmayız". "Ne olacak?". "Zamânın imâmı kimdir?". Zamânın imâmını bilir misin? "Zamânın imâmı kimdir?" demişler, "yoksa orucumuzu açmayız" demişler. Hazret-i Şeyh demiş ki, "Muhyiddin ibn Arabî'dir" demiş. Demişler, "Efendim, zındık meselesinde o molla, ona zındık dedi, siz de evet dediniz". "Orası meclisi-i fukahâ idi" demiş, "burası meclis-i âşıkândır". Hazret-i Şeyh-i Ekber'i herkes kaldıramaz, onun anlayışını. 
Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleri, gelmiş, komşusunun kapısını çalmış. Kadın pencereden başını çıkarmış, "Ne istiyorsunuz?" demiş. "Komşuya söyle, hastaymış, ziyârete geldim, müsaade eder mi, yanına gireyim". Komşu da hiç sevmezmiş Hazret-i Şeyh'i. Kadın demiş ki, "Şeyh Muhyiddîm geldi, seni görmek istiyor". "Onun burada işi yok" demiş, "git söyle ona, kiliseye gitsin o, kiliseye!". Kadın da gelmiş, "Kocam diyor ki, o kiliseye gitsin diyor" demiş. "Yaaa, öyle mi! Bizim komşu beni kötü bir yere göndermez, kiliseye gideyim" demiş, doğru kiliseye gitmiş. Oturmuş. Papaz efendi vaaz ediyor kilisede. Oturmuş başında sarığıyla Hazret, dinliyor papazı. 
Hıristiyanlıkda, itiraz yokdur. Ne derse papaz, kabûl edeceksin. Bizim müslümanlıkda, bazen sorulabilir. Her şey sorulmaz ama bazen sorulur. Niçin böyle olmuş? Abdestin farzı niye dört olmuş? Yâhud teyemmüm neden şöyle olmuş? Yâhud efendim haccın farzı neden böyledir, umrenin ahkâmı neden böyledir diye sorabilirsin. Öğrenmek için. Onlarda sorulmaz. 
Papaz bir yalan kıvırmış. Kıvırınca Hazret-i Şeyh demiş ki, "Sen yalan söylüyorsun" demiş papaza. "Yok" demiş. Hiç böyle şey gelmemiş başına papazın. İtiraz böyle. "Hayır, ben yalan söylemiyorum" demiş, "niye yalan söyleyeyim". Hazret-i Îsâ dedi ki, وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْت۪ي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُٓ اَحْمَدُۜ ve mübeşşiran bi resûlin min ba'di'smuhû ahmed, benden sonra Ahmed Nebî gelir diye tebşîrât yapdı. Sen diyorsun ki benden sonra peygamber gelmez dedi diye söylüyorsun Îsâ Peygamber için. Yalan söylüyorsun" demiş. "Hayır" demiş, "ben doğru konuşuyorum" demiş papaz. "Hayır, yalan söylüyorsun", "Doğru konuşuyorum" derken, "Sor öyleyse Îsâ Peygamber'e hangimiz haklıyız" demiş Hazret-i Şeyh. Resmi gösteriyor. Papaz demiş ki, "O resim konuşmaz". "Konuşur" demiş, "bu İbrâhim Peygamber'in kırdığı put değil bu, konuşur. Îsâ Peygamber o. Konuş bakayım". "Konuşmaz". "Konuşur yâhu, sorsana!". Dönmüş, "Yâ Îsâ, ben mi doğru söylüyorum, Şeyh mi doğru söylüyor?". "Şeyh doğru söylüyor, sen yalan söylüyorsun. Senden ben berîyim" demiş Hazret-i Îsâ aleyhisselâm, papaza. "Senden berîyim". Yaaa! Papazın gözü açılmış faltaşı gibi böyle. Bütün hıristiyanlar ayağa kalkmışlar. Hâdise Kurtuba'da olmuş, İspanya'da. Yaaa! Gözleri böyle açılmış heriflerin, ne oluyor diye. "Ben" demiş, "benden sonra Hazret-i Muhammed gelecek diye haber verdim. Hem Cenâb-ı Hakk İncil'de bunu haber verdi, hem ben bizâtihî hadîsimle haber verdim, sen inkâr ediyorsun" demiş, "benim rızâmı almak istiyorsanız, kıyâmet gününde, Resûl-i Ekrem'e, Hazret-i Muhammed'e ittibâ edin. Çünkü ben de orada O'na ittibâ edeceğim" demiş, "haydi bakayım". "Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve resûluh" demişler. Oradan çıkmış Hazret, Şeyh Efendi önde, arkada papaz, onun arkasında cemaat gidiyorlar hep beraber, tam komşunun evinin önünden geçerken, seslenmiş Hazret, demiş, "Bak komşu beni kötü bir yere göndermedi, bunları hidâyete götürüyoruz" demiş. Haydi bakalım yürü, tamam. 
Şam'da da öyle. Şamda da yahudi çocuğuna bir nazar etmiş, yahudi delikanlısına, gence, hop Şeyh'in yanına gelmiş, babasının yanından. Babası, "Gelsene buraya" demiş. "Ne istiyorsun be herif!" demiş babasına, "benim babam bu" diyor, Şeyh'i gösteriyor. Aaa yahudi şaşırmış. "Ulan Mişon, gel buraya!" Mişon, "Yok, benim babam bu" diyor. Fesübhânallah. Herif şaşırmış. Hazret-i Şeyh müdâhele etmiş, "Senin çocuğun Kur`ân okumasını bilir mi?" demiş. "Bilmez, biz mûsevîyiz". " E peki, oku oğlum bakayım Sûre-i Feth'i". "Eûzübillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm. İnnâ fetahnâleke fethân mübînâ". Okuyor Kur`ân-ı Kerîm'i. Aaaa! Şaşırmış tabii yahudi. "Peki senin çocuğun hâfız-ı Kur`ân mıdır?". "Yok biz yahudiyiz" filan. "Oku oğlum, Kur`ân'ın neresini istersen, aç Kur`ân-ı Kerîm'i, neresini açarsan okuyacak. Hâfız-ı Kur`ân". "Senin çocuğun muhaddis mi?". "Değil" diyor yahudi. "Peki oku oğlum vahiy bahsini". Tıkır tıkır "haddesenâ, kâle haddesenâ" filan okuyor yukarıdan aşağı. Yahudinin ağzı açık kalmış. Elli kişi getirmiş mahkemeye. Şâhid, isbât. Hâkim de şaşırmış. Elii tâne yahudi şâhidlik yapıyor, bu onun çocuğu diyor. Çocuk diyor, "Hayır, benim babam bu" diyor, Hazret-i Şeyh'i gösteriyor. Hâfız-ı Kur`ân, muhaddis. Ondan sonra kadı efendi kovmuş yahudileri, "Çıkın dışarı" demiş. Yalancı şâhidler diye. Sonra demiş ki Hazret-i Şeyh, "Yok" demiş, "onun çocuğu ama" demiş, "bu benim maneviyyatda âlem-i ervâhda benim evlâdımdı, onun için aldım" demiş, "yol evladım benim" demiş. Sonra hepsi müslüman olmuşlar yahudilerin. 
Sana Fusûs'dan da anlatırım ben. Yaaa böyle. Haydi bakalım, yeter bu kadar bu akşam.  
www.muzafferozak.com

1 yorum:

  1. Rabbimiz Allah (c.c.) sizden râzı olsun efendim. Kaydı dinlerken her zamanki gibi "keşke bitmese idi" dedik. Selâmlar ve hürmetler.

    Medet yâ Allah (c.c.), şefâat yâ Resûlallah (s.a.v.), himmet yâ Aşkî (k.s.)...

    YanıtlaSil