Sayfalar

28 Mayıs 2025 Çarşamba

Allah'ı Sevenler ve Alâmetleri

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki isimli eserinde buyuruyorlar ki :

Kulun, Allahu Teâlâ'ya muhabbeti ise, O'nun sevdiğine tâbi' olmak, O'na kul olmayı canına minnet bilmek, O'nun emirlerini ve kulluk görevlerini, seve seve yerine getirmekle mümkündür. Bir başka deyimle, kendini bir katre iken ummâna düşürmekle kâbildir. Hakk'dan olduğunu bilmek, Hakk ile olduğunu farketmek, ebediyyen O'nunla olacağını ve O'nun kendisine inâm ve ihsân buyurduğu maddî ve manevî bütün nimetlerine şükr-i hâl ve şükr-i kâl ederek kulluğunu unutmamak, aczini ve hiçliğini bilmekdir.
Mutlak ve muhakkak olan husûs, manevî sevginin, maddî sevgi ile mukâyese edilemeyecek derecede üstünde olduğu gerçeğidir. Ne var ki, maddî sevgiden manevî sevgiye, maddi muhabbetden manevî muhabbete yol vardır. Bu nûrlu yolu bulamayanlar, mücerred maddede kalırlar, yol alamazlar, menzil-i maksûda eremezler. 

Yukarıda bilvesîle belirtmeğe çalışmışdık, maddî muhabbete sebeb ve vesîle olan sıfatlar ve hasletler zâil olunca, muhabbet de zâil olur. Manevî muhabbetler ise, ebedî ve dâim kalır. İnsanlık târihini dikkat ve ibretle tedkîk ediniz, göreceksiniz ki, nice maddî muhabbetler zâil olmuş, bazıları târihin sararmış tozlu sahifeleri arasında unutulmuş ve bazıları da olsa olsa roman ve hikâyelere konu edilmişdir. Oysa, bugün Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Îsâ aleyhisselam ile Habîb-i Edîb-i Kibriyâ için her şeylerini fedâya hazır ve âmâde nice muhibbân ve nice âşıkân bu âlemde bulunmakdadır ve ebediyyete kadar da bulunacaklardır.

Bir çoklarının materyalist çağı dedikleri günümüzde, Allahu Teâlâ ve resûlleri için, Allahu Azîmü'ş-Şân'ın sevgilileri için, onlara aşık olan, gece-gündüz bu zevât-ı zevi'l-ihtirâmın muhabbetleriyle gözyaşı döken milyonlarca âşık vardır. Fakat, Kleopatra ve Antonius için ağlayan bulunabileceğini iddiâ ve isbât edebilir misiniz?

Her hâl ü kârda aşk ve muhabbet, ister maddî, ister manevî olsun, mukaddesdir. Manevî muhabbetlerin, maddi muhabbetlerden çok üstün olduğunu yukarıda açıklamağa çalışdık. Çünkü aralarında çok önemli bir fark vardır. Maddî muhabbetler ekseriyâ bir garaza mebnî olabilir. Halbuki manevî muhabbetler, Allah içindir ve onun için de bu nevi muhabbetlere Allah için sevmek denilir. 

Allahu Teâlâ'ya muhabbet edenler, her türlü musîbetlere hazır ve hazırlıklı olmalıdırlar. Aslında bu, musîbet sûretinde görünen çok büyük bir ni'metdir. Allahu Teâlâ'nın dostları, kendilerine herhangi bir musîbet isâbet etmediği zamanlar, üzülür ve hayıflanırlar. Onlar için musîbet, ayn-ı safâdır. Unutulmamalıdır ki, belânın en şiddetlisi peygamberlere ve o peygamberlerin mîrasçıları olan velîlere ve Allahu Teâlâ katında dereceleri bulunan benzerlerinedir. Allahu Teâlâ'yı sevdiğini iddiâ etdiği hâlde, herhangi bir musîbet karşısında Rabbini kullara şikâyet eden, o musîbetden yakınan kimse, bu davâsında yalancıdır. 

Okumadınız mı, duymadınız mı? Hazret-i Eyyûb aleyhisselâmın canına, malına ve evladlarına bunca musîbetler erişdiği hâlde hiç şikâyetde bulunmamış ve asla yakınmamışdır. Buna karşılık olarak da Allahu Zü'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri kendisine "Abd-i Evvâb" makâmını bahş ve ihsân buyurmuşdur. Bir nice musîbetlere, bir nice zaman sabretdikden başka, Cenâb-ı Hakk'ın celâlinden cemâline sığınmışdır. Yani, Allah'dan yine Allah'a sığınmış ve, "Yâ Rab, bana musîbet isâbet etdi, sen merhametlilerin en merhametlisisin" niyâzı ile rahmet-i ilahiyyeyi üzerine celb etmişdir.

Sevdiğine, bu sevgisinde sâdık olan, sevdiğine itâat eder. Muhibb-i sâdıkın alâmeti, sevdiğini kırmamakdır. Muhabbetin alâmeti ise, sevdiğini kimseye şikâyet etmemek, sevdiğinin nâz u niyâzına sabır göstermek ve sevdiğinin niyâzını seve seve yerine getirmekdir. İşte, Hazret-i Eyyûb aleyhisselam da böyle yapmış, Rabbini kimseye şikâyet etmemiş, Rabbinin celâlinden cemâline iltica ederek, Rabbinden yine Rabbine sığınmışdır. Ondan gayrı sığınacak bir kapı var mıdır? Allahu Teâlâ'dan, yine Allahu Teâlâ'ya sığınmak, Allahu Teâlâ'dan şikâyet değildir. Belki, insanlara asıl sığınacak yeri göstermek ve isbât etmekdir. 
Allahu Teâlâ'yı sevdiğini iddiâ eden, yani muhibb-i sâdık olan, O'na aslâ isyân etmez, O'nu kıracağından çekinir. Seven, sevdiğine seve seve itâat eder. Muhibb-i sâdık olanın alâmeti, nişânı, sevgilisinin yolundan yürümek, sevdiğine uymak, sevdiğinin istemediği ve beğenmediği işlerden sakınmak ve kaçınmakdır. Bu şartları yerine getirenler, muhabbetlerini izhâr, ilân ve isbât etmiş olurlar. Gerçek muhabbet de budur. Sevdiğinin nâzına tahammül edemeyen, onun cefâlarına katlanamayan, onun hizmetlerinde tembellik ve gevşeklik gösteren aslâ ve kat'â muhibb-i sâdık olamaz.

Hazret-i Şiblî'ye, kuddise sırruh, bir hâl geldi ve kendisini tımarhâneye kapatdılar. Hazret'i sevdiklerini zanneden bir çok kimseler, onu ziyâret etmek üzere tımarhâneye gitdiler. Şeyh Şiblî, onlara sordu, "Sizler kimlersiniz?" dedi. Cevâb verdiler, "Bizler, seni sevenlerdeniz" dediler. Hazret, yerden taş toplayarak ziyâretçilerine atmağa başlayınca, onlar birbirlerine, "Eyvâh! Hazret-i Şeyh gerçekden deli olmuş" diyerek kaçışmağa başladılar. Hazret, onlara seslendi, "Hani beni sevdiğinizi söylüyordunuz? Bir taş atmama bile tahammül edemediniz ve kaçmağa başladınız. Nerede kaldı bana olan sâdıkâne sevginiz? Eğer beni gerçekden sevmiş olsaydınız, bu kadarcık nâzıma katlanır ve benden gelebilecek belâlara sabrederdiniz" dedi ve bizlere de büyük bir muhabbet dersi vermiş oldu, gerçek muhabbet konusunda hepimizi irşâd buyurdu.

Muhabbet ehli, aşk şarâbını, muhabbet kâsesinden içer ve aslında çok geniş olan bu dünyâ kendilerine dar gelir. Onlar, Allahu Teâlâ'yı tam ve kâmil bir muhabbetle severler, O'nun celâl ve azametinden hakkıyla korkar ve çekinirler, sun' u kudretine mest ü hayrân olurlar. O'nun emirlerini canlarına minnet ve başlarına tâc-ı devlet bilirler. O'nun kudret elinden ve muhabbet kâsesinden aşk meyini içenler, O'nunla ünsiyyet denizinde cünbüş ederler. Münâcât ve niyâzIarı ile, O'nunla sohbet ederler. Bu, öylesine bir haz, zevk ve lezzetdir ki, artık onlar için gece-gündüz, ak-kara, dünya ve mâ-fîhâ, rütbe, unvân, câh, makâm kalmadığı gibi, kendileri de Hakk'da yok olurlar. Hakk'da yok olanların ise, ebediyyen vâr olacağı mutlak ve muhakkakdır.

Ey Kerîm Mevlâm! Bu kulunu, bir damla sudan halk ve îcâd buyurdun. Seni sevmek bile benim haddim değil ama seni severim. Seni dâimâ zikrederim. Seni zikredebilmemin de yine senin tevfîkin ile olduğunu bilirim. İsm-i celîlini zikretmem, beni mest ü vâleh ü hayrân eyledi. Zât-ı ulûhiyyetini seven ve bu muhabbetle sermest olmayan, bu cihânda tasavvur olunabilir mi? 

Muhabbet, öyle azîm bir nimetdir ki, bu nimete nâil olan çöllere düşse, aşkının ateşi ona sahrânın harâretini hissetdirmez. Seven, ateşe düşse, sevgisinin harâreti o ateşi söndürür. Aşk ateşi kutupları, buzulları eritir. Âşıkın sırtına dağları ve taşları yükleseler, aşkının ateşi ona yüklendiği yükün ağırlığını duyurmaz. Muhabbet, kişiye açlığı ve susuzluğu unutdurur, aşk yolunu tutdurur.

Bütün mahlûkât, muhabbetden nasîbini almışdır. Hayvanlar bile âşık oldukları zaman, günlerce yemeyi ve içmeyi terkederler. Deve denilen hayvancağız, aşk ile sarhoş olunca kırk gün yem yemez. Ona bu aşk sarhoşluğundan önce yüklenilenin kat kat fazlasını yükleseler, kaldırır. Sevgilisine olan meyil ve arzusu, kendisine yapılan her çeşit ezâ ve cefâya onda bir nevi direnç sağlar, hiçbirisine aldırmaz ve hattâ duymaz.

İnsâf ile düşünüp söyleyiniz. Deve, nihâyet bir hayvan iken, mübtelâ olduğu muhabbetden dolayı yemeyi ve içmeyi terkeder ve nice ezâ ve cefâlara katlanırsa, Allahu Teâlâ'ya muhabbet etdiğini iddiâ edenler, bu muhabbetlerini isbât için nasıl bir delîl ve ne gibi bir nişân gösterebilirler? Sevdiklerini söyledikleri Allahu Teâlâ'nın haram kıldığı şeylerden hangilerini terkedebilmişlerdir? Sevenler, sevdiklerinin yanında uyuyamazlar. Allahu Teâlâ için kaç gece uykusuz kalmışlardır? Allahu Teâlâ'ya olan muhabbetleri uğruna kaç gün yemeyi ve içmeyi bırakabilmişlerdir? O mahbûb-ı hakîkî için kaç gün meşakkatlere, zorluklara ve zahmetlere katlanabilmişlerdir?

Azîzim! Sevgilin için canını, malını, rütbe ve makâmını hattâ evlâdını fedâya hazır mısın? Eğer, bu sayılanları yapamadınsa, yapamayacaksan davân ve muhabbet iddiân, yalancılıkdan ve riyâdan başka bir şey değildir. Allahu Azîmü'ş-Şân'a muhabbet eden, sevgilisi uğrunda ve cânânı yolunda canını feda etmelidir. Muhabbetin remzi budur. Muhibb-i sâdık, sevgilisinin davet etdiği yer cehennem dahi olsa, cennete tercih edebilendir. Sevdiği kendisini ölüme çağırsa, bu ölümü hayâta yeğ tutabilendir.

İbrâhim Havvâs'a, Allahu Teâlâ'ya sevgi ve muhabbetin mâhiyet ve hikmetini sormuşlar. Şöyle buyurmuş : "Allahu Zü'l-Celâl Ve'l-Kemâl Hazretlerinin istemediklerini ve sevmediklerini gönülden çıkarıp mahvetmek, mahbûb-ı hakîkînin emri ve isteği uğrunda bütün kötü sıfatları, hasletleri ve istekleri sevdiği için yakıp kül etmek, nefsini irfân denizinde arındırmak ve muhabbet nûrları ile nûrlandırmakdır". 

www.muzafferozak.com

1 yorum: