Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki isimli eserinde buyuruyorlar ki :
Muhabbet denilen his, kişinin tabîatının zevk ve lezzet aldığı güzelliklere ve özelliklere kalbinin meyletmesinden zuhûra gelen hâletdir demişdik. Bu hâletin kalbe yerleşerek şiddetlenmesine sultân-ı aşk denir. Âşık olan kimse, ma'şûkuna yani sevdiğine aklını, mantığını ve menfaatini fedâ eder. Ma'şûkuna tam bir bağlılıkla itâatde bulnur ve sevdiği uğruna nesi varsa hepsini fedâ etmeğe hazır olur. "Âşıkın nesi varsa ma'şûka fedâdır" kâide ve prensibini tam ve eksiksiz yerine getirebilen, âşıkdır. Cânını, cânânına fedâ edemeyen, âşıklık da'vâsında bulunmamalıdır.
Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin, Kitâb-ı Kerîminde Ahsenü'l-Kasas buyurduğu Yûsuf Sûre-i Celîlesinde, Mısır kıtfirinin güzelliği dillere destan olan eşinin Hazret-i Yûsuf aleyhisselama beslediği aşk uğrunda âr u nâmus şişesini taşa çalıp, malını, mülkünü, makâmını, ırz ve nâmusunu ve yetmiş deve ile taşınabilen altın, gümüş, mücevher, yâkut, zümrüd nev'inden bütün kıymetli eşyâsını, saraylarını ve saltanatını neden ve nasıl fedâ etdiği hikâye olunmakdadır. Yûsuf aleyhisselâmdan haber getirene veya, "Yûsuf'u gördüm" diyene bahâ biçilmez kıymetdeki mücevherlerini nasıl saçdığı târihen sâbitdir. O kadar ki, Yûsuf aleyhisselâmın aşkı uğruna malını vere vere kendisine bir şey kalmamışdı. O hâle geldi ki, kimi görse, Yûsuf diye çağırır olmuşdu. Gökdeki yıldızlarda Yûsuf aleyhisselâmı görür, güneş ve ayda onun adının yazılı olduğunu sanırdı. Gerçekden de böyledir. Âşık olan, herkesi ma'şûku olarak görür ve her nereye bakarsa sevdiğinin ismini ve resmini müşâhede eder ve mâlik olduğu herşeyi bu uğurda fedâ etmekden çekinmez.
Züleyhâ, aslında Allahu Teâlâ'ya âşık idi. Hakk, ona Yûsuf aleyhisselâmdan tecellî etmişti. Esâsen, bütün aşklar mahbûb-u hakîkîye âid ve râci'dir. Ne var ki, tecelliyât başka başka zuhûra gelmişdir. Âşık olan ma'şûkunda, bu tecellîyi müşâhade eder. Onun için de ârif olan, aşk-ı mecâzîde kalmaz, önünde sonunda aşk-ı hakîkîye erer. Âşık olan, ma'şûk-ı hakîkîyi sevdiğinde görür. Ma'şûk-ı hakîkîye sevdiği perde olduğundan, o bu perdeyi yırtabilirse, ma'şûk-ı hakîkî o zaman kendisine zâhir olur.
Kimde kim aşkın nişânı var-durur
Âkıbet ma'şûka ânı irgürür
demişlerdir. Nitekim, Züleyhâ da herşeyini Hazret-i Yûsuf alayhisselam için fedâ etdi ama, sonunda emr-i ilâhî ile güzelliği ve gençliği iâde olununca, zâten yüzünü görür görmez îmân ile müşerref olduğu Yûsuf'a kavuşdu. Ancak Yûsuf aleyhisselâm ile evlendiğinde ondan kaçar olmuşdu. Issız ve tenhâ yerlere çekilir ve o tenhâlarda sevdiği Allah'ına ibâdet ederdi. Hazret-i Yûsuf aleyhisselâm kendisini yatağa davet edince, gece ise gündüze ve gündüz ise geceye vaad ederdi. Yûsûf aleyhisselâm kendisine, "Neden benden kaçıyorsun? Sen, artık benim helâlim oldun. Bir zamanlar sen beni yatağına çağırdığında, ben senden kaçardım. Çünkü, o zamanlar sen bana haram idin. Rabbime isyân edeceğimden korkarak davetlerini kabûl etmemekde ma'zûr idim. Oysa imdi artık helâlimsin, insan helâlinden kaçar mı?" dediğinde Züleyhâ şöyle cevâb verdi : "Ey Yûsuf-ı Sıddîk! Ben, seni Allahu Teâlâ'yı tanımadan önce severdim. Meğer benim sevdiğim ve âşık olduğum, sen değilmişsin. Sen, benim asıl sevdiğime perde olmuşsun. Şimdi, ben o perdeyi yırtdım ve Rabbimi buldum. Allahu Teâlâ'yı buldukdan ve onu tanıdıkdan sonra, onun aşkı benim kalbimi istilâ etdi. Diğer bütün sevgileri, kalbimden çıkarıp atdı. Onun aşkı yerine hiçbir aşkı istemem ve onun aşkından gayrı hiçbir şey beni mest etmez".
Bilmem, anlatabiliyor muyum?
Mecnûn'a adını sordular. Hiç düşünmeden, "Leylâ'dır" dedi.
Sordular Mecnûn'a Leylâ'nın sa'âdet-hânesin
Sînesin çâk idüp gösterdi dil-i vîrânesin
Leylâ öldüğü zaman, Mecnûn'a, "Leylâ öldü" dediler. Mecnûn cevâb verdi, "Hayır! Leylâ ölmedi, o benim kalbimdedir. İşte ben Leylâ'yım" dedi.
Günlerden bir gün, Mecnûn Leylâ'nın köyüne vardı ve Leylâ'nın evinin önüne gelerek gökyüzüne doğru bakmağa başladı. Kendisine, "Gökyüzüne bakma, Leylâ'nın evinin duvarlarına bak. Olur ki duvarlara Leylâ'nın resmi aksetmişdir, Leylâ'yı görmüş olursun" diyenlere şu cevâbı verdi :
Mecnûn'a sordular Leylâ nic'oldu
Leylâ gitdi adı dillerde kaldı
Benim gönlüm şimdi bir Leylâ buldu
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Şu ben yalvarırken sen nâz ederdin
Şem'ayı gözetip pervâz ederdin
Cefâyı çok vefâyı az ederdin
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Bugün Mevlâ gören Leylâ'ya bakmaz
Ulu a'lâ gören ednâya bakmaz
Aya nazar eden yıldıza bakmaz
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Mecnûn arzulayıp Kabe'ye vardı
Halkaya yapışıp zârilik kıldı
Mecnûn Leylâ derken Mevlâ'yı buldu
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Mecnûn'u beslerdi kullar tayalar
Mecnûn'un başında kuşlar yuvalar
Mekânımız oldu dağlar ovalar
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Mecnûn oldum dağ başında gezerim
Mevlâ ile oldu benim pazarım
Var Leylâ ki bu sevdâdan bezerim
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Ulu kuşlar yuva yapdı başımda
Ben Mevlâ'yı görür oldum düşümde
Var git Leylâ durma benim karşımda
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Gel ey Yûnus bu sırlardan açılma
Hakk'ın lutfun görüp gayra saçılma
İnâyet hak olan yerden kaçınma
Yürü Leylâ ki ben Mevlâ'yı buldum
Rabbim cümlemizi taklîdden tahkîke, aşk-ı mecâzîden aşk-ı hakîkîye erişdirsin, gerçek âşıklarla buluşdursun ve görüşdürsün, aşkları uğrunda canlarını ve başlarını fedâ eden aşk ehliyle sevişdirsin.
Evet, Leylâ'dan, Mevlâ'ya varılır, sanemden Samed'e dönülür, şirkden tevhîde erilir, aşk-ı mecâzîden aşk-ı hakîkîye vâsıl olunur. İnsan olana, elbette aşk lâzımdır. Bu aşk, ister mecâzî ister hakîkî olsun, insana yakışan bir duygu ve hasletdir. Aşkdan nasîbi olmayanın, merkebden farkı yok gibidir.
HİKÂYE
İstanbul’da Bayezid Câmi-i Şerîfinin inşâatı tamamlanmış, halka ibâdete açılışı merâsimi yapılacakdı. II.Sultan Bayezid Han, bu merâsimin devrin maddî ve manevî ilimler sahasında temâyüz etmiş âlimlerinden ve Halvetî meşâyihinden Cemâleddîn Halvetî Hazretleri tarafından idâre olunmasını irâde ve fermân buyurmuşdu. Hazret-i Şeyh, bu kudsî vazîfeyi yerine getirmek üzere kürsüye çıkdı. Başda bizzât pâdişah ve sadrazam olmak üzere, askerî ve mülkî ümerâ, devrin ileri gelen âlimleri ve büyük bir cemaat, câmi-i şerîfi doldurmuşdu. Cemâleddîn Halvetî Hazretleri söze başlayacağı sırada, cemaatden bir zât ayağa kalkarak, “Ey Şeyh-i Azîz” dedi, “bu feyizli topluluk arasında bulunmak üzere gelmişdim. Fakat gördüğünüz gibi çok kalabalık olduğundan merkebimi kaybetdim. Bütün cemaaat burada bulunduğuna ve zât-ı ârifânelerini dinlemeğe hazırlandıklarına göre acaba tarîf edeceğim evsafda sâhibsiz bir merkeb görüp görmediklerini hâzırûndan sorar mısınız?” dedi. Hazret-i Şeyh, hafifçe tebessüm buyurarak, “Ey Allah için kardeşim” dedi, “Hele sabreyle, merkebini inşâallah buluruz” dedi ve hazır bulunanlara hitâben ilâve etdi, “Ey cemaat! İçinizde aşk nedir bilmeyen ve ömründe hiçbir şeye âşık olmayan kimse var mı?” dedi. Cemaat arasından birisi ayağa kalkdı ve, “Yâ Şeyh” dedi, “ben aşk nedir bilmem ve bugüne kadar da hiçbir şeyi sevmedim ve âşık da olmadım” dedi. İki kişi daha kalkıp, aşk nedir bilmeyen ve hiçbir şeye âşık olmadığını söyleyen birinci adama iltihak etdikleri zaman, Cemâleddîn Halvetî Hazretleri, merkebini kaybeden zâta hitâb etdi, “Bir merkebini kaybetdiğini söylemişdin, bak sana tam üç tâne merkeb buldum. Şu farkla ki, kaybolan merkebin dört ayaklı idi, bunlar ise iki ayaklıdır” dedi ve vaaz u nasîhatine devâm etdi.
Biz ehl-i îmânı tenzîh ve tebrie eder ve ve bütün mü’minlerin îmân nûrlarıyla nûrlanan kalblerinde aşkullah, muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah bulunduğunu tasdîk ve teyîd ederiz. Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, aşkı yalnız ve yalnız şehvet ve behîmî duygular mahsûlü sayanları ve sananları da uyarabilmek için böylesine bir yorumda da merkeblerin en başda gelen mahlûk olduğunu açıklamakda fayda görürüz. Aşk ile şehvet, aslâ birbirine karışdırılmamalıdır.
Âlem içre âlemi yaşayanların hâli...
YanıtlaSilBu insanoğlu niye fânî şeylere tâlib olur ki?
Allah bes,bâki heves!
"Seninle benim aramda çekişiyor benimle benliğim
YanıtlaSilLûtfunla kaldır aramızdan şu benliğimi benim!"
Bu kitabın tanıtımını yapmıştınız youtube'da.Seslendirmeyi yapan sizsiniz değil mi?
YanıtlaSilEvet
SilFasîh bir lisânınız var MaşaAllah.Efendi Hazretlerinin eserini de özlü ve güzel anlatmışsınız yüreğinize sağlık.Tekrar tekrar okunacak bir eser diğer eserleri gibi.Bir solukta bitirmiştim.
SilFasîh bir lisânınız var MaşaAllah.Efendi Hazretleri'nin bu eserini de özlü ve güzel tanıtmışsınız yüreğinize sağlık.Tekrar tekrar okunacak çok güzel bir eser,tıpkı diğer eserleri gibi.Bir solukta okumuştum.
Sil