Sayfalar

28 Ekim 2017 Cumartesi

Sûre-i Feth'in İlk Âyetleri Hakkında Mühim Bir Tenbîh

Bir önceki yazımızı peygamberlere mahsûs sıfatlara ayırmışdık. O yazıyı okuyanların hatırlayacağı üzere o sıfatlardan biri "İsmet" yani "Ma'sûmiyyet" sıfatıdır. Peygamberler ma'sûmdur yani günâh işlemezler. Günâh işlemek şöyle dursun günâha meyl dahî edemezler. Zîrâ onlarda insanı günâhı götüren gaflet, kibir, hased, gadab, hubb-i dünyâ gibi nefsânî sıfatlar yokdur, çünkü yaradılmamışdır. 

Bu kısa îzâhdan sonra dikkatlerinizi çekmek istediğim husûs Sûre-i Feth'in ilk âyetleri hakkındadır : 

 إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا *  لِيَغْفِرَ لَكَ اللَّهُ مَا تَقَدَّمَ مِن ذَنبِكَ وَمَا تَأَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا * وَيَنصُرَكَ اللَّهُ نَصْرًا عَزِيزًا

Yukarıkdaki âyet-i kerîmelerden ikincisine ma'nâ verenlerin çoğu büyük bir hatâya düşerek Resûl-i Ekrem Efendimize "zenb" yani "günâh" isnâd ediyorlar. "Peygamberlerin Seyyidi" ve "Şefî'al Müznibîn" olan "Habîb-i Kibriyâ" Muhammed Mustafâ aleyhissalâtu vesselâm nasıl olur da günâh işler. Bazı müfessirler de peygamberimize günâhı yakıştıramadıkları için "zenb" kelimesine "kusur", "hatâ" gibi ma'nâlar vermişlerdir ki bu da, hatânın ta kendisidir.

Hatırlarsanız daha önceki bir yazımızda Muzaffer Efendi Hazretlerinin şu mühim tenbîhini zikretmişdik :
Resûlullah da istiğfâr eder, sen de ben de ederiz. Kelimeleri aynıdır ama ma'nâları farklıdır.
Diğer bir yazımızda da Resûl-i Ekrem Efendimizin istiğfârı hakkındaki hikmetleri ve gayn mes'elesini îzâha gayret etmişdik. "Hasenatü'l-ebrâr seyyiâtü'l-mukarrabîn" sözünü îzâh edereken de bu mes'eleye değinmişdik. 


Muhammed sırr-ı a'lâdır ki kadri "kâbe kavseyn" ol
Muhammed sırr-ı eclâdır ki hak sultân-ı kevneyn ol
Bütün bunları birlikde değerlendirdikden sonra bu âyet-i kerîmelere verilecek ma'nâ "Biz senin geçmiş ve gelecek günâhlarını affettik veya affedeceğiz" olamaz. Böyle ma'nâ vermek, peygamberlerin "İsmet" sıfatını reddetmek demekdir. Öyleyse bu âyet-i kerîmelerde beyân edilen hakîkat nedir? "Zenb" ve "Mağfiret" kelimelerine ne ma'nâ vermek gerekir? 

Biliniz ki Kur`ân'ın her âyetinde olduğu gibi bu âyet-i kerîmelerde de sayısız nükteler ve latîf ma'nalar vardır. Bunları beyân etmek büyük bir işdir. Biz şimdilik denizden bir katre, güneşden bir hüzme, olarak şu ma'nâyı verelim. Cenâb-ı Hakk, Habîbine hitâben buyuruyor ki :
Seni günâh işlemeye kâbiliyyeti olmayacak şekilde yani ma'sûm olarak yarattım. Sen, nübüvvetini izhâr etmeden önce de günâhsızdın, nübüvvetini izhar ettikten sonra da günâh işlemen mümkün değil. Sen her türlü günâhdan ve hatâdan mahfûzsun. Kendine lâyık görmediğin için istiğfâr ettiğin hâller, günâh ve kusur değildir. Sana hiç kimseye vermediğim büyük ni'metleri vereceğim. Sana sırât-ı nübüvvetde öyle büyük bir nusret ve feth vereceğim ki senden önce hiç bir nebî senin nâil olacağın bu nimetlere nâil olmadı, senin erişeceğin makâma da erişmedi.
Mustafâ'dır nûr-ı a'zam nûru nûr-ı kâinât
Mustafâ'dır vech-i ekrem sırrı sırr-ı kâinât
Tasavvufî ma'nâsına gelince :
Ehlullahın bildirdiğine göre feth üç türlüdür. Şöyle ki :
Birincisi "feth-i karîb"dir ki, mak'am-ı kalbde, feth-i melekût-i ef'aldir. Bu makâmda nefsin hicâb-ı hissi zâil olup, ef'âli, ef'âl-i Hakk'da fânî olur ki tevhîd-i ef'âl mertebesidir. Sûre-i Saff'daki نَصْرٌ مِّنَ اللَّهِ وَفَتْحٌ قَرِيبٌ âyeti buna işâret eder. âyet-i kerîmedeki "karîb/yakın" lafzı bu mertebenin ik mertebe olduğuna, "nasrun minallah/Allah'dan yardım" lafzı da Hakk'ın yardımı olmadan sadece cehd ederek bu makâma erilemeyeceğine işâretdir.
İkincisi "feth-i mübîn"dir ki, makâm-ı rûhda, feth-i ceberût-i sıfatdır. Bu makâmda nefsin hicâb-ı hayâli zâil olup, sıfâtı sıfat-ı Hakk'da fenâ bulur ki tevhîd-i sıfat mertebesidir. Sûre-i Feth'deki إِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُّبِينًا âyeti buna işâret eder. "İnnâ/Biz" lafzı bir önceki mertebeye de işâret eder. 
Üçüncüsü "feth-i mutlak"dır ki, makâm-ı sırrda feth-i lâhut-i zâtdır. Bu makâmda nefsin hicâb-ı vehmi zâil olup, zâtı zât-ı Hakk'da fenâ bulur ki tevhîd-i zât mertebesidir. Sûre-i Nasr'ın başındaki إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ âyeti buna işâret eder. "Feth"in harf-i ta'rîf ile gelmesi ve ilk âyetdeki "nasrun minallah" yerine "nasrallah" denilmesinde de latîf ma'nâlar vardır.
Hülâsâ-i kelâm, anlaşılıyor ki, Resûl-i Ekrem Efendimizin istiğfârı, bir suç veyâ günâh için değil, bir mertebe yukarıya 'urûc ettiklerinde bir aşağıdaki mertebeye nazaran yaptıkları istiğfârdır. Zîrâ ef'âl, sıfata, sıfat da zâta perdedir. Diğer bir ifâde ile kalb, rûha, rûh da sırra perdedir. İşte Efendimizin istiğfarı bu hicâblar içindir. Cenâb-ı Hakk'ın mağfireti de O'nu bütün bu perdelerden kurtarıp zâtına mir'ât edinmesidir.
Âyinedir bu âlem her şey Hakk ile kâim
Mir'ât-ı Muhammed'den Allah görünür dâim

Allah, bizleri Kur`ân-ı Mübîn'in ma'nâlarına âşinâ eyleyip, kelâmullaha murâd-ı ilâhi hilâfına ma'nâlar vermekden muhâfaza eylesin. Âmîn bi hürmeti seyyidil mürselîn.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder