Sayfalar

23 Eylül 2019 Pazartesi

Safânın Hakîkati ve Gerçek Sôfîlerin Alâmetleri

Seyyid Ahmed er-Rıfâî Kaddesellahu Sırrahu'l-Âlî Hazretleri buyuruyorlar ki :
Safânın hakîkati, Hazret-i Peygamber'in ahlâkıyla ahlâklanmakdır. Sıdk ve vefâ sâhibi olan ashâbının yolu takip ederek yüce Melik'in sohbetinden ayrılmamakdır. Denildi ki, safânın hakîkati, kalbin lutuf yaygısı üzerine atılması ve sırrın istikâmet üzere bulunmasıdır. Safânın hakîkati, allâmü'l-guyûb olan Allah için kalblerin tasfiyesidir. 
Gerçek fakîrlik, darda olmakla berâber, Hakk'ın taksîmine râzı olıp, ihtiyâcı terk etmekdir, kudret-i ilâhiyye altından külliyen fânî olup, şevk kanatlarıyla Cenâb-ı Rabbü'l-İzzet'e doğru uçmakdır. Safâ, Sırrın yüce merâtib ve derecâtdan Allah'a hicreti, menâzil ve makâmatdan Allah'a firârı, nefsin çağırdığı tuzaklardan ve rûhun sevkettiği yorgunlukdan kaçınması ve rubûbiyyet sıfatları altında beşreiyyet sıfatlarının yok olmasıdır.
Bugün tasavvuf hakkında ileri geri konuşanlara bir bakarsan, onların çoğunun zındıklar, hâricîler ve bid'at ehli kişiler olduklarını görürsün. Yine onların, insanların en câhillerinden, en ahmaklarından, hîle ve tuzak bakımından en tehlikelilerinden olduğunu görürsün. Onlarda çok fazla ucub ve kibir de vardır. Onlar, zühd ü takvâ ve sıdk u safâ ehline çok kötü zanlar beslerler. Safâ ehli, onların vasfettikleri ve vehmettikleri gibi değildir, pek yüce ve safdır.
 Huzûru bulmadan sôfî kılarsın tâatı heyhât
Ki tevhîd ehliyim dersin edersin şirketi heyhât
Racîm'in dâm-ı mekrinden ucubla kibre düşmüşsün
Libâs-ı şeytânetle kasd edersin kurbeti heyhât
Sôfîliğin alâmeti, kişinin nefsini dünyânın ve ehl-i dünyânın bütün kirlerinden arındırması ve her türlü kötü sözden, fiilden ve sıfatdan temizlemesidir. Sôfî, rûhunu, Allah'dan yüz çevirme ve Hakk'dan gayrısına teveccüh etme kirlerinden temizlemiş olan kişidir. Yine nefs ile berâber nefssiz, halk ile berâber halksız, kalb ile berâber kalbsiz, hâl ile berâber hâlsiz, vakt ile berâber vaktsiz olmak, sôfîlerin alâmetlerindendir. 
Sôfî, Allah'ın emirleri yaygısında müstakîm, Allah'ın azameti karşısında boynu bükük, Allah'dan başkasından müstağnî, Allah'dan ırak kalma korkusuyla mahzûn, nefsi hizmet, kalbi muhabbet, sırrı ise ma'rifet nûruyla aydınlanmış kişidir.
Kalbinin şevk kanatlarıyla uçması, uzuvlarının Hakk yolunda müstakîm olması, Allah'a ünsiyyeti sebebiyle elde ettiği manevî lezzetin tesiriyle mahlûkâtdan kaçması, Allah'ın mülküne iltifâtı terk etmekle berâber mülkün melîki olan Allah'a kırık bir kalble ve tam ma'nâsıyla yönelmesi de, sôfînin alâmetlerindendir.
Kulun Hakk'a dönmesi, O'na itimâd edip güvenmesi, mahlûkâta iltifât etmeksizin Allah'la berâber olması, kalbinin haşyetli, dilinin semâvî, ilminin rabbânî, himmetinin ferdânî, hayâtînın rûhânî, kaderinin nûrânî, ma'nâsının vahdânî olması, tüm irâdesinin Allah'ın irâdesi altında olması, küfür denizine düşmemek için gizli ve âşikâr her yerde Allah'a şükredici, nisyân çöllerinde kaybolmamak için her zaman ve her yerde Allah'ı kalbiyle zikredici olması, Mevlâsının onu ve ondan daha yüksek derecede olanları gördüğünü bilmesi ve gözettiğinin idrâk etmesi, Allah'ın nazarının azameti ve Allah'ın kudretinin kemâli altında fenâ bulması, Rabbine olan sevgisinin lezzeti dışında bütün lezzetleri bırakması, Allah'ın imtinân denizinde gark olması, sıdk ile ubûdiyyete sarılması, kalbini Allah'a bağlayarak, O'ndan gayrısıyla meşgûl olmakdan korunması, mü'minlere karşı mütevâzı olması, ölüm gelinceye kadar hüzün yaygısı üzerinde durması, Allahu Teâlâ'nın "Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz?" emrinin aksine, bütün sözlerinin fiillerine, bütün fiillerinin de özüne uygun olması, sôfîlerin alâmetlerindendir.
Gerçek sôfî, nimetin azına şükreder, musîbetin çoğuna sabreder ve Allah'ın hükmüne râzı olur, kalbini Allah için muhâfaza eder, Allah'dan başka hiç kimseden korkmaz, Allah'dan başka hiç kimseye ümîd bağlamaz, Allah'dan başka hiç kimseyi taleb etmez. Zîrâ o, çok iyi bilir ki, eşi ve benzeri olmayan Allah'dan başka hiç bir şey ona ne zarar ne de fayda verebilir, onu ne yükseltebilir, ne de koruyabilir, ona ne izzet ne de zillet verebilir. O, Resûlullah'ın sünnetine, ahlâkına ve ashâbının yoluna tâbi' olur. O, âkıbetinin kötü olmasından endîşe eder. Halk, takdîr edilenle meşgûl olurken, o "Mukaddir"le yani herşeyi takdîr eden Allah ile meşgûl olur. Halk, tedbîr ile meşgûl olurken, o "Müdebbir"le yani bütün işleri idâre eden Allah ile meşgûl olur. O, hayâ ile hizmet yaygısına oturmuş, fakr sedîri üzerine uzanmış, kurbiyyet ve müşâhede odalarına girmiş, üns ve muhabbet kâsesinden içmişdir.
Gerçek sofî, çoğu zaman sükût eder, gayzını yutmasını bilir, şehvetine gâlibdir, rahatını terketmiş ve nefsinin azrularından uzaklaşmışdır. Tek korkusu, sevgilisinden yani Allah'dan uzak ve ayrı düşmekdir. Halk içinde en cömert, en müttekî, en doğru, an akıllı ve en saf olan odur. O, dünyâya ibret, nefse horlama, âhirete müjde, Rabbü'l-âlemîn'e ise iftihâr nazarıyla bakar. İstikâmet husûsunda metîn ve engin dağlar gibi olduğundan, kasırgalar onu sarsamaz. Kendisine âid olmayan şeyi taleb etmez. Kendisi için taksîm edilene önem vermez. Mahlûkâtın hizmetinden sıyrılmış, Rabbü'l-âlemîn'in hizmetiyle meşgûldür. Mûsibetler onu Rabbinden döndüremez. O'ndan başkasını sevgili olarak kabûl etmez. Nefsi bütün hatâlardan ve zellelerden temizlenmiş, kalbi ise bütün gafletlerden ve yanılmalardan berîdir. Yemeği hasta yemeği, ağlaması sevgilisini kaybedenin ağlaması gibidir. Allah'dan başkasına güvenmez, O'ndan başkasına teslîm olmaz. Sâhib olduğu nimetler için yalnız O'na şükreder, ihtiyâcını da yalnız O'na arzeder. Allah'ı her ahvâlde kendisi için bir dost bilmiş ve bütün işlerinde O'na boyun eğmişdir. Bütün konuşmalarında Allah'ı zikreder. İrâdesini Allah'a terketmişdir. Uykusu az, hüznü çok, bedeni hafîfdir. Enîsi ve refîki Hazret-i Allah'dır.
Allah bize kâfidir, O, ne güzel Vekîl'dir.
Ey gönül bezm-i ezel va'dini gel eyle vefâ
Tâ ebed gülşen-i Hakk'da bulasın zevk u safâ
Geçerek perde-i âmâl-i sivâ zulmetini
Her metâlibden muallâ sana Allah kefâ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder