Sayfalar

5 Ekim 2019 Cumartesi

Şöhret Âfetine Uğrayan Sofu

Vaktiyle bir şehirde, herkesin çok sofu olarak bildiği, âbid ve zâhid olarak tanınmış bir adam varmış. O şehirde hacca gitmeye niyetlenen bir zât, onun zühdüne ve takvâsına güvenerek, yetişkin kızını ona emânet etmiş ve hac kâfilesiyle Hicaz'a doğru yola çıkmış. Bir kaç gün sonra o zâhid bilinen adam, nefsine mağlûb olarak kendisine emânet edilen kızcağıza tecâvüz etmiş. İş olup bittikden sonra pişmân olmuş ama neye yarar? Hac dönüşü kızın babasına ne diyeceğini ve bu utançla halkın yüzüne nasıl bakacağını düşünmeye başlamış. O çâresizlik içinde bu sırrını bir hocaefendiye açmış ve akıl istemiş. Hocaefendi, bu felâketden kurtulmanın çâresi olarak, kızla evlenmesini, ona malından büyük bir pay vermesini ve kızı râzı ederek boşanmasını, sonra da bu diyardan bir müddet uzaklaşmasını tavsiye etmiş. Bir de tanıdığı bir mürşid-i kâmilin ismin verip, gidip o mürşidin terbiyesi altında nefsini ıslah etmesini söylemiş. Sebebini de şöyle îzâh etmiş : 
Senin bu felâkete uğramanın sebebi, henüz tam ma'nâsıyla zühd ü takvâ sâhibi olmadığın halde, kendini öyle göstermendir. Bir daha başına bu veya benzeri bir felâket gelmemesi için mutlakâ nefsini kötü sıfatlardan arındırmalı ve kalbini şeytâni sıfatlardan temizlemelisin. Bunun da çâresi bir mürşidin terbiyesi altında nefs ile mücâhede etmekdir.
Bu sekiz şeydir belâ-yı ehl-i dünyâ bil yakîn
Hırs u şehvet fahr u ziynet lu'b u gaflet kibr ü kîn

Günâhkâr sofu, danıştığı âlimin tavsiyelerine uyarak, önce kızı nikahlamış ve malının yarısını ona hîbe etmiş. Sonra da kızın rızâsını alarak onu boşamış ve kendisine mürşid olarak tavsiye edilen zâtın bulunduğu şehre doğru yola çıkmış. Yol boyunca, konakladığı her yerde, nereye gittiğini soranlara, o mürşidin ismini vererek, "Filanca şehirde böyle bir veliyyullah varmış, ondan istifâde etmeye gidiyorum" dedikçe hep o zâtın aleyhinde konuşulduğuna şâhid olmuş. Herkes o zâtı çekiştirip durmuş.  Fakat o söylenenlere aldırış etmemiş ve o veliyyullahın bulunduğu şehre varmış. Sora sora o zâtın evini bulmuş. Yorgun argın eve vardığında dış avludan içeri doğru bakınca bir de ne görsün? Beyaz sakallı, bir zât oturmuş, karşısında hesnâ müstesnâ güzellikde bir kız, kızın elinde bir bardak, o zâta bir şey içiriyor. Sofu, bu manzarayı görünce, o zâtın aleyhinde söylenenlerin doğruluğuna kâni olmuş ve kendisiyle görüşmekden vazgeçip geri dönrneye karar vermiş. Tam kapıdan dönerken, Hazret, yerinden kalkarak kapıyı açmış ve uzaklaşmakda olan sofuya ismiyle hitâb ederek "Nereye gidiyorsun? O kadar uzun yoldan bizi görmek için onca zahmet çekip geldin. Görüşmeden gidilir mi?" demiş ve onu içeri almış. Hazret'in bu kerâmetini gören sofu, içeri girip oturmuş ama yine de içi rahat değilmiş. Eve girmeden önce gördüğü manzarayı hatırladıkça içini bir kurt kemiriyormuş. Hazret sofuyu sû-i zanndan kurtarmak için, daha o sormadan, mes'eleyi şöyle îzâh etmiş :
O gördüğün kız, benim öz kızım. Bana ikrâm ettiği de meyve suyudur. Al istersen sen de iç. 
Sofu, o zât hakkında kötü düşündüğü için utanmış ve Hazret'in ayaklarına kapanarak şöyle yalvarmış. :
Aman Efendim! Lütfen beni affedin. Memleketimden buraya gelinceye kadar kime rastladıysam hep sizin hakkınızda kötü kötü sözler söylediler. Ben de herhalde o sözlerin tesiri altında kalmış olmalıyım ki, böyle kötü düşüncelere kapıldım. Fakat şunu da çok merâk ediyorum. Lütfen bunu sorduğum için beni bağışlayınız ama neden fazîlet ve kemâlinizi halka göstermiyorsunuz da halkın levminden kendinizi kurtarmıyorsunuz?
Hazret, o ham sofuya şu mürşidâne cevâbı vermiş :
Niçin? Kendimi halka kâmil ve fâdıl bildireyim de, hacca giden din kardeşlerim kızlarını emâneten yanıma bıraksınlar, sonra da o emânete hıyânet edeyim ve derdime çâre aramak için diyar diyar gezeyim diye mi?
Zâhid-i meşhûru ancak zühd ile şöhret yıkar
'Âbid-i cennet-peresti gayriye rağbet yıkar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder