Sayfalar

31 Mart 2021 Çarşamba

Sôfîlikde Halvet ve Hizmet

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine bir radyo programında sordular, "Hıristiyanlarda ve budistlerde dağlarda inzivâya çekilmek var, halbuki islâm sôfîlerinde halka hizmet var, aradaki farkın sebebini îzâh eder misiniz?" dediler. Bunun üzerine Efendi Hazretleri buyurdular ki :

İslâm sôfiyyesinin birinci maddesi, Allah'ı bilmek, Allah'ı bulmak ve Allah'ı sevmek ve Allah'a ibâdet ve aynı zamanda mahlûkât-ı ilâhîye şefkatden ibâretdir. Bizde de uzak dağlara çekilme olabilir, fakat bu, nefsini tezkiye etmek için yapılır, halkın şerrinden, halkın kötülüğünden kaçmak için değil. "Kendi kötülüğümden halk incinmesin" için yapılır. Zîrâ halkın şerrinden kaçmak için yapılırsa, bunu yapan kimse kendini halkdan üstün görmüş olur ki, İslâm sôfîyyesinde, insanın kendisini herkesden dûn görmesi, herkesden daha aşağı görmesi lâzım gelir. Onun için biz de bazen nefsimizi tezkiye bakımından, terbiye bakımından, tenhâ yerlere çekiliriz, ona bizde halvet tabîr edilir. Halvete çekiliriz ama bu nefsimizi terbiye bakımındandır. Nefsimizle halka eziyet edeceğimizin farkına vardığımız vakitde biz bunu yaparız, nefsimiz ıslâh olsun, halka eziyet cefâ etmesin için, halk bizim kötülüğümüzden kurtulsun için yaparız. Aradaki fark budur. 
Bizde dağlara çekilmek yâhud halvete girmek, Allahu Teâlâ'nın bizim kalbimizde tecelliyâtı ile olur. Yani Allah bize onu ilhâm eder, Hakk'ın ilhâmıyla dağlara çekiliriz. Ya da şeyhimiz yani mürşidimiz bizi terbiye bakımından, bizi ne yapar, halvete çeker. Onlar ise kendileri çekiliyorlar dağa, istekleri ile çekiliyorlar. Biz Hakk'ın emri ile çekiliriz. Netekim Hazret-i Muhammed, aleyhi's-salâtü ve's-selâm, peygamberliğini izhâr etmeden evvel, peygamberliğini ilân etmeden evvel, kendisi dağlara çekilmişdi, Hıra Dağına çekiliyordu ama kendi isteğiyle değil, Allah O'na Hıra Dağına çekilmeyi ve halkdan uzaklaşmayı sevdirmişdi. Yalnızlık kendisine sevdirildiği için çekiliyordu ve netekim de orada bulunduğu müddetçe Hakk Teâlâ'nın ibâdetiyle meşgûl oldu ve nihâyetinde Cebrâil O'na geldi. Cebrâil melek, vahiy getirdi kendisine ki Buhârî-i Şerîf'de bu beyân edilmekdedir. 
Ve aynı zamanda gene Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, "Halkın içinde bulunarak, halka hizmet ederek, halkı irşâd ederek, halkın zulmüne tahammül etmek, tek başına dağa çekilip ibâdet etmekden Allah'a daha sevgilidir. Dağa çekilen, ibâdet yapar ve kendi nefsini kurtarır. Halkın içinde bulunarak, halka hizmet etmekle, halkı irşâd etmekde bulunan kimse, halkı irşâd eder. Kendini cehennemden koruyanla, halkı cehennemden kurtaran bir değildir. Elbet ki halkı kurtaran daha muhteremdir. 
Hattâ Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, bir gün mescide girdi, orada iki zümre halk vardı. Birisi, ilme çalışıyorlardı, bir kısmı da Allah'ı zikrediyorlardı. Ve yanındaki bulunan arkadaşı Ebâ Hureyre'ye dedi ki, "Yâ Ebâ Hureyre, bu ilme çalışanlar mı efdaldir, zikr-i ilâhî ile meşgûl olanlar mı efdaldir?" diye sorduğunda, Ebâ Hureyre, Peygamberimize, "Yâ Resûlallah, hak ve hakîkati siz bilirsiniz" dedi, "Allah ve Resûl'ü bilir" dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber buyurdu ki, "Tek başına zikredenler, nefslerini cehennemden koruyorlar. İlmi tahsîl edenler ise, halkı cehennemden kurtarıyorlar" dedi. Bu sözle, apâşikâr, gün gibi âşikâr oldu ki, halka hizmet etmek, halkı kurtarmak, kendini kurtarmakdan efdaldir. Ve her milletde de bu böyledir. 
Bir gemi batdığı vakitde kendini kurtaran başkadır, halkı kurtarmak için kendini fedâ eden elbet ki herkes tarafından takdîr olunur. Gemi batarken tek başına kendini kurtaranlar, dağa çekilenler gibidir. Halkı kurtarmaya çalışanlar ise, onlar, halkın içinde bulunup, halka hizmet ederek, halka yardım edenlerdir. Halkın içinde bulunup halkı kurtarmak, elbet ki kendini kurtarmakdan daha takdire lâyık ve şâyândır.

İki kardeş aralarında şöyle bir mukâvele etseler. Deseler ki, "Sen çalış bana bak, ben tek başıma ibâdet edeyim, ben çalışmayayım". Şimdi bunların hangisi efdaldir? Çalışıp ona bakan mı, yoksa çalışmadan zikreden mi, Allah'a ibâdet eden mi? Hangisi efdaldir? Elbette ki çalışan ve çalışarak Allah'a ibâdet eden efdaldir.
Bu medeniyet dünyasında, bu medeniyeti kurtaranlar, insanları kurtaranlar, nefsini kurtaranlardan daha efdaldir. Zîrâ halkı kurtaranlar bu medeniyyeti kurmuşlardır, mücerred nefsini kurtaranlar değil. Ama nefsini tezkiye için, kendini halk arasında ıslâh edemeyen, kalbini tezkiye için, bir dağa çekilirse, bir müddet için, bu belki fazîletli olabilir ama halka hizmet etmekden fazîletli olmaz. Şimdi size hikâyesini anlatacağım.

Bir zât vardı, dağda velî olmuşdu, evliyâ olmuşdu. Yani dağa çekilmiş, orada halkdan kesilmiş, orada evliyâ olmuşdu. Bir velî de vardı, şehir içinde halka hizmet ederdi. Dâgî olan evliyâ, dağda yaşayan evliyâ, birgün bu şehirde bulunan evliyâyı ziyârete geldi, gelirken de mendiline süt doldurdu. Mendile! Mendiline süt koydu ve getirdi, şehirde yaşayan evliyâya dedi, "Dağın sütü gâyetle iyidir, yağlıdır, sana süt getirdim" dedi. Ama mendilde! İnce mendilde. O Hazret dedi ki, "Onu duvara as" dedi, duvarda çivi vardı. O, mendili duvardaki çiviye asdı. O zât kundurucaydı, o şehirde yaşayan velî, ayakkabı yapardı. Bir müddet sonra, bir kadın geldi onun yanına, dedi ki, "Yâ Şeyh, benim ayağıma bir ayakkabı yapar mısın? Ölçümü al" dedi. Ölçüyü verdiği vakitde, kadının erkeklerin şehvetini tahrîk edecek yerlerini gösterdi. Fakat şehirli velî, hiç buna aldıramadan kadının ölçüsünü aldı. Fakat dâgî velî, dağlı olan velî, kadının şehvet yerini görünce, hemen duvardaki süt başladı damlamaya. Yani mendil delindi, damlamaya başladı. Hiç ses çıkarmadı, sonra giderken o dâgî velîye o da mendilin içerisine ateş doldurdu ve dedi ki, "Dağ soğuk olur, sen bu ateşle ısınırsın" dedi. Mendil yanmıyordu, ona teslîm etdi. Gösteriyor ki, halk içinde bulunarak velî olanlar, halka hizmet edenler, tek başına velî olanlardan daha efdaldir. Bu hikâye bunu göstermekde. Anlaşılıyor ki halk içinde olup da gönlü Hakk'da olanlar efdal. Yani halkın içinde oluyor, halkın içinde halvet yapıyor, yani halkın içerisinde dağa çekiliyor, halkın suçlarını görmüyor, kötülükleri görmüyor, o efdal. Fakat dağdaki gelip görünce derhal evliyâlığı bozuldu onun. Ve dedi ki ona, "Dağda evliyâlık yapmak kolay, erkeksen gel de şehirde yap evliyâlığı" dedi.
Onun için bizim İslâm sôfîleri, elleri kârda, gönülleri yârdadır yani elleri kârda gönülleri Allah'dadır. Bir adam bir parayı tutduğu vakitde, elleri kirlenebilir. Onu sabunla, suyla yıkayabilir. Para muhabbetini kalbine sokarsa, orasının yıkanması gâyetle güçdür. Kalb, kolay kolay yıkanmaz ama el yıkanır. Onun için bizler, biz İslâm sôfîleri, zâhirde ticâretle, işle, halka hizmetle meşgûl oluruz, her ânda, her zamanda, her mekânda kalbimiz Allah'dadır. Allah bizim kalbimizdedir. Allah bizim kalbimize tecellî eder.
Nice insanlar var ki, şehirde yaşıyorlar, gönüllerinde dünyâ yok. Nice insanlar var, dağlara çekiliyorlar, fakat gönülleri dünyâya bağlı.

Râhibler dağa çekiliyorlar. Yani dağın Allah'ı başka, şehrin Allah'ı başka mı? Allah birse eğer, insan şehirde de adam olabilir, dağda da adam olabilir. Mâdem ki Allah birdir, dağa çekilmeğe lüzûm kalmaz. Bizim sôfîlerin büyükleri demişler ki, "Kızdırmak ateşdedir sacda değildir". Biliyorsunuz sac, demirden yapılır, üzerinde ekmek pişirirler Anadolu'da, Türkiye'de. "Kızdırmak ateşdedir sacda değildir, dervîşlik başdadır tacda değildir". Tac da dervîşlerin giydiği külâh, tac derler ona sôfiyye lisânında. Kızdırmak ateşdedir sacda değildir, dervîşlik başdadır taçda değildir, külâhda değildir. Ararsan Allah'ı kalbinde ara, Kudüs'de, Mekke'de, dağda, hacda değildir. Allah külli yere kâdirdir, yani her tarafa muhîtdir. Allah her yere kâdir, hâzır ve nâzırdır, her şeyi ihâta etmişdir. Allah'ın mekânı yokdur, mekânların mekânı Allah'dır.

Halvet etdim deyü sôfî gayra hor bakma sakın
Hakk'dan ayrı yer mi vardır kangı yer halvet değil
Halvet etmenin meâli 'âkıbet vuslat ise
'Ayn-ı eşyâyım dedi Hakk kangı şey vuslat değil

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder