Sayfalar

22 Mart 2021 Pazartesi

Tarîkat Âdâbında Tevhîd Zikri

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Tarîkat demek, yol demekdir. Arapça tarîkat, tarîk, yol ma'nâsınadır. Fakat bu tarîk, yol ma'nâsına olduğu gibi maneviyyatda tarîkat, Allah'a giden yollar ma'nâsınadır. İsimleri ayrı ayrı da olsa, Halvetîydi, Kâdirîydi, Cerrâhîydi, Rufâîydi, Bedevîydi, bunların hepsi, bir tarîkdir, tarîkat-i Muhammediyyedir. Hepsi İslâm dînindeki bulunan tarîkatlardır, insanları Allah'a kolayca îsâl eder ve götürür. Zîrâ tarîkat, insana Allah'ı sevdirir. Allah'ı sevdirir ve Cenâb-ı Hakk bize bizden yakın olduğu halde, bizim bunun farkına varmadığımızı bize bildirerek, bizi Allah'a yaklaştırır. Bu da zikirle olur. Zikir, lugatçe ma'nâsı hatırlamakdır. Hakk Teâlâ'yı hatırlamak. Âşıklar zâten unutmazlar ki hatırlasınlar fakat unutanlara hatırlatırlar. Ve aynı zamanda da kişi sevdiğini çok çok zikreder.
Tarîkat yolu, muhabbet ve aşk ve sevgi yoludur ve saygı yoludur ve şefkat, merhamet, mürüvvet, sabır, metânet, cûd u kerem, sehâ, yoludur. 
Kulun Allah'ı sevmesi kâbil değildir. Meğer ki Allahu Teâlâ evvelâ kulu seve ki kulun kalbine muhabbet yollarını aça. Kul da Allah'ı o vakit sevebilir. Bunun da ibtidâsı zikrullahdır. Çünkü Hazret-i Ali kerremallahu vecheh, "Cenâb-ı Hakk'a vuslat için en kısa yol nedir?" diye Resûl-i Ekrem'e sorduğunda, Cenâb-ı Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem, "Tevhîddir" buyurmuşlar. İmâm-ı Ali buyurmuş ki, "Yâ Resûlallah, ben tevhîd etdim". Yani lâilâheilllallah. Bu lâilaheillallah, burâk gibidir, ona kim binerse, bu burağa, ma'şûkuna tez erişir. Efendimiz buyurmuş ki, "Bu senin ilk tevhîdin, ibtidâî tevhîddir. Tekarrüb-i ilallah yani Allah'a kurbiyyet ve vuslat için yapılacak tevhîdi, karşıma otur, dizlerini dizlerime daya, gözlerini yum ve benim yapdığım gibi yap" demiş, üç defa kendisi bizâtihî, sağdan alıp sola başlarını çevirmişler, sağda "lâ ilâhe", "lâ ilâhe"yi sağda, "illallah"ı solda ve kalbe vermişlerdir. Dikkat edilirse, dervîşler, zikrullahda, tevhîdde, "lâ ilâhe"yi, sağ tarafdan alırlar ve başlarını semâya doğru kaldırırlar, arşa, sonra "illallah"ı kalblerine indirirler. Efendimiz üç defa bu tekbîri yapmış, bu tevhîdi ve demiş ki, "Yâ Ali, benim yapdığım gibi yap" demiş. Hazret-i Ali de mübârek gözlerini yummuş, Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin, yapdığını aynı yapdığı gibi yapmış ve göreceğini görmüş ve bulacağını bulmuş. Biz de şimdi, Hazret-i Ali'nin yapdığı gibi, bu tevhîdi, Resûlullah'ın talîmi üzerine yapmakdayız. 
Tabii Allah'ın nimetine gark olan zevât Allah'ı zikreder ve Allah'ı tanır. Çünkü biz Hakk'danız, Allah'danız ve yine Allah'a rücû' edeceğiz, Allah'a gideceğiz. Öyleyse, bu âlemin yani bu kâinâtın bir kapısı, ana rahmidir, oradan bu âleme çıkarız, sonra ikinci kapısı kabirdir, oradan tekrar ahret âlemine gideriz. Âlem-i ervâhda "elestü bi rabbiküm" hitâbında Cenâb-ı Hakk'ın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye hitâbına rûhlar "kâlû belâ" demişdir. Tasdîk etdikleri gibi, "illallah"da bu kâide mevcûddur. Hakk'ın varlığını ve birliğini tasdîkdir, "illallah". Ve mücerred, ne dünyayı ne âhireti istemekdir, ancak Allah'ı istemekdir ve Allah rızâsını istemekdir ve Allah'ı istemekdir, "illallah".
"Lâ" ile başlıyoruz, "Lâ" Arapçada yok ma'nâsına. "Lâ ilâhe", yok ma'nâsınadır. "Lâ ilâhe", hiç bir ilâh yokdur, "illallah", ancak Allah vardır. Evvelâ ﺗﺨﻠﻴﻪ tahliye, sonra ﺗﺤﻠﻴﻪ tahliye. Yani kalbimizdeki bulunan Hakk'dan gayrı ne varsa dışarıya çıkarırız, hepsini atarız, kalbi temizleriz, sonra "illallah", Allah sonra oraya nüzûl eder ve Cenâb-ı Hakk, semâvâta ve arda sığmayan Allah, insanın kalbine tecellî eder. Bunu göstermekdedir tevhîd.

Efendi Hazretlerinin zikretdiği ilk tahliye, hı ile yazılır ve boşaltmak ma'nâsınadır, ikinci tahliye ise ha ile yazılır ve süslemek ma'nâsınadır.

Size bir hikâye anlatayım bu husûsda. Vaktiyle bir fakîr şeyh dervîşiyle tekkeleri tevdî' eden makâm ki ona meşîhat denir idi, meşîhata mürâcaat etmiş. Sonra şeyhin bu hâlini bilen ve bu hâlini gören zevât demişler ki bir metrûk tekke varmış, duvarları yıkılmış, kendisi harâb olmuş, "Bu zâtı oraya şeyh olarak gönderelim, hem o tekkeyi tamîr eder, hem orada bekçi gibi oturur". Çünkü Hazret görünüşde gâyetle mütevâzi göründüğü için ondaki bulunan cevâhiri görememişler, yani maneviyyatı, onun yüceliğini. Zâhirî görünüşüne kıymet vererek, bu şekilde, demişler, "Bunu şu metrûk tekkeye gönderelim, orda bekçi gibi otursun" demişler. Fakat o zât o tekkeye gitdikden sonra, tekke günden güne âlî olmuş, oraya giden âşıklar çoğalmaya başlamışlar. Eh, bal olan yere arı gelir. Çoğalmışlar, çoğlamışlar, tekke çok parlamış, halk arasında çok itibar kazanmış. Bu sefer içlerine bir şey düşmüş meşîhatın, demişler ki, "Burası çok parladı, biz bu şeyh oradaki bulunan halkı belki irşâda kâdir değildir. Bunu tutalım, çağıralım, başka bir tekkeye nakledelim" demişler. "Fakat onu nakletmek için de kendisini bir imtihana tâbi tutalım. İmtihanı veremeyeceği âşikârdır. Onu başka bir yere naklederiz" demişler. Böyle konuşmuşlar kendi aralarında. "İçimizden herhangi bir âlim kimse, halkın ihtiyâcını görebilecek, irşâd edecek bir kimseyi oraya tayin edelim" demişler. 
Ve şeyhe haber salmışlar. Şeyh, mürîdin almış yanına, meşîhata gelmiş, huzûr-i reîsü'l-meşâyihe yani şeyhlerin reîsinin huzûruna girmiş. Demişler ki, "Efendi, vaktiyle senin tekken tenhâydı, kimse yokdu, seni biz oraya şeyh olarak verdik. Fakat günden güne orası kalbalıklaşdı. Sen irşâda kâdir misin değil misin, biz bunu bilemiyoruz, seni imtihan edeceğiz" demişler. "Hay Hay" demiş, "İmtihan edin, hakkınız sizin bu". "Fakat seni biz neden imtihan edelim?" demişler. "Bilmiyorum, onu siz tayin edin" demiş. "Dervîşlerin ilk zikri 'lâilâheillallah'dır, bu 'lâilâheillallah'ı bize tefsîr et ve tarîf et demişler". Demiş ki, "Ben bunu tek başıma yapamam, benim bir dervîşim var, Mehmed, onu yanıma getireyim, onla berâber ikimiz bu tevhîdi yapalım" demiş. "Peki" demişler. Dervîş Mehmed'i içeriye almış ve sormuş, "Sizin bildiğiniz gibi mi tevhîd edeyim, yoksa benim kendi bildiğim gibi mi tevhîd edeyim" demiş. Demişler ki, "Sen bildiğin gibi tevhîd et. Ma'nâsını ver de nasıl verirsen ver". "Peki öyleyse" demiş. "Lâ ilâhe" deyince Şeyh Efendi ve Mehmed Efendi yok olmuşlar, Dervîş Mehmed, "illallah"da vücûd bulmuşlar. Sonra bir daha Şeyh Efendi "Lâ ilâhe" deyince ne meşîhat kalmış, ne reîsü'l-meşâyih kalmış, hepsi yok olmuşlar, sonra "illallah"da gene vücûd bulmuşlar. Anlamışlar ki, Şeyh Baba'nın başın ahalkın toplanmasının sebebi ve illeti şeyhin kâmil olmasındanmış, özür dilemişler, elini öpmüşler, kendisini gene aynı tekkeye göndermişler. 
Yani nefiy-isbâtdır. "Lâ ilâhe", hiç bir ilâh yokdur, "illallah" ancak Allah vardır. Bu da ibtidâî tevhîddir. Çünkü tevhîdin kısımları vardır. "Lâ ilâhe illallah", "Lâ mahbûbe illallah", en yüksek mertebesi, "Lâ mevcûde illallah"dır. Zîrâ kâinâtda Hakk'dan gayrı bir şey yokdur. Her şey Hakk'ındır ve Hakk ile kâimdir.

Ey Hakk'a tâlib olan tevhîde gel tevhîde
Rızâya râgıb olan tevhîde gel tevhîde
Tevhîddir rûha gıda bundadır râh-ı Hudâ
Bulmak dilersen rızâ tevhîde gel tevhîde

www.muzafferozak.com

2 yorum: