Sayfalar

25 Nisan 2021 Pazar

Bayezid Camiinde Sohbet - 11 Haziran 1984

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, âdetleri olduğu vechile, her Ramazan-ı Şerîf'de Bayezid Câmi-i Şerîfinde ikindi namazından sonra okunan mukâbeleleri dinlerler, mukâbeleler tamamlandıkdan sonra da orada hâzır bulunan cemaate hitâb ederek sohbet ederlerdi. Tadına doyum olmayan bu feyizli sohbetler, çoğu zaman iftara on-on beş dakika kalana kadar devâm ederdi. İşte bu da o feyizli sohbetlerden biridir :
Bir türlü beyler toplanmıyormuş Osman Bey'in etrafına. O kadar zorlamışlar filan, beyler bir türlü toplanmıyor Osman Bey'in etrafına. Sık sık Şeyh Edebâlî Hazretlerinşi ziyârete gidermiş, Eskişehir'e. Atlamış ata, doğru Şeyh'e gitmiş, canı sıkkın gitmiş. Gece epey oturmuş orda Efendi'yle sohbet etmişler. 
Ârif ile sohbet etmek la'l ü mercân incidir
Câhil ile sohbet etmek günde bin cân incidir

Âriflerle bir adam sohbet ederse, la'l, mercân, inci olur o. Ama câhille konuşursan, laf bulamaz, bir söz söyler senin kalbini kırar filan. Onun için Allahu Teâlâ Kur`ân'da ne diyor, "وَاَعْرِضْ عَنِ الْجَاهِل۪ينَ ve a'rid 'ani'l-câhilîn, câhillerden yüz çevirin" diyor. Bir işe yaramaz, echel. Haa, bir de Allah'dan gayrının câhili vardır, o ayrı. Onlar ârif-i billah kişilerdir, Allah'dan başka bir şey bilmez o, câhildir, Allah'ı bilir yalnız. Hani işte, Kur, ân'da var ya, "اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ innâ 'aradne'l-emânete ale's-semâvâti ve'l-ardi ve'l-cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehe'l-insân, innehû kâne zalûmen cehûlâ". İşte o insân olan, ordaki, o Hakk'dan başkasını bilmez, Allah'ı bilir yalnız, Allah'dan gayrıya câhildir. Bilgili insanlarla konuşmak lâzım. Gene Allah Sûre-i Tövbe'de, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ yâ eyyühellezîne âmenu't-tekullâhe ve kûnû me'as-sâdıkîn, Allah'dan korkunuz ve sâdıklarla, dürüst kimselerle ahbâblık yapın, arkadaşlık yapın" diyor. 
Adamının birisi yüz adam öldürmüş, katletmiş. Hadîs-i Şerîf'de var, Riyâzü's-Sâlihîn'de. Yüz kişiyi öldürmüş. Gelmiş bir kimseye. Bilgisi var ama irfânı olmayan bir adama gelmiş. "Ben yüz kişiyi öldürdüm, Allah beni affeder mi?" demiş. "Etmez" deyince, yüz bir demiş onu da öldürmüş. Oradan başka bir zâta, ârif-i billah bir zâta gitmiş. "Yüz bir kişi öldürdüm" demiş, "Allah beni affeder mi?". "Eder" demiş, "Allahu Teâlâ günahları affeder. Denizlerin dalgası, şemsin hüzmesi, kürrenin zerrâtı kadar günahın olsa, Allah affeder" demiş. "Allah'ın affetmeyeceği günah yokdur. Yalnız tövbe istiğfâr etmeli, Cenâb-ı Hakk'a rücû etmeli, kötüleri terk etmeli, iyilerin içine dönmeli" demiş. 
Şimdi burada antreparantez, bazı adam var, "Ben namaza başlayamıyorum" diyor, "kılamıyorum bir türlü" diyor. Bunun şartı vardır, kılmanın şartı. "İçkiyi terk edemiyorum" diyor. İçkiyi terk etmenin şartı vardır. "Kumarı bırakamıyorum" diyor. Kumarı bırakmanın şartı vardır. Evvelâ kumar arkadaşlarını bırakacaksın, kumarı bırakmak için. Kumar arkadaşını bırakmadan bir adam kumarı bırakamaz. Evvelâ arkadaşlarını terk edecek, kumar arkadaşlarını. O vakit bırakabilir kumarı. Kumar arkadaşlarını bırakmazsa kumarı bırakamaz. İçki arkadaşlarını bırakmazsa adam içkiyi bırakamaz. Evvelâ içki arkadaşlarını bırakacak, sonra içkiyi bırakır. Her şey böyledir. 
Şimdi bu zât, gitdi, dedi, "Ben yüz bir kişiyi katletdim". Yüz kişi yâhud yüz bir kişi, aklımda öyle kalmış, hadîsde okudum ama, Cebrâil aleyhisselâm haber vermiş Peygamber'e. Yani kesretinden kinâye. "Yüz bir kişiyi öldürdüm, Allah beni affeder mi?", "Eder" dedi. "Sen kötü adam değilsin, seni günaha sokmaya sebeb olan insanlar var" dedi. "Sen kötü insanlar içinde oturuyorsun" dedi. 
Sen ne kadar dürüst adam olursan ol, komşun kötü olursa ne olacak, zorla senin başını belâya sokar. Adamı zorla yalan söyletiyorlar. Neden? Biliyorsun ki herif dolandırıcı, senin paranı vermeyecek. Para istiyor, "yok" diyorsun. Bak sena yalan söyletiyor adam. Neden? Kötü adam sana yalan söyletir. Kötü adam senin başını belâya sokar. Onun için dâimâ iyi insaların içerisine gideceksin.
Onun için "Evladım, sen oradan çık, bulunduğun mevkiden çık" diyor. "Sen kötü adam değilsin, senin etrâfındakiler kötüdür, onlar senin başını belâya sokarlar, ordan çık, iyi insanların içine git, onlarla otur, ahbâblık yap" demiş.

Muamele de öyle olur. Meselâ bir adam esrar kullanmasa ama gitse esrarkeşlerin kahvesinde otursa, polis gelse bassa, onu da götürür berâberinde. Niye? "O da burada oturuyordu, demek ki o da kullanıyor" der. Sofuların kahvesine bir esrarkeş gelip otursa, ona da sofu muamelesi yaparlar, sofu muamelesi yaparlar. Demek ki cemaatle, nerede oturursan, onunla muamele görüyorsun. Bizim de işimiz ordan çıkıyor. Meselâ sürü gibi bizimki. Islah edemezse kendisini, sürü satıldığı vakitde, sürünün içerisinde uyuzu, giciklisi, topalı, keli hep birden satılır. İyi insanların içine gidersen, Allah onlara bağışlar seni yani onlarla beraber cennete alır. Kötülerin yanına gitmeyeceksin. Kötüleri iyi etmek kudretine mâliksen, nefsine hâkimsen, gitdiğin zaman, "o kötü insanı ben iyi edebilirim" diyorsan, o vakit git onu ıslâh etmeye çalış, irşâd etmeye çalış. Yok, eğer onun hükmüne gireceksen, sakın oraya uğrama, iyiler içerisine git. 
"Hadi oradan çık sen" demiş. Adam eşyâsını toplamış, çıkıp giderken, ölmüş, yolda ecel erişmiş ölmüş. Rahmet melekleri gelmişler. Azâb melekleri gelmişler. Azâb melekleri demişler ki, "Biz götürelim bu zâtı". Neden? "Bu adam yüz kişi öldürdü". Rahmet melekleri demişler ki, "Hayır, vermeyiz biz" demişler. "Neden?". "O tövbe etdi, iyi insan olacakdı, iyi insanların içine gidiyordu ama ecel erişdi. Vermeyiz" demişler. Aralarında ihtilaf çıkmış. Allah Cebrâil'i göndermiş. "Hakem olarka ben geldim Yâ Resûlallah "diyor Cebrâil aleyhisselâm. "Nedir aranızdaki ihtilaf?" demiş. Demişler ki, "Yâ Cebrâil bu adam kötü bir adamdı, yüz kişi öldürdü, öldü, biz bunu azâba götüreceğiz, cehenneme. Onun için götürmek istiyoruz". Öteki melekler diyorlar ki, "Hayır, o adam tövbe etdi ve iyi adamların içine gidiyordu ama ömrü yetişmedi, yolda öldü. Onun için biz götüreceğiz". Allahu Teâlâ'nın emriyle Cebrâil aleyhisselâm buyurdu ki, "Ölçsünler yeri, iyilere yakınsa adam, cennete götürsünler, kötülere yakınsa, cehenneme götürsünler". Yeri ölçdüler, adam yeni çıkmış kötülerin içerisinden, kötülere yakın ama Allahu Teâlâ yeri tayy etdi, onu iyilere yaklaşdırdı yani, Cenâb-ı Hakk rahmetinden, cennet-i a'lâya koydu.  
Onun için dâimâ iyi insanlarla konuşacaksınız, kendinize ahbâblar edineceksiniz. 
Osman Bey de, Şeyh Edebâlî Hazretlerini kendisine ahbâb edinmiş, onun nasîhatlarına ihtiyâcı var, sıkıldı mı bazen, hemen Hazret-i Şeyh'in tekkesine, somasına gidiyor, atına atlıyor gidiyor Osman Bey. Bir gün gitmiş gene Şeyh'e oturmuşlar, sohbet etmişler, uzun uzadıya otırmuşlar, zikrullah yapılmış, namaz kılınmış, ibâdet edilmiş.

Mü'minler ne konuşurlar? Mü'minler ne konuşurlar, adam çekiştirirler, zamânımızın mü'minleri. Adam eti yiyorlar, adam çekiştiriyorlar. Eskiden öyle değilmiş. Eskiden Kur`ân okurlarmış, Allah'dan Peygamber'den bahsederlermiş, ibâdet ederlermiş, zikrederlermiş, namaz kılarlarmış, güzel şeyler, hadîsler, tefsîrler okurlarmış. İnsanları yüceltecek, yükseltecek, Allah'a kurbiyyete götürecek şeyler. Fî zamâninâ, câmi cemâati içine girdin mi, oturdun mu, hemen adam çekiştiriyor. "İmamın sakalı kısa", "Pantalon giyiyor, biraz bol şalvar giyse olmaz mı?", "Saçını uzatmış, canım hiç saç uzatılır mı", "Papaza benziyor herifin saçı, uzatmış" filan, "Usturayla kazıtmış kafasını, budiste benziyor", budistin kafası usturalı çünkü. Yani bir şey buluyor velhâsıl. Hele tekâüdler. Karı evden kovuyor dışarıya. Kahveye gitse kahveci para isteyecek, câmiye geliyor, müezzinle imamla uğraşıyor, burada oturuyor. Yâhu istiğfar etsene, tövbe istiğfar et, gebereceğini düşün, öleceğini. Gideceksin, yolculuk var. Yolculuk var yolculuk. Şarkı dinlediğin vakit, yolculuk şarkısını onu hatırla sen. Göbek havasına düşme de sen yolculuğu hatırla, yolculuk var yolculuk. 
Osman Bey geliyor, Şeyh'le konuşuyorlar, güzel şeyler konuşuyorlar, Allah'ın kitâbından, şerîatdan, şerîatın tarîkatından, tarîkatın hakîkatından, hakîkatın marifetinden. Çünkü şerîatın şerîatı, şerîatın tarîkatı, şerîatın hakîkatı, şerîatın marifeti var. Tarîkatın şerîatı, tarîkatın tarîkatı, tarîkatın hakîkatı, tarîkatın marifeti var. Böyle şeyler konuşuyorlar. Allah Kitâb verdi ve hikmet verdi, hikmet konuşuyorlar. 
Evet, konuşuyorlar, sonra geç kalınca, "Osman Bey gitme, bu akşam burda kal" demiş Hazret-i Şeyh, "Sana yatak yapsınlar". Hemen dervîşlerini çağırmış, "Lebbeyk Efendim", "Osman Bey burada kalacak benim odaya yatak yapın" demiş Hazret-iŞeyh. Yapmışlar yatağı. Osman Bey odaya girmiş, soyunmuş, tam yatacak, bir de ne görsün, duvarda Kur`ân-ı Kerîm asılı. Onu görünce Osman Bey, yatmamış. Nasıl yatar, Kur`ân-ı Kerîm'e ayağını uzatsın, uzatabilir mi?

Kur`ân okunduğu yerde konuşulur mu hiç? Bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i dinlese, "nerdeydin?" deseler, "Allah'ı dinledim" dese, yemîn etse yemîninde yalancı değildir. Bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okusa, sorsalar ona deseler ki, "Ne yapıyordun?", "Allah'la konuşdum" dese, yemîn etse, yalancı değildir, yani yemîninde hânis değildir. Kur`ân okunurken konuşuyor, "vır vır vır vır". Hele bir de Kur`ân okunurken kalkıyor, götünü çeviriyor, götünü döndürüyor, gidiyor. "ve kezzebe ve tevellâ". Ona benziyor. Kâfirler öyle yaparlardı, Peygamber Kur`ân okurken kıçını çevirir giderlerdi. Ona benziyor. Kur`ân'da koca bir âyet-i kerîme, "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى * قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا ve men a'rada an zikrî fe inne lehû ma'işeten dankâ, ve nahşuruhû yevme'l-kıyâmeti a'mâ. Kâle rabbi lime haşertenî a'mâ ve kad küntü basîrâ". Her kim ki bizim âyetlerimizden... Üç türlü âyet var. Âyât-ı âfâkiyye, âyât-ı enfüsiyye, âyât-ı elfâziyye. Canlı Kur`ân, Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem. "Her kim ki bizim kitâbımızdan yüz çevirirse, Hazret-i Muhammed aleyhisselâmdan, ya Kur`ân'dan, kitâbımızdan yüz çevirirse, yâhud bakar da görmezse... 
Bir göz ki olmaya ibret anın nazarında
Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde
Bakıyor, görmüyor, ibretsiz göz. İ'raz etmiş zikrullahdan işte o göz. Göremiyor çünkü bakdığı vakitde.
"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'rada an zikrî, her kim ki bizim zikrimizden yüz çevirirse", Resûl-i Ekrem'den, Dîn-i İslâm'dan, Kur`ân-ı Mübîn'den, Kur`ân okunurken Kur`ân'a sırtını dönerse, "فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكً fe inne lehû ma'işeten dankâ, biz onun geçimini dar ederiz, bereketini alırız elinden". Bereketsiz. Yiyemezsin, üç bin beş yüz lira pastırma, karşıdan bakarsın şimdi. 
Ulan sen bir zaman, ulan diye kötü konuşuyorum, yapana söylüyorum o ulan kelimesini, bir zaman sen biliyorsun ya uyuzdun, uyuzdun, kel olmuşdun. Uyuz olmuşdun, şekersizlikden, ekmeksizlikden. Uyuzdun. Bir çok adam iffetini ırzını satdı fırıncılara, ekmek için, kadınlar, çocuklar. Harb senelerinde. Biz yetişdik, biliyoruz onu. Sen şimdi ekmeği al dudağını, çatalını sil, kerata, sonra çöp tenekesini ekmek doldur. Öyle değil mi, yalan mı söylüyorum? Bakın islâm mahallelerine, islâm mahalleleri buraları. Şurdan Kumkapı'ya ininceye kadar elli okka ekmek toplarsın. Hadi mübalaga etdim, bir okka ekmek toplanır. 
Ben geliyordum, askerdim, iki tayın vardı elimde. Orda kışlada yemedim, kırpdım yani iktisad etdim. "Mâ 'âle men ıktesed", iktisada riâyet eden fakîr olmazmış, iktisad etdik, iki tayın topladım, geliyordum. Şurada Azak Sinemasına gelmeden biraz aşağısında, yaşlı bir ermeni kadını çıkdı, bıyıkları vardı, ermeni kadınlarının bıyığı çıkar, saçı ağarmış, dedi, "Zo asker ağa!" dedi bana. "Ne var?" dedim. İki kızım var, biri on sekiz biri yirmi yaşında, tayının birini ver, hangisiyle istersen yat" dedi bana. "Açız" dedi. Çıkardım tayının birini ona verdim. Birini de bizim Ömer Ağa'ya verdim. Ha şimdi sen unut bunları, ekmeğin bayatını yemiyormuş, bayat yiyemiyorlarmış, sokaklara atıyorlar ekmekleri, her taraf ekmek dolu. Hele bir tânesini gördüm, çatal siliyor böyle.
Yunanlılar Bursa'ya geldiği vakitde, ben küçükdüm, çocukdum ama biliyorum, ekmeklerle Yunan askeri top oynuyorlardı, tayınlarla. Malûm ya, müslümanlar, o vakit müslümanlar, o vakit müslümanlar, o vakit müslümanlar, ekmeğe hürmet ederlerdi. Ki Resûl-i Ekrem'in emri var, ve kâle'n-nebiyyü sallallahu aleyhi vesellem, "Azzimû hubzeküm, ekmeğinize tazîm ediniz, ekmeğinize hürmet edin". Bunun ma'nâsı var. Vazîfene, patronuna, çalışdığın yere, yediğin ekmeğe, âilene, kaşılığı da var bunun, patron da işçisine, ince ma'nâ var yani. Oynarlardı, tayına tekme vururlar, ordan oraya böyle top oynuyorlar tayınla Türklerin karşısında, müslümanların karşısında, Yunan askeri. Sonra tayına kıçını siler, atar, müslümanlara karşı eziyet olsun diye. Sonra Allahu Teâlâ nusret selâmet verdi bizim ordumuza, onların çoğunu gebertdiler, bir kısmı da esir düşdü, getirdiler Bursa'ya Câmi-i Kebîr'in bahçesine koydular. İçinizde Bursa'lı varsa bilir. Koydular oraya, üstüste, elbise yok, aç bî-ilâç. Türkler de aç. Harbden çıkılmış. Sırtlarında bir çuval, böyle eski çuval, onunla barınacaklar. O ekmekle oynayanlara, birisi bir parça ekmek atdı mı, kuru ekmeği içeriye, Câmi-i Kebîr'in bahçesine, beş yüz kişi birden hücûm ediyor, ekmeği almak için. Birbirlerini öldürüyorlar, bir parça ekmek için. Eee, o zamanlar hatırıma geliyor.

 

Ne demek bu, niye anlatıyorum bunu biliyor musun? Bir gün arayacaksın o ekmeği sonra. Evde de öyle, bayatlayan ekmeği yemiyor. Bayatlayan ekmek yenmez mi, bayat ekmek. O annelerimiz bizim bayatlayan ekmeği papara yapardı, çorbanın içine doğrardı, yağda kızartırdı, yedirirdi bize yani. Şimdi, "Olsun, bir tâne daha alalım". Ulan bir tâne daha niye alıyorsun, sen fukarâ milletsin be. Açsın. İşte söylüyorum sana. 
Çıkardık verdik ermeni karısına. Ermeni Allah'ın kulu değil mi? Allah ermeniyi de mahrûm etmiyor, müslüman türkü de. Ne kürdü, ne ingilizi, ne amerikalıyı, Allah hiç kimseyi mahrûm etmez. Sofra-yı ilâhiyye bu. Verdik kadına ekmeği orda. Sen şimdi bugünleri unutdun, sen bunları. Bir çok insan da ırzını satdı, iffetini satdı. Ekmek için. 
Biri gebermiş de suratı domuz olmuşdu. Ekmeğin içerisine kamış karıştırıyormuş, süpürge tohumlarını karıştırıyormuş, gebermiş, geberdikden sonra suratı domuz oldu. Kimse yıkayamadı hocalardan. Ben gitdim, bakdık, Hâfız Necâti ile berâber. Sonra, hastâne câmisinin imamı vardı Ahmed Efendi, Ahmed Efendi vardı, tatar imam, o gitdi yıkadı. Yüzüne bir çuval atdı, yüzü domuz olmuşdu herifin. Öyle yıkadı vücûdunu. Bir tâne daha öyle, tefeci, halka fâizle para veren bir pezevenk, o da geberdi, o da domuz oldu. Onu da gördüm ben, gözümle gördüm. Bir çok şeyler gördüm hayâtımda. Yaa, dişleri burdan böyle çıkmışdı buraya kadar, böyle uzamış. Fâizle para veriyormuş. Bir tânesi de ekmeğin içerisine, unun içerisine kum atıyormuş, kamış doğruyormuş, ağır bassın diye. Yaa! Halkın ekmeğiyle oynuyorlarmış. 

Şimdi biz gelelim dersimize, dönelim gerisi geriye.
Kur`ân-ı Kerîm. Rafda ekmek olsa, erişemese bir adam, Kur`ân'dan da başka bir şey olmasa, ne yapacak almak için ekmeği? Fetvâ sormuşlardır bu husûsda. O kadar mühim ekmek meselesi. Hem de insanda ne dîn kalır, ne îmân kalır, ne câmi kalır, ne Kur`ân kalır yani, ekmek meselesi bu. Onun için israfdan kaçınınız. Allah isrâfı, müsrif kulları sevmez. En büyük israf da ömrünü Allah'sız geçirmekdir. Ömrünü ibâdetsiz, tâatsız, zikirsiz geçirmekdir, en büyük israf odur, ondan büyük israf olmaz. Bak ömrümüz geldi geçdi. Haydi şimdi, geçen seneki Ramazan'ı almak geri getirmek için yüz milyar, beş yüz milyar, beş yüz katrilyon lira versek getirebilir misin? Bir saatlik ömrünü bile  alamazsın gerisin geriye, gitdi, bitdi, vele'd-dâllîn âmîn, tamam, halas.

Hemen Osman Bey'e "buyrun" demişler, almışlar içeri, Osman Bey içeri girmiş, bir de bakmış, duvarda Kur`ân-ı Kerîm var. Kur`ân-ı Kerîm bu. Kur`ân'a ayak uzatılır mı? Osman Bey yatmamış, Kur`ân'ın karşısında ayakda, böyle boynunu kesmiş, Allah'ın kitâbı karşısında böyle sabahlara kadar. Sabahleyin bir dervîş gelmiş, kapıyı vurmuş, "Tak, tak ,tak, namaza!". Allahuekber, Allaaaahuekber. 
Mü'minler namaza kalkar. Allah davet ediyor sabahleyin. İsrâfil sûru üfürdü. İctimaya çağırıyor, kıyâmet gününe. Mü'minler sabah namazına kalkarlar. "Uyudum kaldım", o vakit mesele yok, Allah ziyâfet vermişdir sana. Ona sözümüz yok ama malak gibi bakarken böyle ortalık ışımış yatmak müslümana yakışır bir hâl değil.
"Hadi Efendi namaza!", "Peki geliyorum" demiş, Hazret hemen dışarı çıkmış. Dervîşân somada toplanmışlar, saf saf olmuşlar, melekler gibi bütün her taraf, herkesin boynu bükük, hepsinin kalbi Allah'a bağlı, perdeler çâk olmuş, vuslat olmuş hepsi namazda. Namaz kılıyorlar. Osman Bey de namaza uymuş. Namazdan sonra, sabah kahvaltısı. Müslümanlar öyle çok fazla yemezler. Bir parça bir şey yerler sabahleyin, çok yemezler. Kahvaltıyı etmişler, yatağı kaldırmaya bir dervîş gitmiş, yatak hiç bozulmamış, öyle olduğu gibi duruyor. Hemen gelmiş, Şeyh'in kulağına, "Efendi Hazretleri, Osman Bey hiç yatmamış yatağa, yatak olduğu gibi duruyor" demiş. "Yaa öyle mi?". Yemekden sonra demiş ki, "Osman Bey yatakda bir şey mi gördünüz, bir çirkinlik mi gördünüz?" demiş. Olur ya, bit görür, pire görür, bit görür, olur ya. "Yok" demiş, "ne münâsebet, "Burası cennet bahçelerinden bir bahçe, ilim meclisi burası, zikrullah meclisi olan yer, yataklarınız da tertemiz, tâhir, hem de mutahhir aynı zamanda, hem tâhir, hem mutahhir. Ama duvarda Kur`ân-ı Kerîm asılıydı. Allah'ın kitâbına karşı ben nasıl yatarım sırtüstü" demiş.
Antreparantez, Hazret-i Ömer'i câmide vurdular. Hazret-i Ömer'i, radıyallahu anh Hazretlerini vurdular. Fakat barsaklarına gitmedi bıçak da karnını yardı böyle. Fîruz vurdu. Dikdiler, dediler ki, "Yâ Emîre'l-mü'minîn, merâk etmeyin, bu yara geçer. Çünkü yalnız karnınız yarıldı barsaklarınıza bir zarar gelmedi. Kalkma, yatacaksın" dediler. Müezzin ezân okudu, "Allahu Ekber" deyince Hazret-i Ömer ayağa kalkdı ve dikiş bozuldu ve ölümüne yani şehâdetine sebeb oldu. Dediler ki, "Yâ Ömer, niye kalkdın?", "Allah çağırıyor, davet ediyor, nasıl yatarım? Allah'ın davetine karşı ayağımı uzatabilir miyim?" dedi, kalkdı Ömer ibn Hattâb. Ben bunu bir yerde anlatdım da, adamın birisi, "Efendim, öyle şey olmaz, İslâm'da bu câiz değildir" demesin mi. Ulan şahsî meşreb o. Şahsî meşrebe kimse karışmaz. Malının kırkda birini zekat vermek farzdır, hepsini verirse ne yaparsın herife? Allah Allah! Beş vakitde abdest alıyorsun. Beş vakitde gusül abdesti alırsa ne yapacaksın herife? Meşrebi olursa herifin. Meşreb meselesi bu. O Ömer o, sen Ömer'le kendini bir tutamazsın ki. Biz gelelim dersimize. 
Dedi, "Efendim Kur`ân-ı Kerîm duvarda asılıydı, ben Kur`ân-ı Kerîm'e karşı yatamam" dedi. "Uzanamam, yatmam. Onun için yatmadım". Şeyh Efendi, "Yaa öyle mi" dedi ve başka bir odaya bir yatak hazırladılar, "bu tarafa buyrun" dediler, "Burda biraz istirahat buyrun. Namazdan sonra biraz yatmak sünnetdir" dediler. Yatdı orda biraz. Bir rüyâ gördü Osman Bey. Ve ordan çıkıp Hacı Hünkâr'a gidecekdi ziyârete, niyeti oydu. Ordan çıkıp Hacı Hünkâr Velî'ye gidiyordu ziyârete. Rûhü'l-Beyân sâhibinin beyânına göre. BVir rüya gördü, göğsünden bir ağaç çıkdı, yükseldi, yükseldi, yükseldi, taaa semâvâta dayandı. Sonra bir dal koyverdi şarka, bir dal koyverdi garba. Doğu, batı, şimâl, cenûb. O ağacın altına, rengârenk insanlar, şehirler, nehirler, denizler, köyler, kasabalar, kaleler girdi o ağacın altına. Böyle acâib bir rüyâ. Kalkdı, " Hayırdır inşaallah, rabbiyessir velâ tu'assir rabbi temmim bi'l-hayr, harun lenâ şerrun li a'dâenâ". Acîb bir rüyâ. Hemen Şeyh'e gitdi, dedi, "Efendi, şimdi yatdım ben bir ma'nâ gördüm ama bu ma'nâ boş değil".

Sabah namazını kıldıkdan sonra, dinliyor musun, biraz tesbîh etmeli. Tevhîd, en ekal üç yüz tevhîd etmelidir. Estağfirullah, on bir istiğfâr. On bir salavât-ı şerîfe, salavâtla girilirse kabûl olur ibâdetler. Estağfirullah, on bir istiğfâr, on bir salavât-ı şerîfe, on bir tekbîr, üç yüz tevhîd, lâilâheillallah, sonra bir mikdar ism-i celâl, bir mikdar ism-i hû çekmeli, ism-i zât, kırk üç dakîkayı geçdi mi, işrak namazı kılmak lâzım, sünnet-i Resûl'dür. Sonra arkasından iki rekat istihâre namazı kılıp istihâreye yatarız biz âşıklar. Bakalım ne oldu, maneviyyâtımız ne âlemde, iç âlem diye, her gün istihâre yaparlar âşıklar, istihâre. Bu istihâre meselesi çok mühim. Ashâb-ı kirâm diyorlar ki, Buhârî'nin beyânına göre, "Resûl-i Ekrem'e âyetler nâzil olduğu vakitde, Peygamberimiz bize nasıl âyetleri talîm etdiyse, istihâreyi de öyle tarif etdi, talîm etdi" diyorlar ashâb-ı kirâm. O kadar mühim istihâre. 
Herhalde istihâre etdi Osman Bey. Şeyh'e anlatdı rüyâsını. "Böyle böyle, böyle" gördüm dedi. "Aaaa Osman Bey sen bana emr-i mühim bir şey haber verdin. Ben bu rüyâyı tabîr ederim ama şartım var". Nedir o? "Kerîmemi, taht-ı nikâhınıza alırsanız, rüyânın karşılığı o, öyle tabîr edeceğim". "Aman Efendim" dedi, "Sizin gibi bir zât-ı ekremin kerîme-i muhteremesine sâhib olmak dünyâ ve âhirete sâhib olmak gibi bir şeydir. Rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ hasene sırrı zâhir olmuşdur, hay hay" dedi. "Osman Bey, bir devlet kuracaksın, Kur`ân'a yapdığın hürmetden dolayı. Kur`ân'a yapdığın hürmetden dolayı bir devlet kuracaksın, şark, garb, şimâl, cenûb, Türkü, Arabı, Kürdü, Çerkesi, Boşnağı, Yugoslavı, Bulgarı, Romeni, Yunanı, hepsi senin devletinin altına girecek. İki deniz sana havuz gibi olacak. Dört kıtaya hükümrân olacaksın". Üç kıtaya mutlakâ, dört kıtaya da fermânı gidiyor. "Ya öyle mi!". "Haydi bakalım, Allah mübârek etsin dedi". O da Hanım Sultan'ı aldı. Hemen kendi dervîşlerini Osman Bey'in emrine verdi Hazret-i Şeyh. Ordan dışarı çıkdı, bir alay zât hazırlanmış, hepsinin ellerinde kılıçları, duruyorlar dışarda. Acâib bir takım insanlar. Yaaa, bilindiği gibi değil öyle hâdisât, devletin kuruluşu. Ondan sonra ormanın içinden bir zât-ı ekrem çıkdı, beyaz sakallı nûrânî bir zât, ormandan bir dal kesdi, o dalı getirdi, başından sarığını çıkardı, o dalın üzerine sarığını bayrak yapdı, "Al Osman bayrağın bu, askerin de bunlar" dedi. Ricâl-i gayb. Tabii. Yirmi altı vilâyeti zabt etdi ve Devlet-i Osmâniyye kuruldu.

Şehîdlerimizin, gâzîlerimizin,  vatanımıza ve dînimize hizmet eden zevâtın, hayrâtda bulunan ashâb-ı hayrâtın, âşıkânın, garîblerin, yoksulların, mazlûmların rûhları için, ve bu câmi-i şerîfin bânîsi Sultân Bayezid Hân'ın ve selâtîn-i âl-i Osmân'ın rûhları için, bu câmiden güzerân eden müezzinîn, kayyımîn, vâizîn ve bu câmiye birr ü ihsânda bulunan, bu câmide bir kerreAllah diyen, bir kerre secde eden Ümmet-i Muhammed'in rûhları için, Fâtiha!

Efendi Hazretleri sohbetin sonunda, "Bugün de böyle zuhûr etdi, daha anlatalım mı" buyurdukdan sonra, cemaatden bir zât, "Bir gün önceki sohbetde yarım kalan Mâşide kıssasının devâmını ne zaman lutfedeceksiniz" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Bak sen dinlemişsin demek ki, yaşa. Başkaları söylemediler. Hep ben dinliyorum bakayım ne diyecekler diye, kimseden ses yok, hep atlatıyorlar beni, atlatıyorlar demek ki. Bak hep dün dinlediler burda, bakalım unutuyorlar mı unutmuyorlar mı, burdan girip burdan çıkıyor mu diye bekledim. Onun için anlatmadım. 
Behlûl-i Dânâ üç tâne kafa koymuş önüne, kuru kafa, insan kafası. Üç tâne de etiket koymuş, birer birer. On para etmez, beş kuruş, kıymetine nihâyet yok. Hârûn Reşîd gelmiş, dedi "Yâ Behlûl, bunların üçü de kurukafa, insan kafası, buna on para etmez diye yazmışsın, buna beş kuruş yazmışsın, buna da kıymet yetişmez diyorsun. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?". "Göstereyim" demiş, almış o on para etmeyen kafayı önüne koymuş, bir odun çıkarmış, ucu sivri, bir vurmuş kulağından, geri tepmiş. "Sağlığında laf bunun kulağına girmezdi" demiş. Onun için bu kafa on para etmez. Bak odun girmiyor kulağına. İkincisi beş kuruş, onu almış, bir vurmuş, sopa bir kulağından girmiş bir kulağından çıkmış. Demiş ki, "Bak görüyorsun ya, bunun da sağlığında laf burdan girerdi burdan çıkardı". Ya üçüncüsü? Ona da vurmuş, sopa ortada kalmış. "Bu lafı alır, kafasına yerleştirir ve âmil olurdu ve ihlâs ile yapardı" demiş. 
Şimdi, ben dün akşam Mâşide meselesini yarıda bırakdım, bu akşam bakalım söyleyecekler mi diye, kimse söylemedi bana. Değil mi? Dün akşam beni dinleyenler yok mu burda? Demek ki burdan girip burdan çıkmış, demek ki biz bedâva konuşuyoruz burda, sizi eğlendiriyoruz. Bir daha konuşmayacağım sizinle, tamam.

Efendi Hazretlerinin bu sitemine o gün pek dikkat etmemişdim yani pek üstünde durmamışdım. Sonradan anladım ki bu sitemde çok büyük dersler varmış.

Bir yerde ki yok nağmeni takdîr edecek gûş
Tazyî'-i nefes eyleme tebdîl-i makâm et

www.muzafferozak.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder