Sayfalar

1 Nisan 2021 Perşembe

Kur`ân-ı Kerîm - Hutbe - 19 Haziran 1981

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
الٓمٓۚ * ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ * اَلَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ
Elif-Lâm-Mîm. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hüden lil muttakîn. Ellezîne yü’minûne bil gaybi ve yukîmûnes salâte ve mimmâ razaknâhum yünfikûn.
Sadakallahü'l-azim.

Elimizde bulunan, Mektûb-i Rabbânî, Allah'ın kitâbı ve kitâbımız olan, bütün kitâbların cem'i, yani yüz suhuf, üç kitâb, büyük kitâb, biri Tevrat, biri Zebûr, biri İncil, bunların cem'i olan, hepsini cem' etmiş Kur`ân-ı Mübîn, hepsinin özü, hak ve hakîkat olan Kur`ân-ı Kerîm, taraf-ı ilâhîden Habîb-i Hudâ, Şefî'-i Rûz-i Cezâ, Hazret-i Muhammed Mustafâ'ya, Peygamberimize, taraf-ı ilâhîden yani Allah tarafından nâzil olmuşdur. Yani Kur`ân-ı Kerîm'i Peygamber yazmış değildir. Kur`ân'ın sâhibi, mâliki Allah'dır.

Peygamberimiz mektebe gitmemiş, hoca görmemişdir. Yani Peygamberimiz dünyâ mektebi, dünyâ hocası görmemişdir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem Allah mektebinde okumuş, muallimi Allah'dır, Celle Celâlûhû Hazretleri. Kur`ân-ı Mübîn'i ve Kitâb-ı Kerîm'i âyet âyet, lâzım oldukça, kâfirlerin inkârı müddetince, onların inkârını reddederek âyât u beyyinât zuhûr etmiş, yirmi üç senede ikmâl olmuşdur. Peygamberimize âyet âyet nâzil olmuşdur Kur`ân-ı Kerîm. 

Ne bir harf fazladır, ne bir harf eksikdir. Ne bir âyeti fazla, ne bir âyeti eksikdir. Hiç bir dînin kitâbı bu kadar sıhhatli değildir. Tevrat, Hazret-i Mûsâ'ya nâzil olmuş fakat kendi kavmi Tevrat'ı tahrîf etmişlerdir. İncil, Hazret-i Îsâ'ya nâzil olmuş, Îsâ aleyhisselâmın kavmi, İncil'i tahrîf etmişlerdir. İbâdetleri tahrîf etmişlerdir, ibâdetlerde reform yapmışlardır ve uydurma âyetler koymuşlardır içerisine, İncil'in ve Tevrat'ın. Zebûr kezâ böyle, diğer suhuflar da. Cümle kitâbların esahhı ve sahîhi olan, zübdesi, Kur`ân'la berâber nâzil olmuşdur. Onun için bir adam Kur`ân-ı Kerîm'i okursa dört kitâbı okumuş gibi, yüz suhufu tilâvet etmiş gibi Allah ona ecir ve sevâb verir. 

Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, diğer kavimlere, onlara inzâl etdiği kitâbların hıfzını onlara vermiş idi, onlar, bu şekilde kitâblarını ihânet uğratdılar, ibâdetlerini ihânete uğratdılar. Kur`ân'ın hıfzı ve muhâfazası Allahu Zü'l-Celâl Hazretlerinin üzerindedir. Kimse bir tarafında bir âyetini tahrîf edemez, değiştiremez. Ve sûresinden en kısa bir sûresinin mislini, bütün beşer birbirine yardımcı olsa, şâiri, fesîhi, belîği, âlimi birbirlerine yardımcı olsa, hattâ hattâ görünmeyen kuvvetler de yani cinler de onlara yardımcı olsa, Kur`ân-ı Kerîm'in sûrelerinden en kısa bir sûresinin mislini getiremezler. Peygamber-i Zîşân Efendimiz zamânında getirememişler, Kur`ân fermân okumuşdur, kıyâmet gününe kadar bir mislini getiremeyeceklerdir. 

Onun için Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîm'de, Sûre-i Bakara'da, "وَاِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِه۪ۖ وَادْعُوا شُهَدَٓاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ve in küntüm fî raybin mimmâ nezzelnâ 'alâ 'abdinâ fe'tû bi sûretin mim mislih, ved'û şühedâeküm min dûnillahi in küntüm sâdıkîn". Abd-i hâssıma indirdiğim Kur`ân'ı, Muhammed aleyhissalâtü vesselâm yazdı diyorsanız, ey şâirler, ey fesîhler, ey belîğler, ey âlimler, siz de onun bir sûresinin mislini getiriniz bakalım, siz de insansınız. Hattâ birbirinize yardımcı olunuz, bütün ulemâ biraraya gelsin, bütün şâirler biraraya toplansın, hattâ cinler de toplansın biraraya gelsinler, en kısa sûresinden bir mislini getiriniz. "فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا fe in lem tef'alû ve len tef'âlû", bu emre karşılık hiç birisi getiremediler. Meselâ asâsına dayanarak kırk sekiz saat konuşan bir şâir, Kur`ân'ın sûresinin mislini getiremedi, kırk sekiz saat. 

Çünkü âdetullah budur ki, Hazret-i Mûsâ zamânında sihirbazlık artmış idi, Allah Mûsâ Peygamber'i gönderdi, bir elinde asâsıyla, o asâ sihirbazların yapdığı sihirleri yutdu, ibtâl eyledi. Hazret-i Îsâ aleyhisselâm zamanında doktorluk, tabâbet ilerlemişdi, doktorluk ilerlemişdi, tıb ilerlemişdi, Allah Hazret-i Îsâ'yı gönderdi, mucize olarak ölüleri diriltdi, doktorlar âciz kaldılar. Hazret-i Peygamber zamânında da şâirler vardı, asâsına dayanır, kırk sekiz saat vezinli kâfiyeli söz söylerlerdi. İşte onların dîvânlarından bazıları elimizde bulunmakdadır. Allah Kur`ân'ı gönderince, bu şâirlerin hepsi onun karşısında rükû etmek, secde etmek aczini gösterdiler. Birçokları Kur`ân'a îmân etmediği hâlde, Kur`ân'ın fesâhat ve belâgatına secde etdiler.

İşte elimizde olan bu kitâb. Kıyâmet gününe kadar hükmü cârîdir ve bâkîdir. İnanan da inanmayan da hükmü altındadır. Çünkü her yerde Allah'ın dediği olur, her yerde Allah'ın istediği olur. Kâfirin küfrü, münkirin inkârı Kur`ân'a zarar vermez. Mü'minin îmânı ve ikrârı da Kur`ân'a bir fâide temîn etmez. Herkes yapdığının mutlakâ cezâsını ve mükâfâtını bulur. Mü'min îmânının, itikâdının semeresini görecek, münkir de, inkârının cezâsını pek yakın bir zamanda tadacakdır. Şekk ü şübheye mahal yokdur. 
Şimdi, bu âyeti okumakdan murâdımız, Kur`ân-ı Kerîm'in nüzûl etdiği ay, hemen önümüzdeki Ramazan ayı, yani on beş gün sonra. Kur`ân-ı Kerîm'in tilâveti hakkında konuşacağız, ecirleri ve sevâbları beyân edeceğiz. Ve Ramazân-ı Şerîf'de her mü'minin hiç olmazsa bir hatm-i şerîf okuması lâzımdır. 

Kur`ân-ı Kerîm okumasını biliyor musun? Soruyorum, hitâb ediyorum. Bir çoğumuz bilmiyoruz. Çok ayıp ve çok çirkin. Neden? Biz Allah'a inandıysak, Hazret-i Muhammed'e gönül verdiysek, muhakkak bunu bilmemiz ve okumamız lâzımdır. İnsan sevgilisinin yâhud gurbetde bulunan evlâdının yâhud sevdiği bir zâtın mektûbu gece gelse, o mektûbu hemen alır, okuyabilirsen okursun, okumak bilmiyorsan, okutmak için kapı kapı dolaşırsın. Hele kendi lisânından başka bir lisânla mektûb yazıldıysa, o lisâna vâkıf olan kimseyi bulur, mektûbdaki münderecâtı anlarsın, değil mi? 

Biz Allah'a muhtâcız efendiler! Hep böyle hava yaz gitmeyecek. Yani bu âlem hep böyle gitmeyecek. Bunun güzü var, kışı var, fırtınası var, yağmuru var, karı var, zelzelesi var, harbi var, darbi var. Onun gibi, hiç bir şey aynı minvâl üzere durmaz. Ancak Allahu Zü'l-Celâl Hazretleridir. O ihtiyarlamaz, üzerinden vakit geçmez, her istediğinde hükmü cârîdir ve azîzdir. Her istediğini yapar Allah. Ondan gayri hepimiz için mev'ûd olan bazı akabeler ve geçitler vardır. Bu Kur`ân-ı Kerîm'i okumayınca, bu Kur`ân-ı Kerîm'in içindeki bulunan âyât u beyyinâtı anlamayınca ve bunla âmil olmayınca bizim felâhımız gayr-i kâbildir. Bilmiyorsan bilene müracaat edeceksin ve Kur`ân-ı Kerîm'i okuyacaksın. 

"Efendim, benim yaşım geçdi". İslâm'da ilim husûsâtında yaşım geçdi yok. Senin önderin olan Allah'ın mahbûbu Hazret-i Muhammed sallallahu aleyhi vesellem, Resûl-i Ekrem, Resûl-i Efham, rahmeten-lil-âlemîn Hazretleri, "utlubü'l-ilme mine'l-mehdi ile'l-lahdi" buyurmuşdur. Ma'nâsı şu, "Siz beşikden mezara kadar ilmi tahsîl ediniz". Onun için vaktim geçdi yok, mutlakâ okuyacaksın, çalışacaksın. 

"Efendim, ya okumadan gidersem". Okumadan gidersen kabirde öğretirler sana Kur`ân-ı Kerîm okumasını. Mutlakâ okuyacaksın. Onun için Ramazân'da her müslümânın bir hatim indirmesi yâhud indirtmesi lâzımdır. 

"Efendim, ben ma'nâsını anlamıyorum". Cenâb-ı Hakk ma'nâsını da sana ihsân u inâyet buyurur. Ma'nâsını anlamdan da okursan zikir yerine kâimdir, Allah'ı zikretmiş olursun, Allah'la konuşmuş olursun.

Bak ne diyor alt tarafında âyet-i kerîmenin. "ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ  Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh", bu kitâbda şek ve şübhe yokdur. Bu, taraf-ı ilâhîden, Hazret-i Allah, Cibrîl'i vâsıtasıyla Habîb-i Edîb'i Muhammedine indirmişdir. "الٓمٓۚ Elif-Lâm-Mîm". Allahu a'lem bi murâdihî. Lafzatullahın elifi, elif. Cebrâil'in lâmı, lâm. Muhammed'in mîmi, mim. "الٓمٓۚ Elif-Lâm-Mîm", ona işâret demişler. 

Bu bir ma'nâsı, bin ma'nâsı var, yüz bin ma'nâsı var. Allah'a kurbiyyet peydâ etdiğin müddetçe ma'nâları senin kalbine aksedecekdir. Çünkü kalbler birer mir'âtdır yani aynadır. Günahlarla üzerleri tozlanmışdır. Ne kadar kalbinin tozunu silersen, o vakit akis sana o kadar fazla olacakdır. Onun için Cenâb-ı Hakk ne diyor, bak, "ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ ف۪يهِۚۛ  Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh", bunda şek ve şübhe yokdur. Taraf-ı izzetden, taraf-ı ilâhîden, Cibrîl-i Emîn Nâmûs-i Ekber vâsıtasıyla Muhammedime indirdiğim Kur`ân-ı Kerîm'de. Lâ şek velâ şübhe Allah kitâbıdır bu. "هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ hüden lil-müttakîn", müttakîlere hidâyet eder. Müttakî ne demekdir? Bir iş yapacağı vakit o işde Hakk'ın gadabı mı var, rızâsı mı var, bunu arayan kimse demekdir. Düşüncesiz, tefekkürsüz iş yapan değil. Ölmesek, hesâblar olmasa ne işler yapacağız değil mi? Ama aklı başında olan ölümü görüyor, hesâbı biliyor. Muhbir-i sâdık haber vermiş, bir gün dönüş var. İki türlü dönüş var. Dâimâ söylüyorum size, unutmayın bunu. 
Ey gençler! Gençliğinize güvenmeyiniz, bir anda ihtiyarlarsınız. Hiç sanki gençlik görmemiş gibi olursunuz. Hangi duvara dayanırsan, çürükdür, yıkılır. Kime güvenirsen böyle. Akşam azîz olan sabah zelîl, sabah zelîl olan akşam azîz olur. Ancak Allah'a dayanmak, Allah'a güvenmek, Allah'a sığınmak lâzımdır. Gönüller Allah'lı olmayınca o gönül şeytan evi olur. Gönüller, kalbler, Allah korkusuyla, Allah sevgisiyle dolmalıdır. Dâimî sûretde Cenâb-ı Hakk'ın rızâ-yı şerîfine koşmalıyız. O'nun emirlerine imtisâl ederek seve seve yapmalıyız. O vakit müttakî oluruz. Allah'ın yapma dediklerinden kaçınmalıyız. Bu işin nihâyeti yok. Her zevkin altında bir âh u zâr vardır, bir âh u vâh vardır. Her zevkin altında. Dünyâ zevklerinden ne zevk görüyorsan, onun altında, ertesi günü muhakkak sûretde, yâhud ertesi günü, yâhud daha ertesi günü, mutlakâ âh u zâr vardır, feryâd u figân vardır. 

İşitmedin mi, görmedin mi, duymadın mı, sana ibret olmadı mı? Beş dakîkalık bir zevkden bir çocuk hâsıl olur. O çocuğun müşkilâtı, okuması, yazması, yetiştirilmesi ne kadar güçdür bilir misin? İşte o beş dakîkalık zevkin, üç dakîkalık zevkin cezâsı insandan bu şekilde çıkar. Onun için dâimâ Hakk'a, Allah'a yöneliniz. Allah'a dönelim, Allah yolunda bulunalım. Allah'ın ibâdetinden zevk al, onda âh u vâh yokdur. Onda zevk ü safâ vardır. Dünyâ hayâtı seni aldatmasın. Sen kâfirlere, münkirlere, âsîlere verilen mühleti hiç nazar-ı itibâra alma. Hakk'a kasem ederim ki bir rüyâdan başka bir şey değildir. Misâlini dâimâ söylerim ama gene söyleyivereyim sana. 

Kâfirlere verilen bu salâhiyet, mâl, mülk, kasa, kese, rütbe, neye benzer bilir misin? Bu bir uyku gibidir. Allah'a âşık, Allah'a teslîm, Allah aşkıyla, Allah muhabbetiyle kalbi yanan, gözünden yaş döken, Hakk rızâsı için gözyaşı silenler, çıplak giydirenler, aç doyuranlar, susuzlara su verenler, size söylüyorum. Bu meşakkatli hayâtın, gördüğün bir rüyâdan başka bir farkı yokdur. Gene o kâfirlerin sürdükleri ki sen safâ zannedersin, o safâ değildir o. Allah oınların azâbı artsın diye, onların nimetlerini daha çoğaltır. Bu azâb mücerred ahretde değil, dünyâda da aynı o azâb tadını onlara tattırır. Malım gidecek, vereceğim, şu aldı, bu verdi, bu veremedi filan, gece sabahlara kadar uykusu kaçar onun. Hiç rahatlığı yokdur. Rahatlık Allah'dadır, Allah'lı olmakdadır, dîn sâhibi olmakdadır. Dînlenen kişi, dinlenir. Dînlenen kişi, dinlenir. Kim dîn sâhibi olursa o dinlenir.  Dînsiz, dinlenemez. Allah'lı gönül dinlenir. 

Meşakkatli görmüş olduğun bu hayât, bir rüyâ. Neye benziyor, sana misâlini verivereceğim ve nihâyet vereceğim. Hava sıcak, sizi fazla terletmeyelim burda. Rüyâ yani büyük bir köşkde, büyük bir sarayda rüyâ gören bir sultân gibi. Sultân rüyâsında fakirlik, zarûret, felâket, musîbetler görüyor. Bir takım hayât meşgaleleri,  hayât mücâdeleleri görüyor. Fakat sultân görüyor bunu. Bu rüyâ, elli sene sürüyor, kırk sene sürüyor, otuz sene sürüyor, altmış sene sürüyor. Sonra geliyorlar, "Efendim, kalkmaz mısınız" diyorlar, uyandırıyorlar onu. Bir de gözünü açıyor bakıyor ki, kendisi saltanat içerisindeymiş, gördüğü o meşakkatlerin kâffesi rüyâymış. İşte mü'minin çekmiş olduğu, Allah'lı mü'minin, Allah'ı seven, Allah'a teslîm olan mü'minin çekdiği felâketler, sıkıntılar bunun gibidir. Br rüyâdan farkı yokdur. Üç sene, beş sene, elli sene, neyse. Melekü'l-mevt gelir, iltifat ile uyandırır, zorlamaz. Ve dönüşün şudur. Seni gurbetde bekleyen evlâd u ayâlin, annen babanın âgûşu, kolları sana nasıl açılıyorsa, öyle seni kabûl ederler. Hem de Resûlullah kucaklar. 
Kâfirinki. O da rüyâ görmüşdür. O da köprü altında serseridir, bir serserinin gördüğü rüyâ gibi, metresler, teresler, yazlıklar, kışlaklar filan, elbiseler, şunlar, bunlar. Fuhşiyyât, zinâ, içki, o da rüyâda öyle görüyor. Hattâ ihtilâm bile oluyor. Sonra bekçi geliyor, ayağınla vuruyor, "Kalk ulan!". Serseri herif bir de kalkıyor ki, hepsi rüyâdan başka bir şey değilmiş. İşte kâfirin gördüğü bu rüyâdır. Bugünkü dünyâdan bir misâl olarak, köprü altındaki bir serseri dedik, köprü altındaki serseri ondan daha efdaldir, başka. Misâlini vermek için söyledim bunu. Kâfir çünkü. 

Îmânlı serseri olmaz. Îmânlı mü'min pis olmaz. Îmânlı zelîl olmaz, îmânlı azîzdir. Îmânlı tâhirdir. Allah ve Resûlüne inanan, "Lâilaheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenler, onlar, azîzdirler. Allah onları azîz etmişdir, kims eonları zelîl edemez. Yalnız îmânda kâim ve dâim ol. Allasmaladık der gibi Allah'ı tasdîk etme. Ağzın alışmışdır senin. Her yapacağın işde, Hakk'ın rızâsına ara, müttakî ol ki Kur`ân sana söylesin. "هُدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ hüden lil-müttakîn" o ma'naya. Kim ki Allah'dan korkar, Allah'ı sever, Kur`ân onun kalbine nakş olunur. 

Ama sen böyle olmamalısın. Sen azîzsin. Senin âbâ u ecdâdını gör bak. Allah üç kıtayı onların hükm ü fermânına verdi. Senin babalarındı onlar. Onlar oralara cehil yerine ilim götürdüler, zulüm yerine nûr götürdüler. Sonra sana senliğini unutturdular. Sen kendini kaybetdin. Sen garbın pisliğine düşdün. Oradan nûr almaya gitdin, pisliğine düşdün. Benliğini unutdun, kendini kaybetdin. Sen azîz milletsin, sen yüce milletsin. Korkuyorlar senden gene, uyanırsan gene eski satvetini alacaksın. Hiç bir kâfirin senin kadar zekâsı yokdur, irfânı yokdur. Fakat sen zekânı ve irfânını şeytanlıkda kullanıyorsun, irfân demezler ona. Kötülükde kullanıyorsun, iyilikde kullanırsan çok âlî olacaksın. 

Allah Resûlü buyuruyor ki, "Beş şey gelmeden beş şeyi ganîmet bilin". Ölüm gelmeden hayâtın kadr ü kıymetini bil. Bak, bu üç aylar içindesin, istiğfâr et Allah'a, Allah'a rücû eyle. Allah bu aylarda istiğfâr edeni, Hakk katına gideni kapısından boş çevirmez. Bunu ganîmet bil. Receb derken Şabân, Şabân derken Ramazân, Ramazân derken bir de bakmışsın ki nâzik ömrün gelmiş geçmiş, kapıya tabut geliverir. 

Hani âbâ u ecdâdın, nerelerde, nereye gitdiler?  Hiç ibret almıyor musun? Yirmi seneden beri bu câmi kaç defa doldu boşaldı. Bu minberde fakîr gibi konuşan kaç tâne hatîb geldi geçdi? Hep bunlar gelip geçicidir. Ancak müttakîler kazandı çünkü Allah müttakîlerle, muhsinlerle berâberdir. Allah mü'minlerle berâberdir. Onlar kazandılar. Ötekiler mallarını mülklerini sevmediklerine bırakdılar, bırakdıkları mal sevmedikleri tarafından yağma oldu, onları götürüp günahlarıyla, hesâblarıyla başbaşa koydular. 

Kim ki Allah'ı bildi, Allah'ı buldu, o kimse iki cihâna sultân oldu.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbesini, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 19 Haziran 1981 (16 Şaban 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder