İlimleri tasnîf edenler, bunları önce ikiye ayırmışlardır. Dünyevî ilimler, uhrevî ilimler, yâhud maddî ilimler, manevî ilimler diye. Bu ayrımı dînî ilimler, tabiî ilimler diye yapanlar da vardır. İsimlendirmelere fazla takılmadan bakacak olursak, dünyevî ilimler, tıp gibi, mühendislik gibi, mimarlık gibi konusu maddî olan ilimlerdir. Uhrevî ilimler ise, tefsîr gibi, hadîs gibi, tasavvuf gibi, konusu manevî olan ilimlerdir. Birinci nevi ilimler dünyâyı imar etmeğe yararken, ikinci nevi ilimler âhireti mamûr kılmaya yarar.
Müslümanlar olarak, eskiden beri en büyük hatâlarımızdan biri, bunlar arasındaki dengeyi bir türlü tutturamamakdır. Kimimiz dînî ilimleri önemsiyor dünyevî ilimleri geriye atıyoruz. Belki âhiretimizi mamûr edeceğiz ama dünyâmız harâb. Kimimiz de dünyevî ilimleri önemsiyor, uhrevî ilimleri ihmâl ediyoruz. Bunlar da dünyâlarını mamûr ediyorlar belki ama âhiretleri harâb.
Bazıları zannediyorlar ki, tefsîr öğrenirsek, hadîs öğrenirsek, dînî ilimleri bir güzel tahsîl edersek bütün meseleler hallolacak, her yer güllük gülistanlık olacak. Yok öyle bir şey. Böyle olmadığını târihden de biliyoruz, şimdiki manzaradan da anlıyoruz. Bakın İslâm âlemine, müslümanlar maşallah sular seller gibi Kuran okuyorlar, dînî ilimleri tahsîl ediyorlar ama ekseriyet zelîl ve hakîr bir durumda. Hattâ o derece ki, çoğu yerde içecek temiz su yok, doktor yok, hastahâne yok, ilaç yok. Donunun lastiğini bile yabancılardan alan bir alay adam var. Neden? Dünyevî ilimleri ihmâl etmekden. Üstelik bu yeni bir şey de değil. Tâ bundan bin sene evvel İmâm-ı Gazâlî gibi bir zât bundan şikâyet etmiş ve tıbbı misâl vermişdir. Müslümanların bu ilme kıymet vermediğini ve tabîblerin hep gayr-i müslimler arasından çıkdığını, bunun da müslümanların büyük bir ayıbı olduğunu söylemişdir. Dikkat ederseniz, bugün de vaziyet pek farklı değil.
Dînî ilimleri yeterli görüp, dünyevî ilimleri ihmâl edenler, bilmiyorlar ki maneviyyatla maddiyyat birbirinden ayrılmaz. Meselâ ibâdet manevî bir işdir ama bedenle yapılır. İnsanın bedeni sağlam olmazsa nasıl ibâdet edecek? Yine her türlü ibâdet için hayâtın idâmesi lâzımdır. Coğrafya bilmediği için dere yatağına ev yapan kişi ilk selde evini, eşyâsını ve belki de hayatını kaybedecekdir. Yâhud jeoloji bilmeyen, inşaatdan anlamayan bir topluluk, fay hattı üzerine derme çatma binâlar yapacak ve bunlar ilk depremde yıkılacakdır. Yine askerlikden anlamayan, silah imal edemeyen bir millet düşmanları tarafından ya esir edilecek ya yok edilecekdir. Misâlleri istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Demek ki insanın hayâtını idâme ettirebilmesi, düşmanına mukâvemet edebilmesi, tabîat şartlarına karşı durabilmesi için bile dünyevî ilimleri öğrenmesi şartdır.
Diğer bir mesele de şu. Biz Kur`ân'a hürmet edeceğiz diye yalnız onun elfâzı ile uğraşıyoruz, ma'nâsına, medlûlüne pek bakdığımız yok. Her yerde Kur`an kursları açmışız, hâfızlık okulları açmışız, çocuklara papağan gibi Kur`ân okutuyoruz, ezberletiyoruz. Binlerce, on binlerce genci, en verimli çağlarında ezberciliğe mahkûm ediyoruz. Bunu da büyük bir marifet zannediyoruz. Bilmiyoruz ki, Kur`ân mushafdaki âyetlerden ibâret değildir. Ondan başka âyât-ı enfüsiyye var, âyât-ı âfâkiyye var. Malûm ya, kâinâtın kendisi bizâtihî kitâbullahdır. Meselâ Kur`ân-ı Kerîm'de bir âyetle beyân edilen yâhud bir kelime ile işâret edilen bir şey, kâinât kitâbında uçsuz bucaksız bir şekilde tafsîl edilmişdir. Mushafdaki bir kelime, kâinâtda âdetâ bin cild kitâba dönüşmüşdür. Nitekim okuyabilenler bütün ömürlerini bu işe vakfetdikleri hâlde gene de bitiremiyorlar. Zîrâ kelimetullaha nihâyet yokdur. Halbuki âyeti tek nefesde okumak kâbildir.
Öyleyse dünyevî ilimler de aslında Kur`ân'ın bir cüz'üdür, onun âyetlerinin îzâhı ve şerhi mâhiyetindedir. Eğer bu ilimleri bu gözle okursak, bu niyetle tahsîl edersek işin rengi değişecekdir.
Allah razı olsun.
YanıtlaSil