En meşhûr kitâb meraklılarından biri de İbnülemin Mahmud Kemâl Bey'dir. Konağındaki kütübhânesi o kadar dolu, o kadar zenginmiş ki, âlimler, edîbler, şâirler sanki bir araştırma kütübhânesine gider gibi onun evine gider, aradıklarını onun kütübhânesinde bulurlarmış. Hattâ bu yüzden Hazret'in evine bir de isim takmışlar, "Dârü'l-Kemâl" demişler. Konağın üst katına da "Cerîdehâne" ismini vermişler zîrâ bu katda her gazetenin mükemmel bir koleksiyonu bulunurmuş.
Onun kitâb merâkını zamânın meşhûr edîblerinden Süleyman Nazif 1926 senesindeki bir beyânâtında şöyle anlatıyor :
On iki, on üç yaşlarından beri hayâtını tetkîk ve tettebu ile kütüb-i nâdire cemine hasr etdi. Bu yolda tam kırk sene çalışdı, çalışıyor. Kütübhânesinin raflarını tezyînm eden lâ-yuad âsârdan, ki içinde pek çok yazma ve müteaddid nüshalı kütüb ve resâil var, bir tâne bulunmaz ki dikkatle okunmamış ve mukâbele ve tevsîk edilmemiş olsun.
Kendisini gâyet iyi tanıyan ve biyografisini oldukça etraflı bir şekilde kaleme alan Hüseyin Vassaf Efendi diyor ki :
Mahmud Kemâl Bey'de kitâb merâkı vardır. Kendilerine bibliyografik yani ilm-i ahvâl-i kütüb mütehassısı denilmesinde isâbet-i tâmme vardır. Peder-i büzürkvârının bade'l-harîk tedârik etdiği kitâblardan başka bizzat genç yaşından beri elde edegeldiği kitâblar, risâleler, gazete koleksiyonları, kesret peydâ ede ede, mükemmel bir kütübhâne vücûda gelmiş ve peder-i muhtereminin kitâblarından ve işgâlda nâbûd olanlardan mâadâ üç bine karîb âsâr-ı mühimmeyi ihtivâ eylemekde bulunmuşdur. Matbu kitâblardan ziyâde müelliflerinin hattıyla muharrer âsâr ve nâdirü'n-nüsha belki sânîsi kemyâb yazma kitâblar ve nefis mecmualar mevcûddur ki o kütübhânenin medâr-ı ziynetidir. Bu hususda sarf-ı nakdîne-i himmetde pek ileri giden fedâkârân-ı marifetdendir.
İbnülemin Mahmud Kemâl Bey, gençliğinden beri parasını başka yerlere sarfetmeyip hep kitâba, ilme, sanata harcamış. Hattâ öyle ki her gün işe gidip gelirken mutlakâ Sahaflar Çarşısına uğrar, kitâbçıları dolaşır ve beğendiği, aradığı kitâbları, risâleleri satınalırmış. Esnaf da onun bu huyunu bildiği için herkes onu dükkanına davet eder, yeni gelen kitâbları gösterir, onun zevkine, meşrebine hitâb eden eserleri kendisine takdîm edermiş.
İbnülemin Bey de kitâb merâkı hakkında bir mülâkatda şöyle diyor :
Zevk ve sefâhet etmedim, kazandım, kitâb aldım. On iki yaşımdan beri kitâb toplamağa başladım. Bâbıâlîden dönerken, şimdi halıcıların bulunduğu Sahaflar Çarşısına uğramadan ve oradan bir iki kitâb almadan eve dönmezdim. Sahaflar Çarşısından geçemediğim gün rahatsızlanır, kendimde bir eksiklik hissederdim. Bir gün müzâyedede bir torba içinde bazı kâğıt parçaları satılıyordu. Dellâl, "On kuruş" diyordu. "On beş"dedim. "Yirmi" dediler, "otuz" dedim. Meğer beni tanıyanlardan biri, "Mahmud gene bir şey gördü. Bırakmak istemiyor" diye mahsûs artırmağa başlamış. Torbayı 250 kuruş altın paraya aldırdılar ve sonra kahkaha ile güldüler. Ben hiç aldırmadım. Çünkü on kuruş etmeyen kâğıt parçaları arasında Âlî Paşa'nın el yazısı ile imzâlı bir mektûbu da vardı.
Vaktiyle Bayezid'deki meşhûr Sahaflar Çarşısındaki sahaflardan başka bir de ayak sahafları varmış. Bunlar daha çok Fâtih Camisinin avlusunda sergi açarmış. Kitâb meraklıları bu sergilere çok rağbet ederlermiş çünkü zaman zaman bu sergilere çok kıymetli kitâblar düşer, bu ayak sahafları Çarşı'daki sahaflar gibi kitâbdan anlamadıklarından, kitâbların kıymetini takdîr edemezler ve çok kıymetli bir eseri cüzî bir fiyata satarlarmış. Meşhûr kitâb meraklılarından İbnülemin Mahmud Kemâl Bey, bir takım paha biçilmez kitâbları bu gibi ayak sahaflarından aldığını söyler.
Bir de Çarşı'da esnaflık yapdığı hâlde eski eserlerden anlamayanlar vardır. İbnülemin Bey, böyle bir esnafla arasında geçen bir hâdiseyi isim vermeden şöyle anlatır :
Vaktiyle muhibbân-ı ma'rifete nüzhet-gâh olan Bedestân ağzındaki Sahaflar Çarşısının müdavimlerinden idim. Sabah ve akşam oradan geçdikçe sahaflar davet ederler, bir kitâb yâhud bir yazı gösterirler idi. Tahmînen yirmi beş sene evvel, bir akşam geç vakit mevki'-i me'mûriyyetimden avdetde bütün dükkânların kapandığını yalnız bir sahafın dükkânını henüz kapatmak üzere olduğunu gördüm. O sahaf, beni da'vetle birkaç kitab göstereceğini söyleyip deftersiz, numarasız, tertîbsiz yüzlerce kitâb arasında taharriyât ile meşgul olduğu sırada ben dükkânın önüne atılmış olan kitâb ve kağıt parçalarının bir kısmını karıştırmağa başladım. Bir kitâbın eczâsından on dört sahife buldum. Bu sahifeleri ben tedkîk etmeden sahaf efendi, aradığını bulamadığını, yarın uğranılmasını söyledikden sonra, elimdeki kâğıtları sordu. Süpürüntü içinde bulduğumu söyledim. Ser-âmedan-ı cühelâ meyânında mevki-i mümtâz sâhibi olan bu zât, kâğıtlara bakdıktan sonra, "Ben bunu nice zamandan beri arıyordum", demesiyle, hangi eserin parçası olduğunu sordum. Bi't-tabii cevâb veremediğinden hiddetlendim. İşi latîfeye döküp benden birkaç kuruş aldıkdan sonra kağıtları verdi. O gece tedkîk etdim, Müstakîmzâde'nin hattıyla muharrer Mecelletü'n-Nisâb müsveddiâtının eczâsından olduğunu anladım. Diğer sahifelerin de bulunması muhtemel olduğundan ertesi sabah çarşıya şitâb etdim ise de ortada bir şey kalmamışdı. Şu vak'a hâtırıma geldikçe müteessir olurum.
İbnülemin Bey, vefâtından dört sene kadar önce bütün kitâblarını İstanbul Üniversitesine bağışlamışdır. Bu bağış sebebiyle Üniversite'de büyük bir jübile tertîb edilmiş, onu tanıyan münevverler, profesörler onun hakkında konuşmalar yapmışlardır. Hat üstâdı Necmeddin Okyay'a önceden yazdırılan iki levha ki birinde "rütbeti'l-ilmi a'ler-rüteb" yani "ilim rütbesi en yüce rütbedir" yazılıdır, kendisine hediye olarak takdîm edilmiş, en sonunda da İbnülemin Bey konuşma yapmak üzere kürsüye davet edilmişdir. Kayda alınan o konuşma çok manidâr olduğu için buraya aynen kaydediyorum. Hazret diyor ki :
Üç aydan beri hasta idim. Tamamiyle kesb-i âfiyet edemediğim hâlde kıymet bilen kıymetli gençlerimizin lutfen tertîb etdikleri bu toplantıda bulunmağı vecîbe addetdim.
Azîz vatandaşların, bilhassa ilim ve irfânıyla milleti tenvîr edecek olan münevver gençlerin sevgisine nâil olmak, en büyük şeref iken böyle bir toplantı tertîb edilmesini, istihkâkımın fevkinde bir iltifat olarak telakkî eylerim ve kadirşinas gençlerimize ve beni tatyîb için teşrîf eden zevât-ı kirâma teşekkürler ve duâlar ederim.
Müddet-i ömrümde bir kürsîye çıkıp hitâbet etmeğe nefsimde salâhiyet ve liyâkat tasavvur etmemişken bu gün bu kürsüde arz ve cidde mecbûr oldum. Söz söylemeğe liyâkatim gibi sıhhatim de pek müsâid olmamakla berâber söylemeği, söylememeğe tercîh etdim.
Malûmdur ki bir ferd, bir cemiyyet, kıymet-şinâslığı nisbetinde yükselir. Kıymet bilmeyenler, yükselmekden mahrûmdurlar. Kıymeti olanları yâhud benim gibi kıymetli zannolunan âcizleri takdîr ve tevkîr edenler
Kadr-i dürr ü gevheri âlem bilir
Âdemi ammâ yine âdem bilir
fehvâsınca hakîkatde kendi kıymet ve meziyyetlerini göstermiş ve millete hizmet etmiş olurlar.
Kendilerini herkesin üstünde farz etdikleri halde tevazu' perdesine bürünerek bazı hodpesendlerin ihtiyâr etdikleri riyâkârlığa ve câl-i tevazu'a benzetilmemesini recâ ederim. Ben, nefsinde meziyyet tecellî eden hayal-perestlerden değilim. Haddini bilenlerdenim. Bu sebeble hakkımda gösterilen teveccühü meziyyete hamletmekden teeddüb ederim. Vaktiyle,
İlmine hükm etdiren insâna fart-ı cehlidir
Ehl-i irfan cehlini âlim olunca anlıyor
demişdim. Başkalarının ne fikirde olduklarını bilemem. Ben, kendi hâlimi ve benimle hemhâl olanları nazar-ı dikkate alarak söylüyorum, ilim sahasında ilerledikçe cehlimize kâni olarak kendimizi âlim addetmekden utanıyoruz. Beğenerek yazdığımız eserleri bir zaman sonra beğenmiyoruz. İlmimize hükmetmek cehâletini kabûl etsek beğenmemek mümkün olmaz. Her şeyimizi beğeniriz, kendimizi her şeye lâyık görürüz. Benim beğenilecek bir şeyim olmadığını samimi bir lisan ve vicdân ile itiraf etmekle beraber mütesellî olduğum yalnız bir cihet vardır ki pek genç yaşımdan beri azîz milletin maârifine âcizâne hizmet etmeğe çalışmışımdır. Muvaffak olunursam şükrederim, olamıyorsam kusûrumun hulûs-i niyetime bağışlanacağını ümîd ederim.
Babam merhûm, bana iffet ve namusdan başka mîras bırakmadı. Ben ise kazanmanın yolunu hiçbir devrede öğrenemediğimden servet sâhibi olamadım. Cenâb-ı Mürebbî-i Âlem, "Rızkın hayırlısı kifâyet edendir" buyurduğundan bana isâbet ve kifâyet eden rızka kanâat etdim ve bu kanâati mahzâ saâdet addeyledim. Çünki en büyük servet ve saâdet kanâatdir. Allah'a hamd ederim ki nefsimce maddî bir emelim ve kimseden dileğim yokdur. Bütün servetim, kitâblarımdan, yazı koleksiyonumdan ve müzelik ufak tefek bazı şeylerden ibâretdir. Evlâd-ı vatanı nefsime tercîh etdiğim için servetimi memnûniyyetle onlara teberrû etdim. İnşallah gayretli gençlerimiz ve ilim ile iştigâl eden diğer vatandaşlarımız, nâçiz kütübhânemden müstefîd olurlar ve üniversite idâresi kütübhânenin muhâfazasına itinâ eder de kitâb-ı hayâtım hitâm buldukdan sonra rûhumu şâd ederler.
Eski büyük şâirlerimizden Taşlıcalı Yahyâ,
Kaşki sevdiğimi sevse kamu halk-ı cihân
Sözümüz cümle hemân kıssa-i cânân olsa
demişdir. Ben de,
Kaşki yapdığımı yapsa bütün ehl-i kitâb
Kârımız cümle hemân millete hizmet olsa
derim.
Vatanını sevenler, onun uğrunda sevdikleri şeylerden fedâ etmekden çekinmezler. Muhabbet lafla değil, fedâkârlıkla isbât olunur. Vatana hizmet etmek, ehl-i vatan içün en mühim borçdur. Borcu edâ etmek ise hakîkatde bir meziyyet sayılamaz. Ben de bir meziyyet ibrâz etmedim, borcumu edâ etdim. Bu toplantıyı tensîb ve tanzîm eden ve müstehak olmadığım sözlerle bana kıymet vermek isteyen, müsecca' olarak söyleyeyim, fen sahasında projektör, üniversitede kıymetli rektör, üstad Kâzım İsmail Beyefendiye ve hakkımda sitayişkârâne kelâm eden zevât-ı muhteremeye bilhassa teşekkür ederim.
Pek uzayan söze nihâyet vermeden evvel teveccühlerinin müteşekkiri olduğum kadirbilir gençlerimizin bugün hakkımda izhâr etdikleri samîmî mahabbet ve riâyeti, yaşadığım müddetçe unutmayacağımı, kendilerinin de aynı sûretle i'zaz ve taltîf edilmelerini ve mesleklerinde tefeyyüzle devlet ve millete arz-ı hizmete muvaffak ve dünya ve ukbâda mamûr olmalarını eltâf-ı ilâhiyyeden temennî ederim.
İbnülemin Bey'in hüsn-i hat merâkı da vardır. Konağı bir hat müzesi gibiymiş. Meşhûr hattatların enfes yazıları konağının duvarlarını süslermiş. Hazret'in hatta merâkı o kadar ileri derecededir ki Son Hattatlar diye muazzam bir kitâb da yayınlamışdır. Bu eser hattatlar ansiklopedisi mâhiyetindedir. Tuhfe-i Hattâtîn adındaki eserin devâmıdır. Eserde, 18. asrın ortasından 20. asrın ortasına kadar gelip geçen 329 hattatın biyografileri ve yazılarından örnekler vardır. Hakîkaten çok büyük bir emek mahsûldür. Hazret, gençliğinden beri büyük fedâkarlıklarla toplayıp bir hat müzesi hâline getirdiği konağında muhâfaza etdiği o güzelim levhaların fotoğraflarını aldırarak kitabına aktarmışdır. Türk hat sanatının iki yüzyıllık serencâmını sergileyen bu eser, hakîkaten müstesnâ bir eserdir, kıymetini bilenler için paha biçilmez bir kaynakdır.
Dönemin meşhûr yazarlarından Orhan Seyfi Orhon, İbnülemin Bey'in vefâtı üzerine "Bir Bakıma" başlıklı köşesinde şunları yazmışdır :On yedinci asrın büyük biyografi âlimi Kâtip Çelebi neslinden çok kıymetli bir ilim adamı kaybettik : İbnülemin Mahmud Kemâl'i.
Artık benzerleri pek güç yetişir. Bunun için ayrı vasıflar, ayrı bir mizaç lâzım. Önce kuvvetli bir hâfızaya sâhip olacaksınız. Duyduğunuzu, gördüğünüzü, öğrendiğinizi unutmayacaksınız. Bütün bilgilerinizi bir araya toplayıp muhâfaza etmek için büyük bir ilim ihtirâsınız olacak. Küçük kağıt parçalarına kadar her şeyi sımsıkı saklayacaksınız. Ele geçirdiklerinizi biriktire biriktire bir hazîne meydana getireceksiniz.
Ali Emîrî Efendi de böyleydi. Zengin değilken memlekete nâdîde yazma eserlerle dolu eşsiz bir kütüphane hediye etti. Hepsini mütevazi maaşından ayırabildiği paralarla satınalmıştı. Bir antika meraklısı gibi sahaf sahaf gezmiş, bir kitap diğerini aratmış, bazılarını ele geçirmek için yıllarca beklemişti.
Ali Emîrî Efendi'de telif hırsı yoktu. Kitaplarını çocukları gibi seviyor, muhâfaza ediyordu. Onlara dokunulduğu zaman gürlüyordu. Rahmetli İbnülemin Mahmud Kemâl'de ilim ihtirâsı vardı. Topladığı, gördüğü, bildiği şeyleri biraraya getirip bir terkip yapmasını biliyordu. "Son Asır Türk Şâirleri" böyle meydana geldi. Fatin Tezkeresi'ne zeyl olarak.
Müellifin büyük kıymeti bütün bilgileri mehazlara, vesîkalara bağlamasıdır. Eserlerinden incelenmeyen söz bulunmaz. Ne diyorsa mutlaka bir kaynağı vardır. Onu göstermeyi bir vazife sayar. İndî sözlerle, yarım yamalak hatırlanmış rivâyetlere rastgelemezsiniz. Büyük bir ilim adamı olmak vasfı da buradan geliyor.
Tanzîmat devrini çok iyi tanırdı. O devrin târihî şahsiyetlerini ya kendisi tanımış ya başkalarından öğrenmişti. En hurda şeylere kadar hiçbirini kaybetmemişti. Bundan da "Son Sadrazamlar" çıktı. Bir kaç defa çalışma odasında kendisini ziyâret etmiştim. Yıpranmış, eskimiş yığın yığın defterler, kağıtlar, gazeteler, kitaplar arasında, tozlar içinde küçücük bir yazı çekmecesi önünde diz çökmüş, kamış kalemle eserlerini hazırlıyordu.
Kütüphanemize bıraktığı eserlerin kıymetini şimdi daha iyi anlayacağız. Çünkü onları kendisinden başka meydana getirebilecek insan çok az bulunur. Kimseye benzemezdi. Başka bir devrin mümtaz adamıydı. Adını rahmetle anarken, üstâd Yahyâ Kemâl'le Süleyman Nazîf'in birer mısra ile çizdiği portresini saygıyla, sevgiyle tekrarlayacağım :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder