İbnülemin Mahmud Kemâl İnal’ın oturduğu evin adresini öğrenmek için yaptığımız soruşturmalarda, aşağı yukarı aldığımız cevap aynı oldu.
- Mercan'a gidiniz. İbnülemin Mahmud Kemâl deyince, herkes evini size gösterir.
Hakikaten, şöhreti hududlarımızın dışına çıkmış olan üstadın evini bulmak, semtini öğrendikten sonra hiç de zor bir şey değildi. Mercan'da, bize tarif edilen semtte, önümüze ilk çıkan çilingire sorduk. Çilingir, yüzümüze dikkatli dikkatli baktıktan sonra :
- Bu zat bakırcı mıdır? demez mi!
Bu cevabı aldıktan sonra, tabiî fazla izaha lüzum görmedik ve o sırada yoldan geçmekte olan bir posta müvezziine yaklaştık. Müvezzi, sözlerimizi daha bitirmeden :
- Ebediyat âlemi Mahmud Kemal Efendi mi? diye lafımızı kesti. İşte şu sarı konakta oturuyor.
Gerçi müvezzi, bilmeden bu yanlışlığı yapmıştı ama, hakikaten İbnülemin Mahmud Kemal, ebediyatımızın başlı başına bir âlemi idi. Fakat şu çilingirin sözlerine ne dersiniz? Müvezzinin "İşte" diye gösterdiği bina, çilingirin dükkânı ile karşı karşıya idi. Şunu da ilâve edelim ki, üstad, çocukluğundan beri bu evde oturmaktadır.
İbnülemin Mahmud Kemal, bizi, sırtında şal ve başında siyah takkesiyle, hasta bir halde karşıladı. Kendisinin zaten birkaç zamandır rahatsız olduğunu işitiyorduk. Onu ayakta görünce sevincimiz bir kat daha arttı. Ziyaretimizin sebebini anlattık. Üstad rahatsızlığını henüz tamamiyle geçiremediğini, mümkünse ertesi günü gelmemizi söyledi. Ayrılırken de:
- Sizin adlarınız nedir diye sordu. Söyledik, fakat nedense, foto arkadaşın soyadı ile benim adım, üstadın tuhafına gitmişti.
- Canım, dedi, yeni yeni ne biçim isimler çıkmış? Ben size "Arı" ile "Oğul" derim, olur biter.
Ertesi gün, kararlaştırdığımız saatte gittik. Bize kapıyı açan asker kim olduğumuzu sorunca :
- "Arı" ile "Oğul" geldi dersiniz, üstad anlarlar, dedik.
Hakikaten yanılmamıştık. Üstad bir gün evvel bizlere takdığı adı unutmamıştı. Bizi, kitaplarla ve duvarları yazma levhalarla süslü olan odasında kabul etti.
Tevazuu herkesçe malûm olan İbnülemin Mahmud Kemâl, konuşurken çok defa, kendisinden bahsetmiş olmanın verdiği acı içinde :
- Bunları bana sormayın, bana kendimden bahsettirmek azabını vermeyin diye tekrarlıyordu.
Onun hayatı, yaşayışı gibi o kadar sade ve mücadeleden uzak ki. Üstadın doğum tarihi 1877'dir. İstanbul'da dünyaya gelen İbnülemin Mahmud Kemalin babası, zamanın ahlâken ve ilmen fazıl şahsiyetlerinden Mühürdar lakabıyla maruf Mehmet Emin Paşadır. İlk tahsilinden sonra bazı mekteplerle medrese derslerine devam etmişse de, asıl tahsili hususîdir. Henüz basılmamış olanlarla birlikte kırk kadar esere sahip olan üstad, kendi kendisini yetiştirmiştir.
- Bazı mekteplere girdim çıktımsa da, diyor, hiç birisinde tahsilimi ikmal edemedim. Demek ki istidadım müsait değilmiş.
Çok küçükten beri okumaya başlayan İbnülemin Mahmud Kemal'in evi, âdeta bir Darülfünûn gibiymiş. Haftanın bir çok günlerinde, evlerinde edebiyat toplantıları yapılırmış. Pek genç yaşlarında gazete ve mecmualara yazılar yazmaya başlıyan İbnülemin, memuriyet hayatında da oldukça kıymetli mevkilerde bulunmuştur. 1908 inkılâbından sonra Iyalât-ı Mümtaze Kalemi Müdürü, daha sonra Bâbıâlî'nin en mühim vazifelerinden biri olan Divân-ı Hümayun Beylikçisi, Evkâf-ı İslâmiye Müzesi, Vesâik-i Târihiye Tasnif Heyeti Reisi ve Türk Tarih Encümeni azası. En son vazifesi olan Evkaf Müzesi Müdürlüğünden emekliye ayrılmıştır.
Geçen yıl, binlerce değerli kitap ve tarihî kıymeti haiz bazı eşyasını Üniversite'ye terkeden İbnülemin'in hayatta bütün zevki kitap okumaktır. Üstad diyor ki :
- Çocukluğumdan beri boş durmamağa alışık olduğumdan, bütün günlerimi okumak ve yazmakla geçiririm. Allah eksik etmesin, gelenden gidenden vakit bulmak, benim için en müşkül bir şey olduğundan, galiba okuyup yazışım da, emsalim gibi ehemmiyet verilecek bir mertebeye gelmedi.
Üstadın en büyük hususiyetlerinden birisi de, kitaba ve el yazısına olan düşkünlüğüdür.
- Pek küçük yaşımdan beri kitaba ve el yazısına merak ettim ve elime geçen parayı bu uğurda sarfettim. Cenabı Hakk'a şükrediyorum ki, bu çalışmamın mükâfatı olarak elimdeki bütün kitapları ve yazıları vatan evlâtlarının çalışmasına arzettim. Türk malı antika ve nadide eşyaya karşı da merakım fazladır ama İstanbul'un işgalinde, evime ecnebilerin cebren girmesi hâdisesinde ve civarımızda zuhur eden yangında, topladığım eşyanın bir kısmı zayi oldu.
İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, gençlik hakkındaki düşüncelerinde diyor ki :
- Evlâd-ı vatan, kendi evlâdımız hükmünde olduğu için, daima onların iyiliğini isterim. Gençliğin vatanına sadık ve âşık olarak, onun menfaatine göre, gece gündüz çalışmasını, mütedeyyin, namuskâr, nefsine ve halka karşı hileden uzak olmasını arzularım. Sözün kısası, gençliğin her suretle adam olmasını arzu ediyor ve böyle olacağını da ümit ediyorum. Bilhassa birşey öğrenmekle kendisini âlim saymamasını ve yalnız maişete medar olmak için tahsil etmemesini gönlüm arzu eder.
Üstad bir müddet sustu, sonra başım yukarıya doğru kaldırarak kendi kendine konuşur gibi mırıldandı :
İlmine hükmettiren insana fart-ı cehlidirEhl-i irfân cehlini âlim olunca anlıyor
Ailece mütedeyyin, beş vakit namazını ve orucunu beş yaşından beri hiç kaçırmayan İbnülemin, ömründe ağzına içki koymamıştır. Allah'ın bütün emirlerini, yine Allahın rızası için yaptığını söylüyor. Gençliğinde bir zaman, tütün içmişse de sıhhatine çok zarar getirdiği için, 30 yıl evvel, bir daha içmemek üzere sigarayı bırakmış. Çocukluğundan beri alıştığı kahve ve çayı ara sıra içer. Pek titiz olan üstad :
- Ömrümde hiçbir lokantada yemek yemedim, diyor. Yemeğe de niyetim yok zaten. Her tanıdığımın evinde de yemek yiyemem, hattâ su dahi içemem.
Vücudu afiyette olursa, sabahları pek erken kalkan İbnülemin Mahmud Kemâl üstadımıza, hiç rüya görüp görmediğini ve rüyaya inanıp inanmadığını sordum.
- Rüyaya inanmamak kabil midir? diye beni azarladı. Herşeyden evvel, hayatımın rüya olduğuna kaniim. Diğer insanlar gibi ben de rüya görürüm. Bilhassa kedere müncer olan rüyalarım ekseriyetle tahakkuk eder.
Asabi bir mizaca sahip bulunmasına rağmen, pek hassas olan üstad, ağlamak ve gülmek bahsindeki sualimi de şöyle cevaplandırdı.
- Kalbim pek rakiktir. Herşeyden müteessir olurum. Kendi hüznüm derecesinde başkasının hüznüne de üzülürüm. Bu sebeple, ağlayışım gülüşümden fazladır. Babadan, ecdaddan Türk olduğu için kırmızı rengi pek sevdiğini söyliyen İbnülemin :
- Bayrağımız da kırmızı değil mi? diye gözlerimin içine baktı.
Yemek bahsinde, üstad pek zevk-i selim sahibi.
- Mahir bir aşçı elinden çıkmış nefis ve temiz yemekleri severim. Bilhassa yassı kadayıf ve enginara bayılırım.
İbnülemin Mahmud Kemâl, karakterinin teşekkülü bakımından en çok babasının tesiri altında kaldığını söylüyor.
- Farz-ı muhal bende bir meziyet varsa, hepsini babam merhuma medyunum.
İbnülemin, Türk musıkisine çocukluğundan beri âşıktır. Hattâ, vaktiyle bir aralık musikiyle de uğraşmış. Eski üstadlarımızın eserlerini dinledikçe, cananının sözünü dinlemek, onun hitabına nail olmak için can veren âşıkı şeyda gibi, safalar içinde kalırmış. Kırk seneyi mütecaviz zamandan beri, Allah daim etsin, haftanın muayyen bir gecesinde, musıki erbabının güzideleri evinde toplanırlarmış. Eski musıki üstadlarından bilhassa İsmail Dede merhumun eserlerine hayrandır.
Bir çok defa teşebbüs ettiği halde, evlenmesi bir türlü kısmet olmıyan üstad İbnülemin, bugün 73 yaşında olduğu halde hâlâ dünya evine girmemiştir.
Süleyman Nazif merhumun İbnülemin Mahmud Kemâl için yazdığı mısraın baş tarafına sonradan Yahyâ Kemâl tarafından yine bir satır ilâve edilerek meydana gelen beyti belki bilirsiniz :
İbnülemin Mahmud Kemâl'in bundan daha güzel tarifi olabilir mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder