Sayfalar

19 Mart 2022 Cumartesi

İbnülemin Mahmud Kemâl Bey'le Röportaj - Oğuz Özdeş

İbnülemin Mahmud Kemâl İnal’ın oturduğu evin adresini öğrenmek için yaptığımız soruşturmalarda, aşağı yukarı aldığımız cevap ay­nı oldu. 

- Mercan'a gidiniz. İbnülemin Mahmud Kemâl deyince, herkes evini size gösterir.

Hakikaten, şöhreti hududlarımızın dışına çıkmış olan üstadın evini bul­mak, semtini öğrendikten sonra hiç de zor bir şey değildi. Mercan'da, bize tarif edilen semt­te, önümüze ilk çıkan çilingire sorduk. Çilingir, yüzümüze dikkatli dikkatli baktıktan sonra :

- Bu zat bakırcı mıdır? demez mi!

Bu cevabı aldıktan sonra, tabiî fazla izaha lüzum görmedik ve o sıra­da yoldan geçmekte olan bir posta müvezziine yaklaştık. Müvezzi, sözlerimi­zi daha bitirmeden :

- Ebediyat âlemi Mahmud Kemal Efendi mi? diye lafımızı kesti. İşte şu sarı konakta oturuyor.

Gerçi müvezzi, bilmeden bu yan­lışlığı yapmıştı ama, hakikaten İbnülemin Mahmud Kemal, ebediyatımızın başlı başına bir âlemi idi. Fakat şu çilingirin sözlerine ne dersiniz? Müvezzinin "İşte" diye gösterdiği bina, çilingirin dükkânı ile karşı karşıya idi. Şunu da ilâve edelim ki, üstad, ço­cukluğundan beri bu evde oturmakta­dır.

İbnülemin Mahmud Kemal, bizi, sırtında şal ve başında siyah takkesiy­le, hasta bir halde karşıladı. Kendisi­nin zaten birkaç zamandır rahatsız ol­duğunu işitiyorduk. Onu ayakta görünce sevincimiz bir kat daha arttı. Ziya­retimizin sebebini anlattık. Üstad ra­hatsızlığını henüz tamamiyle geçiremediğini, mümkünse ertesi günü gelmemi­zi söyledi. Ayrılırken de:

- Sizin adlarınız nedir diye sordu. Söyledik, fakat nedense, foto ar­kadaşın soyadı ile benim adım, üsta­dın tuhafına gitmişti.

- Canım, dedi, yeni yeni ne bi­çim isimler çıkmış? Ben size "Arı" ile "Oğul" derim, olur biter.

Ertesi gün, kararlaştırdığımız sa­atte gittik. Bize kapıyı açan asker kim olduğumuzu sorunca :

- "Arı" ile "Oğul" geldi dersiniz, üstad anlarlar, dedik.

Hakikaten yanılmamıştık. Üstad bir gün evvel bizlere takdığı adı unut­mamıştı. Bizi, kitaplarla ve duvarları yazma levhalarla süslü olan odasında kabul etti.

Tevazuu herkesçe malûm olan İbnülemin Mahmud Kemâl, konuşurken çok defa, kendisinden bahsetmiş olma­nın verdiği acı içinde :

- Bunları bana sormayın, bana kendimden bahsettirmek azabını ver­meyin diye tekrarlıyordu.

Onun hayatı, yaşayışı gibi o kadar sade ve mücadeleden uzak ki. Üstadın doğum tarihi 1877'dir. İstanbul'da dünyaya gelen İbnülemin Mahmud Kemalin babası, zamanın ahlâken ve ilmen fazıl şahsiyetlerinden Mühürdar lakabıyla maruf Mehmet Emin Paşadır. İlk tahsilinden sonra ba­zı mekteplerle medrese derslerine de­vam etmişse de, asıl tahsili hususîdir. Henüz basılmamış olanlarla birlik­te kırk kadar esere sahip olan üstad, kendi kendisini yetiştirmiştir.

- Bazı mekteplere girdim çıktım­sa da, diyor, hiç birisinde tahsilimi ik­mal edemedim. Demek ki istidadım müsait değilmiş.

Çok küçükten beri okumaya baş­layan İbnülemin Mahmud Kemal'in evi, âdeta bir Darülfünûn gibiymiş. Haf­tanın bir çok günlerinde, evlerinde edebiyat toplantıları yapılırmış. Pek genç yaşlarında gazete ve mecmualara yazılar yazmaya başlıyan İbnülemin, memuriyet hayatında da oldukça kıy­metli mevkilerde bulunmuştur. 1908 in­kılâbından sonra Iyalât-ı Mümtaze Kalemi Müdürü, daha sonra Bâbıâlî'nin en mühim vazifelerinden biri olan Divân-ı Hümayun Beylikçisi, Evkâf-ı İslâmiye Müzesi, Vesâik-i Târihiye Tasnif Heyeti Reisi ve Türk Tarih Encümeni azası. En son vazifesi olan Evkaf Müzesi Müdürlüğünden emekliye ayrılmıştır.

Geçen yıl, binlerce değerli kitap ve tarihî kıymeti haiz bazı eşyasını Üniversite'ye terkeden İbnülemin'in hayat­ta bütün zevki kitap okumaktır. Üstad diyor ki :

- Çocukluğumdan beri boş dur­mamağa alışık olduğumdan, bütün günlerimi okumak ve yazmakla geçiri­rim. Allah eksik etmesin, gelenden gi­denden vakit bulmak, benim için en müşkül bir şey olduğundan, galiba okuyup yazışım da, emsalim gibi ehem­miyet verilecek bir mertebeye gelmedi.

Üstadın en büyük hususiyetlerin­den birisi de, kitaba ve el yazısına olan düşkünlüğüdür.

-  Pek küçük yaşımdan beri kita­ba ve el yazısına merak ettim ve eli­me geçen parayı bu uğurda sarfettim. Cenabı Hakk'a şükrediyorum ki, bu çalışmamın mükâfatı olarak elimdeki bütün kitapları ve yazıları vatan ev­lâtlarının çalışmasına arzettim. Türk malı antika ve nadide eşyaya karşı da merakım fazladır ama İstanbul'un iş­galinde, evime ecnebilerin cebren gir­mesi hâdisesinde ve civarımızda zuhur eden yangında, topladığım eşyanın bir kısmı zayi oldu.

İbnülemin Mahmud Kemâl İnal, gençlik hakkındaki düşüncelerinde di­yor ki :

- Evlâd-ı vatan, kendi evlâdımız hükmünde olduğu için, daima onların iyiliğini isterim. Gençliğin vatanına sa­dık ve âşık olarak, onun menfaatine göre, gece gündüz çalışmasını, müte­deyyin, namuskâr, nefsine ve halka karşı hileden uzak olmasını arzularım. Sözün kısası, gençliğin her suretle adam olmasını arzu ediyor ve böyle olacağını da ümit ediyorum. Bilhassa birşey öğrenmekle kendisini âlim say­mamasını ve yalnız maişete medar ol­mak için tahsil etmemesini gönlüm arzu eder.

Üstad bir müddet sustu, sonra ba­şım yukarıya doğru kaldırarak kendi kendine konuşur gibi mırıldandı :

İlmine hükmettiren insana fart-ı cehlidir
Ehl-i irfân cehlini âlim olunca anlıyor

Ailece mütedeyyin, beş vakit nama­zını ve orucunu beş yaşından beri hiç kaçırmayan İbnülemin, öm­ründe ağzına içki koymamıştır. Allah'ın bütün emirlerini, yine Allahın rızası için yaptığını söylüyor. Gençliğinde bir zaman, tütün içmişse de sıhhatine çok zarar getirdiği için, 30 yıl evvel, bir daha içmemek üzere sigarayı bırakmış. Çocukluğundan beri alıştığı kahve ve çayı ara sıra içer. Pek titiz olan üstad :

- Ömrümde hiçbir lokantada ye­mek yemedim, diyor. Yemeğe de niye­tim yok zaten. Her tanıdığımın evinde de yemek yiyemem, hattâ su dahi içemem.

Vücudu afiyette olursa, sabahları pek erken kalkan İbnülemin Mahmud Kemâl üstadımıza, hiç rüya görüp gör­mediğini ve rüyaya inanıp inanmadı­ğını sordum.

- Rüyaya inanmamak kabil mi­dir? diye beni azarladı. Herşeyden evvel, hayatımın rüya olduğuna kaniim. Diğer insanlar gibi ben de rüya görü­rüm. Bilhassa kedere müncer olan rü­yalarım ekseriyetle tahakkuk eder.

Asabi bir mizaca sahip bulunma­sına rağmen, pek hassas olan üstad, ağlamak ve gülmek bahsindeki sualimi de şöyle cevaplandırdı.

- Kalbim pek rakiktir. Herşey­den müteessir olurum. Kendi hüznüm derecesinde başkasının hüznüne de üzü­lürüm. Bu sebeple, ağlayışım gülüşüm­den fazladır. Babadan, ecdaddan Türk olduğu için kırmızı rengi pek sevdiğini söyliyen İbnülemin :

- Bayrağımız da kırmızı değil mi? diye gözlerimin içine baktı.

Yemek bahsinde, üstad pek zevk-i selim sahibi.

- Mahir bir aşçı elinden çıkmış nefis ve temiz yemekleri severim. Bil­hassa yassı kadayıf ve enginara bayı­lırım.

İbnülemin Mahmud Kemâl, karak­terinin teşekkülü bakımından en çok babasının tesiri altında kaldığını söy­lüyor.

- Farz-ı muhal bende bir meziyet varsa, hepsini babam merhuma medyu­num.

İbnülemin, Türk musıkisine çocuk­luğundan beri âşıktır. Hattâ, vaktiyle bir aralık musikiyle de uğraşmış. Es­ki üstadlarımızın eserlerini dinledikçe, cananının sözünü dinlemek, onun hita­bına nail olmak için can veren âşıkı şeyda gibi, safalar içinde kalırmış. Kırk seneyi mütecaviz zamandan beri, Allah daim etsin, haftanın muayyen bir gecesinde, musıki erbabının güzide­leri evinde toplanırlarmış. Eski musıki üstadlarından bilhassa İsmail Dede merhumun eserlerine hayrandır. 

Bir çok defa teşebbüs ettiği halde, evlen­mesi bir türlü kısmet olmıyan üstad İbnülemin, bugün 73 yaşında olduğu halde hâlâ dünya evine girmemiştir.

Süleyman Nazif merhumun İbnü­lemin Mahmud Kemâl için yazdığı mısraın baş tarafına sonradan Yahyâ Kemâl tarafından yine bir satır ilâve edilerek meydana gelen beyti belki bi­lirsiniz :

Hezâr gıbta o devr-i kadîm efendisine
Ne kendi kimseye benzer ne kimse kendisine

İbnülemin Mahmud Kemâl'in bun­dan daha güzel tarifi olabilir mi?

Bir hâme-i nâçiz ile tasvîr ne mümkün
Üstâd-ı edeb Hazret-i Mahmûd Kemâl'i
Bir leyl-i mükevkebdeki mehtâba müşâbih
Beyne'l-üdebâ zâtının envâr-ı kemâli

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder