Meşhûr kitâb meraklılarından biri de Ordinaryüs Profesör Câvid Baysun'dur. Hoca, kendi tabiriyle tam bir kitâb hastasıdır. Câvid Bey akşam fakülteden çıkıp Sahaflar Çarşısından aldığı birkaç kitâbı koltuğunun altına sıkıştırmadan eve dönerse huzûrsuz olurmuş. Kitaba karşı hastalık derecesine varan bir sevgisi varmış. Kendi tabiriyle ibtilâ.
Hoca çok kıymet verdiği kitaplardan üç nüsha alırmış. Birini kendisinden ödünç isteyenlere vermek için cildsiz olarak tutarmış, geri gelmezse diye. Bez cild yapdırdığı ikinci nüshayı gündelik olarak kullanır, üçüncü nüshayı da meşin kaplatarak kütübhânesinin rafına koyarmış. Çünkü o, iyi yazılmış bir kitabın fena tab'ına veya örselenmiş ve kirlenmiş nüshasına tahammül edemeyecek kadar titiz bir kitâb merâklısıdır.
Hoca bu yazısında, bir zamanlar sık sık uğradığı ve en mesûd zamanlarını geçirdiği Eski Sahaflar Çarşısını anlatmış ve o günlerdeki hissiyâtını aksettirmişdir.
**********
Okumak ihtiyâcının yegâne tatmin vâsıtası olan kitaba karşı duyduğumuz sevgi bazı kimselerde makûl haddi aşarak, yenilmesi imkânsız bir ibtilâ hâlini alıyor. Münevver bir insanın alâka duyduğu mevzulara dâir yazılan eserleri yanıbaşında bulundurmak arzusu tabii karşılandığı hâlde, kitabı sâdece hattı, tezhîbi, baskısı, kağıdı, resimleri, cildi veyâ sırf nâdirliği için toplayanlara, hele onları kıskanç bir itina ile başkalarından gizleyenlere, iyi bir gözle bakılmadığı muhakkakdır. Bu çeşit kitap merâkının nasıl doğduğu araştırılırken, onu yine de mütâlaa zevkine bağlı olarak îzâh ederler. Fakat geçmiş zamanların birinde ümmî bir asilzâdenin, yalnız hey'et kitapları topladığını ve bu ilme dâir eserlerden mürekkeb bir kütübhâne vücûda getirdiğini düşünerek, bu merâkın hareket noktasını münhasıran okumak ihtiyâcına bağlayamıyorum ve onu şekil güzelliğine karşı duyduğumuz hislerle, güzel sanatlarla alâkalı görmek istiyorum. Tanıdığım kitap muhiblerinin çoğu kitâıbı istifâde için alan ilim müntesibleri olmakla beraber içlerinde maârif yolunda yaya kalmış olanlar da yok değildir. Bu türlü insanları faydasız hattâ zararlı buluyorlar. Kitap peşinde tüktettiğim kırk yıl zarfında nice eserlerin böylelerine nasîb olduğunu görüp huzûrum kaçdığı cihetle onlar hakkında duygunun pek müsâid sayılmayacağını itiraf ederim. Fakat aynı zamanda bu kitap düşkünlerini hiç bir zaman, muzır bulmadığımı ve onlara günün birinde nasıl olsa açılacak bilgi hazînelerinin titiz birer muhâfızı gözüyle bakdığımı da belirtmeliyim.
Kitap merâkı denince, İstanbul' un şimdi yerinde kârgir ve muntazam kitapçı dükkânları sıralanan bir eski çarşısını hatırlamamak mümkün olmuyor. Bu çarşı Bayezid Camiinin gölgesine sığınan, asıl adı Hakkâklar olduğu hâlde yavaş yavaş kitapçılar tarafından istilâ edilerek Sahhaflar Çarşısı denilen, ahşap ve perîşân dükkânlı, bozuk kaldırımlı, dar ve çarpık bir sokak idi. İçi tavana kadar kitap dolu harap dükkânlara kapalı havalarda bir akşam karnlığı çöker, yazın asma yapraklarından süzülen güneş, tozlu camekânlardan geçerek kitap kümelerini bulmaya çalışırdı. Tesâdüfen yolu düşenlerin bir an evvel çıkmak için acele etdikleri bu sokak, İstanbul'un bütün kitap meraklılarına dünyanın en ferah yeri gibi görünür, memleketinden her tarafından hattâ yabancı ülkelerden gelenlerle, o köhne dükkânlarda tanışılır ahbâb olunurdu. Sahhaflar Çarşısında yazma dîvânlardan, tezkirelerden, târih, terâcim ve münşeât kitaplarından başlayarak, mevcudları çokdan tükenmiş eski baskılar arar, mecmualara, gazetelere, vilâyet sâlnâmelerine ehemmiyet verirdik. Çarşının müdâvimleri arasında yalnız tasavvuf eserleri yâhud tiyatro piyesleri toplayanlara, hattâ mevzuuna bakmadan kitap diye ne olursa olsun alanlara çok rastlamışımdır. Muhtevâyı değil, müellifi ve matbaayı esas tutanlar, akla yakın sebeb bulmakda müşkilat çekmezlerdi. Bunlardan kimi Ahmed Midhat Efendi'nin bütün eserlerinden mürekkeb bir koleksiyon yapmak isteyerek, Menfâ'yı bir türlü bulamadığı için perîşândı. Kimi de meselâ, "Şeker Hanında Ali Rızâ Efendi Matbaasında acaba kaç kitap basılmışdır?" suâliyle bî-karârdı.
Bir kitap muhibbinin elde bulunması usûlden olan belli başlı eserleri çokdan tedârik ederek arasıra öğüneceği birkaç yazmaya da sâhib olması gerekdiğini ve harc-ı âlem eserlerin tâlibine mübtedî nazarıyla bakıldığını hatırlıyorum. Nâdir kitapların Sahhaflar'a gelmesiyle gitmesi bir olduğundan, haftada birkaç gün ne yapıp yapıp Çarşı'ya uğramak, hepsi kaç yıllık âşinâ olan dükkân sâhiblerine, "Yeni bir şey var mı?" diye sordukdan sonra, ya üstüne bir seccâde serilmiş, köşesine kitaplar yığılmış kerevete veya küçük bir kahve iskemlesine oturarak keşiflere koyulmak, hepimizin bağlı olduğumuz değişimez bir itiyad idi. Tâliiniz yâver olduğu günlerde elinizde bir paket, koynunuzda birkaç risâle ile ayrıldığınıız Çarşı'dan eğer eliboş dönüyorsanız, iyi kitapların ortadan kalkdığına, istediklerinizin belki de başkalarına gitdiğine hükmederek, hakîkî bir keder duyardınız. Bir başka sefer, sahhaflarla sohbet esnâsında, yeni gelmiş döküntüler içinden bulup çıkardığınız mühim bir kitaba sâhib olmanın sevinciyle Çarşı'dan, malınızı elinizden kapacaklarmış gibi âdetâ koşa koşa çıkarken, o esere mutlakâ tâlib olacağını bildiğiniz bir dostunuzu düşünürdünüz. Yine kitap yüzünden size oyun eden bu dostunuz, yeni kazancınızdan haberdâr olunca kimbilir nasıl ateş kesilerek sahhafa hücûm edecek ve sizi iltifâtından, bereket versin kısa bir zaman için, muhakkak mahrûm bırakacakdı.
O çoğu zaman sâkin muhitde bazen tatsızlığa gitmek istidâdını gösteren iddiâlar hattâ münâkaşalar bile çıkmışdır. Bir gün Diyarbekirli Said Paşa'nın babası Süleyman Nazif Efendi'nin dîvânçesini arayan birine, tanıdığı bir zât, böyle bir kitabın aslâ mevcûd olmadığını ileri sürerek, zavallının aldatılmış olduğunu söyleyebilirdi. Bu iddiânın aksini isbât edememiş olmakdan mütevellid, üzüntü, Diyarbekir'de basılmış o küçük risâle ele geçinceye kadar sürer, o zaman da boculmak iddiâ sâhibine düşerdi. Bazı kitap meraklıları için mesele, pahalı da olsa herkesin tanıyıp alabileceği kitaplardan ziyâde, kıyıda köşede kalmış ufak tefekleri aydınlığa çıkarmakdı. Sekiz nüsha basıldığı müellifin el yazısıyla yazılmış ithafiyeden belli olan Nefâisü'l-enfâs ele geçirdiğim zaman, böyle unutulmuş kitapları keşfedip gazetesinde herkese tanıttığını ve meraklıları kitapçı kitapçı dolşatırdığını okuduğum Cahrles Nodier'i düşünmüş, ben de Sâmih Rıfat Bey merhûmun birkaç nefesini ihtivâ eden bu risâle hakkında bir küçük fıkra yazsam kim ehemmiyet verir diye hüzne kapılmışdım.
Çarşı'nın en canlı zamanları şübhesiz ki müzâyede günleri idi. Dellâlın gezdirdiği kitaplara pey sürenlerin heyecânına şâhid olmayanlara, kitap merâkı gibi masûm bir zevkin, ne şiddetli ihtiraslara yol açdığına inandıramazsınız. Satılan kitapların sâhibi ister sizce meçhûl bir adam, ister merhûm bir âşinâ olsun farkı yokdu. Hisleriniz öyle bir nokta üzerinde toplanırdı ki, dost düşman değil dünya bile gözünüze görünmezdi. Müzâyede bazen harâretini kaybetmiş gibi görünür ve henüz üzerinizde olan kitaba katî olarak sâhib olduğunuzu sanırdınız. Fakat tam o anda bir gâfil yabancı veya muzib bir dost ufak bir arttırma yapar ve siz heyecanla mukâbele edince piyasa birdenbire kızışıverirdi. Hesapda ucuz fiyatla değerli bir sere mâlik olmak yerine, gözünüzde hemen ehemmiyeti düşecek bir kitaba kıymetinin birkaç mislini vermek de vardı. Üstelik arkanızdan ne dokunaklı alaylara da mevzû teşkil edecekdiniz.
Bir yangının tahribine uğradıkdan sonra yıktırılıp bugünkü şekli verilen kadîm çarşının o alışdığımız havası dağıldı. Eski sahhaflarla eski kitap muhiblerinin çoğu her türlü ihtirasların sükûn bulduğu diyâra göç etdiler. Yeni çarşıda kendine mahsûs âdetler peydâ olduğunu ve gidenlerin yerine yenilerin geldiğini biliyorum. Ve yin ebiliyorum ki geçmiş zamanlardan intikal eden o garib merak, daha iyisi muhabbet, bütün heyecanları ve ihtirasları, bütün sevinç ve inkisarları ile başka bir muhitde ve başka insanlarla devam ediyor. Fakat neyleyeyim, eski Sahhaflar Çarşısı, o âlem, bizim için bir daha dönmemek üzere mâzîde kalmışdır.
Çok hüzünlü… yazıyı okurken bile çarşının bulunduğu mekana gitmenin heyecanını yaşadık..
YanıtlaSil