NUTK-İ ŞERÎF
Her gice direm ki yarın terk idem sevdâsını
Subh olıcak tâzeler 'aşkı girü gavgâsını
Hiç nedendir bilmezem bu bağrımın kanı benim
Gözlerimden durmaz akar kim bilir nolasını
Başımın sevdâsını bilmez meğer hâldaş olan
Kandırır hâldaşı bulam silse gönlüm pâsını
Başımı top eyledim çevgân-ı 'aşka çalmağa
Nîk-nâmı neylerem nûş eyledim deryâsını
'Âşıka cânlar sezâdır Dost'a kurbân itmeğe
Varlığın itsin umarsa vaslına iresini
Bahr-ı 'aşkdır mahv iden zulmâtı mümkin varlığım
Geydim esved eski hırka ya'nî tutdum yasını
Şems eğer ölürse ayruk kimse yasın tutmasın
Ne 'azâ Sultân Mahmûd gel dise Ayâs'ını
Yâ ilâhî umarız fazl ile cûdun bol durur
Sen hemîşe benliğim alup seni viresini
Akşemeseddîn Velî
Kuddise Sırruh
Vuslatının üzerinden beş asır geçmiş bir mübareğin iki dizesiyle kalbim altüst oldu. Kalbinin neyle çarpıştığını anlayamazken, bir başka gönülden dökülen sözlerde kendi halini buluveriyorsun. Hayret, hayranlık ve bir garip zamansız tanışıklık..
YanıtlaSilBu yol, insanı yeni manalar ile yüzleştiriyor. Dışarıdan kalabalık, içeriden ıssız. Ama işte tam o yerde, o derin sessizlikte, Rabbin lütfu devreye giriyor. Bir söz, bir mısra, bir hal.. Ne büyük rahmettir ki gösteriyor, duyuruyor, bulduruyor. Ya hiç rastlamasaydın? Ya gönlündeki yangını anlatamasaydın?
Gecesinde içini döküp “al bu yükü” diye ağladığın halleri, sabahında “eksikliğini gösterme” diye dua ederek karşılıyorsun. Birliğe ermek isterken, gönül ikilikle sınanıyor. Bir yanın susmak isterken, öbür yanın haykırıyor. Ne zor, ne güzel.. Dert.. Hazine..