Sayfalar

27 Mart 2025 Perşembe

Dergâh-ı Şerîf'de Sohbet - 14 Haziran 1983

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, bir Ramazan gecesi, terâvih namazı hakkındaki istifhamları gidermek ve ihvânını aydınlatmak üzere, Hanefî fıkhının en muteber eserlerinden biri olan Mületkâ el-Ebhur'un tercümesi Mevkûfât adlı eseri eline alarak kitâbın terâvih namazı ile ilgili bölümünü okuyup îzâh buyurmuşlardı. Efendi Hazretlerinin kitâbdan okuduğu kısımları düz yazı ile, kendisine âid îzâhları ise italik olarak yazdım.

Terâvih, sünnet-i müekkededir. Ammâ bazı revâfız, râfızîler yani, sünnet-i Ömer demişlerdir. Şîa kılmıyor. Terâvih sünnet-i müekkededir. Ammâ bazı revâfız, sünnet-i Ömer demişlerdir. Yani şîa, sünnet-i Ömer demişler. Ammâ bizim eimmemiz katında sünnet-i Resûl’dür. Bi-kavlihî ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm “innallahe te’âlâ farada ‘aleyküm sıyâmehû ve senentü leküm kıyâmeh”. “Allahu Teâlâ orucu size farz kıldı ve kıyâmı yani gece namazını da ben size sünnet kıldım” demiş Cenâb-ı Peygamber, salallahu aleyhi vesellem.

Efendi Hazretleri, “Okuyayım mı, dinler misiniz?” diye sorunca, “Eyvallah, dinliyoruz” dediler, O da şöyle devâm etdi:  

Bu hadîs-i şerîf de delâlet eder. Ve Nebî aleyhisselâm bazı leyâlde ikâmet edip Ramazan gecelerinden bir gece çıkıp bazı nâs ile yirmi rekat terâvihi kıldırıp, ikinci gece oldukda nâs müctemi’ olup ve yine çıkıp evvelki gibi yirmi rekat kıldırıp, üçüncü gece oldukda çıkmayıp, “Araftü ictimâ’küm lâkin haşîtü en yektübe  aleyküm” buyurmuşdur. Üçüncü gece çıkmamış Hazret-i Peygamber, halk toplanmış, demiş ki, “Farz olacak size bu diye korkuyorum” demiş. Onun için çıkmamış cemâate. Cemâate çıkmamış, kılmamış değil.

Evvel vakitden Hazret-i Ömer radıyallahu teâlâ anh zamânına değin nâs terâvihi münferiden edâ ederlerdi. O vakte kadar, Halk cemâatle kılmamış terâvihi, münferiden kılmışlar. Hazret-i Ömer, kendi zamânında Ubeyy ibn Ka’b ki şeyh-i şüyûh-ı kurrâdır, ona cemâatle kılmağa emreylemişdir. Ve sahâbeden Osmân ve Ali ve İbn Mesûd ve İbn Abbâs ve Talha ve Zübeyr, muhâcirîn ve ensârdan çok kimseler manen hâzır olup bir ferd reddeylememişdir, belki muvâfakat eylemişlerdir. İmâm-ı Ali kerremallhu vecheh radıyallahu anh “Nevverallahu teâlâ merâkıde Ömer kemâ nevvere mesâcidinâ”. Allah Ömer’in kabrini nûr eylesin, bizim mescidlerimizi terâvihle nûrlandırdığı gibi” buyurmuş Hazret-i Ali kerremallahu vecheh.

Ebû Hanife demişdir ki, “Terâvih bir sünnet-i müekkededir. Ömer radıyallahu teâlâ anh kendi nefsinden muvâzabat eylememişdir. Ammâ kendi katında  bir asıl vardır ki ol asıl kavlihî aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “İnne le Ömere fîküm sünnetün mehdiyyetün fettebeûhu velâ tehâlefûhu” demiş Peygamber. “Ömer’in sünnetine riâyet ediniz ve ittibâ ediniz, sakın muhâlefet etmeyiniz” demiş, “Ömer bir sünneti ihyâ edecek ki ona tâbi olunuz, sakın onu inkâr etmeyiniz” demiş Cenâb-ı Peygamber. Bu sünnetden Habîb-i Ekrem terâvihi murâd eyledi. Bu sünnetden murâd, Hazret-i Ömer’in ihyâ etdiği terâvih sünneti. Zâhidî’de bu minvâl üzere zikrolunmuşdur. Zâhidî’de. Bir kitâb varmış Zâhidî diye. “Aleyküm bi sünnetî ve sünneti hulefâi râşidîn min ba’dî” hadîs-i şerîfi dahi sünnet-i müekkede olmasına delâlet eder. “Benim sünnetim üzere ve hulefâ-i râşidîn yani rüşd sâhibi hulefânın sünneti üzerinde benden sonra durunuz, itibar edin onlara” demiş Cenâb-ı Peygamber, sallallahu aleyhi vesellem. Muvazabat-ı Resûlullah aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm olmamakla sünnet-i müekkede olmaması lâzım gelmez. Yani Peygamberimizin devamlı cemâate çıkmamasından dolayı sünnet-i müekkede  değildir diyemezsiniz diyor. İşte mühim olan senedât burada.

Lafz-ı terâvih, tervîhanın cem’idir. Ve aslı masdardır. Tervîha tesmiye olunduğu her dört rekat mâbeyninde istirâhat olunduğu içindir.

Ramazan’da Yatsı namazından sonra kılınır. Terâvih sünnet-i müekkededir, Ramazan’ın her gecesinde Yatsı’dan sonra kılınır. Hattâ bir kimse kable’l-işâ terâvihi edâ eylese, Yatsı’yı kılmadan kılsa terâvihi, edâ eylese, câiz değildir. Meşâyih-i Belh’den bir cemâat, “Gecenin küllîsi terâvih için vakitdir, kable’l-işâ ba’de’l-işâ câizdir. Zîrâ kıyâmü’l-leyl tesmiye olunmakla vaktidir” demişlerdir.  Belh meşâyihi. Onlar demişler ki, bir cemâat, geceyi ihyâ etmek münâsebetiyle, Yatsı’dan evvel de kılınır, Yatsı’dan sonra da kılınır demişler. Ama bizim mezhebimizde kılınmıyor. Yatsı’dan sonra. Kable’l-vitr ve ba’dehû, Vitir’den evvel ve Vitir’den sonra kılınmak sünnet-i müekkededir. Ammâ meşâyih-i Buhârâ demişdir ki, “Bir kimse işâdan evvel yâhud vitirden sonra terâvihi edâ etse, vaktinde edâ eylememiş olur”. Buhârâ meşâyihi. Zîrâ terâvihin vakti fiil-i sahâbe ile bilinmişdir, onlar ise Yatsı’dan sonra Vitir’den evvel kılmışlardır. Bizim kıldığımız gibi.

Ebû Yûsuf’dan rivâyet vardır ki, bir kimse imâm ile mescidde kıldığı gibi evinde kılmağa kâdir olsa, evinde kılmak efdaldir. Ammâ sahîh olan cemâatle kılmak efdaldir. Kâdıhân, Kâdıhan dediği bir fetvâ kitâbı, Kâdıhân, cemâatle kılması müstehabdır demiş. İmâm-ı Mâlik ve Şâfiî, infirâd efdaldir demişler. Yalnız olarak kılmak efdaldir demişler. Resûl öyle yapdı demişler. Sâir sünnet gibi. Zîrâ ihlâsa akrebdir. Yani tek başına klılarsa, riyâdan berî olur demişler. Ve riyâdan dahi uzakdır demişler. Bak işte söylüyor. Bazılar demişler ki, “Bir kimse terâvihi yalnız evinde edâ eylese, cemâati terk eylese, terk ile müsî olup târik-i sünnet olmuş olur”. Evinde kılsa, cemâate gelmese, cemâati terk etdiğinden dolayı sünneti terk etmiş olur.

İşrûne rek’aten, yirmi rekatdır. Vitir’den gayrı İmâm-ı Mâlik katında otuz altı rekatdır. Otuz altı kılanlar varmış, Vitir’den gayrı. Yaaa! On selâm ile yani iki rekatda bir selâm olıcak yirmi rekatda on selâm olur. Her dört rekatdan sonra dört rekat mikdarı celse ile yirmi rekatdır. Bu mikdar oturmak müstehabdır. Ashâb zamânından bugüne değin mütevâris olan bu dört rekat mâbeyninde oturmak intizardır. Musallî muhayyerdir. Dilerse tesbîh okur. Dilerse ilâhi okur. Dilerse tehlîl eder. Dilerse namaz kılar. Dilerse sükût eder. Her kangısını işlerse ahsendir. Bi-kavli aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm, “el-muntazıru bi’s-salâti kemâ fi’s-salâti”. Ehl-i Mekke terâvihin mâbeyninde tavâf eder. Ehl-i Medîne de bazen namaz kılar demişler. Ammâ bazılar tavâf ve salât mütehakkık değildir demişler.

Terâvihde sünnet, bir kerre hatim eylemekdir. Mikdâr-ı kırâatda meşâyih ihtilâf etmişlerdir. Bazıları her rekatda, salât-ı mağribde kırâat olunan mikdârı okur demişlerdir. Her şef'inde Akşam namazında okuduğu kadar okuyacak. Uzun bir âyet, işte benim okuduğum gibi. Zîrâ tetavvu’ farzdan aşağıdır. İmdi tatavvu’da mektûbâtın ehaff olanına ahz olunmak evlâdır. Tatavvu’ dediği nâfile yani. Nâfilede hafif okumak lâzımdır diyor. Bazıları işâda kırâat olunan mikdârı okumak gerekdir demişler. Yatsı namazı gibi kılar, Yatsı’nın farzında okur gibi okuyacak âyetleri. Zirâ terâvih, işâya tâbidir demişler. Ve bazılarının kavli Hasen’in Ebû Hanîfe’den rivâyeti,  her rekatda on âyet mikdârı okumakdır. İmâm-ı A’zam’a göre. Tabii. Sahîh olan dahi budur. Zîra her rekatda on âyet olıcak, nâsa tahfîf olur. Ve bununla “es-sünnetü fîhâ el-hatmü merretün” mezmûnu dahî hâsıl olur. Yani Ramazan’ın sonuna kadar bir hatim indirilebilir, on âyet okursa yani her rekatda. Canım, yukarıda bizim kıldığımıza da müsaade ediyorlar işte. Zîrâ otuz gecede yirmişer rekatdan altı yüz rekat olur. Ve âyât-ı Kur`âniyye altı bin ve bir mikdar âyetdir. Her rekatda onar âyet kırâat olunıcak hatim hâsıl olmuş olur. Nihâye’de dahi mestûr olan budur. Bu bâbda bir suâl vârid olur ki, müfessirler zikreylediği gibi âyât-ı Kur`ân, altı bin altı yüz altmış altıdır. Yukarıda mezkûr olan hisâb üzere altı bin aded âyet kırâat olunup bâkîsi kırâat olunmamış olur. Meğer ki takrîb murâd ola. Sâhib-i Nihâye demişdir ki, efdali iki kerre hatmeylemekdir. Ehl-i ictihâd on günde hatim edermiş. Ebû Hanîfe’den rivâyetdir ki, Şehr-i Ramazan’da altmış bir hatm-i şerîf edermiş. Mahalle imamı değil. İmâm-ı Azam hakkında konuşsunlar! Evet, altmış bir hatim indiriyor. Ebû Hanîfe’den rivâyetdir ki, Şehr-i Ramazan’da altmış bir hatm-i şerîf edermiş. Otuz hatim gündüzde ve otuz hatim gecede ve bir hatim terâvihde vâkı olmuş olur. Kavmin tembelliğinden dolayı terk edilmez. Yani hatim terk olunmaz, kavmim keseli için yani tembelliği için. Lâkin fî zamâninâ efdal olan kavmi cemâatden nefret etdirmemekdir.

Ve niyyetde terâvih yâhud sünnet-i müekkedeye veyâhud kıyâmü’l-leyle  niyyet olunsa câizdir. Kıyâmü’l-leyl yâhud sünnetü’l-leyl diye yâhud salât-ı terâvih diye niyet edersen olur, câizdir diyor.

Terâvihi kâimen kılmağa kudreti vâr iken kâiden kılmak mekrûh olur. Oturarak yani. Yaaa! Kâdıhân fetvâsında, “Fukahâ ittifâk etdiler ki, özürsüz kâiden kılmak müstehab olmaya” demiş. Ve cevâzında ihtilâf olmuşdur. Bazıları özürsüz kâiden câiz olmaz demişler. Ebû Hanîfe’den  Hasen’in rivâyetiyle istiftâ ederler. Ol rivâyet budur ki, bir kimse özürsüz sabah namazının sünnetini kâiden kılsa, câiz değildir. Özürsüz ama. Terâvih dahi böylecedir. Sünnet-i müekkede olmakla bazıları özürsüz kâiden terâvih kılmak câizdir demişler. Bazıları özürsüz kâiden kılmak câizdir demişler. İhtilaflı yani, olur demişler, olmaz demişler. Ve sünnet-i fecr ile terâvih beynini fark eylemişlerdir. Esahh olan dahi budur. Nihâyet kâiden edâ  idenin sevâbı kâimen idenden nâkıs ve belki nısf üzeredir. Yarı yarıya. Ve vech-i farkları budur ki, sünnet-i fecr hilâfsız sünnet-i müekkededir. Ve terâvih tekîdde andan aşağıdır. Beraber addeylemek câiz değildir. Eğer imam özür ile ve özürsüz terâvihi kâiden kılsa, yani imam oturarak kılsa, kıldırsa ve kavm kâimen iktidâ eyleseler, imam oturarak kıldırıyor, cemâat ayakda kılıyor, bu meselede meşâyih ihtilâf etmişlerdir. Bazıları İmâm-ı Muhammed mezhebine zâhib olup kâimin kâide iktidâsı sahîh olur dediler. İmâm-ı Muhammed mezhebine göre, İmâm-ı Azam’ın talebesi bu, ister kâiden, ister kâimen namazı kılması câizdir. Kavl-i sahîh dahi budur. Cemâatle Vitir Namazı ancak Ramazan’da kılınır. Ondan gayrı zamanda Vitir Namazı cemâatle kılınmaz. Suâl olunur ki, Vitir Ramazan’da cemâat ile mi efdaldir, yahud münferiden kılmak mı efdaldir? Diye sormuşlar. Cevâb verilir ki, cemâatle kılmak efdaldir. Zîrâ Ömer radıyallahu teâlâ anh Ramazan’da cemâatle Vitir’i ikâmet eylemişdir.

Ve sünnetlerde efdal olan menzilde kılmakdır. Sünneti evinde kılacaksın. Zîrâ riyâdan baîddir. Bi kavlihî aleyhi’s-salâti ve’s-selâm, “efdalü salâtü’l-reculü fî beytihî ille’l-mektûbe”. Farzdan gayrı namazları evde kılmak Efendimiz diyor hayırlıdır diyor, efdaldir diyor. Farzdan gayrı namazı evde kılmak efdaldir diyor. Zîrâ riyâdan baîddir. İlle’t-terâvih, terâvih müstesnâ, cemâate çıkılacak. Terâvih değil yani terâvihi menzilde kılmak efdal değildir. Cemâate çıkılacak. Belki bunda cemâat efdaldir.  

Eğer bir cemâat işânın farzında cemâate yetişmeseler ol zaman terâvihi kılmasınlar. Ammâ cemâat münferiden işâyı ve terâvihi edâ eyleseler, badehû imâm ile Vitir’i edâ eylemek câizdir. Geldin bakdı ki, imam kılmış farzı, terâvihe durmuş, sen kılmamışsın. Önce Yatsı’yı kılıyorsun, ondan sonra yetişeceksin imama yani. Zîrâ Vitir, terâvihe tâbidir. Cemâatle tatavvu’, tatavvu’ nâfile demek, Ramazan’dan gayrıda kılınmaz. Şemsü’l-Eimme’den mervîdir ki, cemâat ile tatavvû’, alâ sebîli’t-tedâî olursa mekrûh olur. Nâfile namaz kılan imama iktidâ etmesinin kerâhatinde ihtilâf olmuşdur. Meselâ tesbîh namazı gibi filan. Câiz diyenler de var, olmaz diyenler de var. Ammâ muktedî dört oldukda kerâhatda ihtilâf yokdur. Yani mekrûh olması müteffikun aleyhdir. Nâfile cemâat ile mekrûh olduğundan Regâib ve Berat ve Kadir namazlarında imâma iktidâ mekrûh olduğunu fukahâ tasrîh eylemişlerdir.

Sübhâne rabbike rabbi’l-izzeti ammâ yasifûn, ve selâmün ale’l-mürselîn ve âlihim, ve’l-hamdü lillahi rabbi’l-âlemîn. El-Fâtiha.

Efendi Hazretleri buyurdular ki :

O gün bir şey anlatıyorum, bir Karadenizli hemşehri arkasını dönmüş, kıçını bana doğru, mübârek gülün önü arkası birmiş, "Efendim, akil bir nurdur". Yüzünü bana dönmüyor, arkadan konuşuyor böyle. Ben de ona cevâb verdim, akıl bir nûrsa, dîn akılla değildir. Akılla olsa meshi ayağının üstüne yapmazsın, altına yaparsın. Çünkü altı kirleniyor, üstü kirlenmiyor ki. Gene dîn akılla olsa, kadına iki erkeğe bir vermek lâzım gelir. Erkek kavî, kadın zayıfdır. Kadın bir alır, erkek iki alır. Akılla değil ki.

Onun güzel bir misâli var bende. Bir adam ceviz nereden yetişiyor, kabak nereden bitiyor, bilmese, bir ağaç getirsek böyle kalın bir şey, üzerine ceviz koysak, bir de ufacık böyle bir ot getirse, onun yanına da bir kabak koysak, sorsak o adama desek ki, "Arkadaş, hangisi hangisinden bitmişdir?". Mutlakâ kabağı ağacı gösterecek, bundan bitmişdir bu diye. Değil mi, akıl bunu gösterecek. halbuki ceviz ağacındaki meyva bu kadar, koca ağaçdan çıkan. Öteki incecik bir otun ucunda bu kadar bir kabak bağlı. Akılla değil ki bu. 
Akılla olsa, bakıyorsun herif iki kere iki dört yapmayı bilmiyor, adamın milyonları var, adam tutuyor para saydırmak için, sayamıyor, bilmiyor. Öteki şeytana pabucunu ters giydiriyor, on parası yok, hep dolaşıyor aşağı yukarı. Akılla değil ki. 
Akıl bir mertebeye kadar götürür adamı. Yani ata bindin, at ne yapar adamı, denize kadar götürür, denizden sonra at götürmez adamı. Akl-ı maaş o kadardır. İşte şerîatda da meselâ akıl sâhiblerine denildiği vakitde, o kadardır o. Yani denizin kenarına kadar gider senin aklın, ondan sonra durur, ata binmiş gibisin. Akl-ı maâd lâzımdır, aşk lâzımdır, teslîmiyyet lâzımdır. Akıl her şeyi taratamaz ki. Ama akılsız bir şey olmaz. Ama akıl her şeyi taratamaz. 

Yüzünü de göstermiyor, arkasını dönmüş bana, kıçınla konuşuyor adamcağız. "Akil bir nurdur". "Hayır, zulmetdir" dedim ben arkadan. Çok akıllı adam var, cehenneme gidecek. Aklıyla ölçdüğü için. Kâfirler de öyle diyorlar, "Bu resûle ne oldu ki böyle bizim gibi yiyip içiyor, kadınlarla yatıp kalkıyor, karılarıyla, âilesiyle, sokaklarda dolaşıyor, alışveriş yapıyor, yiyor içiyor, böyle peygamber mi olur" diyorlar. Onlar da akıllı. 
Ebû Cehil de öyle, Resûl-i Ekrem'e diyor ki, "Yâ Muhammed, kalk ayağa" demiş, sallallahu aleyhi vesellem, "kaldır bir ayağını yerden". Mirâc sabâhı. Efendimiz kaldırmış bir ayağını yerden. "Ötekini de kaldır". "E düşerim". Demiş, "Sen yerden bir karış kalkamıyorsun, a birader" demiş, "buradan Kudüs'e nasıl gideceksin, oradan semâya çıkmışsın". Akıllı adam. Akil bir nurdur! Sonra Efendimiz demiş ki, "Ben gitdim demiyorum ki. Sübhânellezî, noksan sıfatdan münezzeh olan, istediğini yapan Hazret-i Allah demek yani, beni götürdü". Akil bir nûrdur ya!
Yâhu akıl neymiş, dünkü aklını bugün beğenmiyorsun, "Bugünkü aklım olsaydı" diyorsun. Bir iş oluyor da. Allah Allah! Kendi aklını kendin beğenmiyorsun.
Balığı yemiş Kayserili, kafalarını sarıyor böyle. Sarmış gâyetle intizamlı filan. Karşısındaki de oturuyor. "Ağa, niye sarıyon balığın kafasını?". "Satacağım" demiş, "aklı işletir" demiş, "herkes bilmez onu" filan. "Bana satar mısın?" demiş. "Satarım" demiş. "Kaç para?". "Ver beş lira" demiş. Vermiş herife beş lirayı. Ötekine yedirmiş balığın başını. Şimdi öteki diyor, "Valla hiç ben bir şey göremedim" demiş, "yani eskiye göre vaziyetimde bir fark yok". "Bak görüyorsun ya farkına varamadın, işte aklın işlemeye başladı" demiş. 

Efendi Hazretleri, ihvânından birisine hitâben "İftarda ne yiyorsunuz zât-ı âlîniz?" diye sordular. "Pastırma" diye cevâb verince, buyurdular ki :

Zenginsin demek ki. Pastırmayı herkes yiyemez. O târihe mâl olmuş bir hâdise o. Vaktiyle yerdik pastırmayı. Zeytin bile yemesi güç. Beş yüz lira zeytinin kilosu. Çekirdeğini çıkarırsan bin lira. Kabuğunu çıkarırsan bin iki yüz lira. Yap bak hesâbı.

İhvândan birisi, "Kirazın fiyatı hiç düşmedi efendicim, üç yüz lira" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki : 

Düşmez kardeşim, düşmez. Herifin biri bana dedi ki, vallahi ciddî söylüyorum, o vakit Trabzon yağı altmış liraya satılıyordu, bana dedi ki o adam, öldüyse münâsibse Allah rahmet eylesin, sağsa kulakları çınlasın, "Bu millete altmış liraya yağ yedirmeyeceğim ben" dedi, "doksan liraya çıkaracağım yağı" dedi. Çıkardı. Yağcı, meşhûr. "Altmış lira neymiş" dedi, "doksan liraya çıkaracağım" dedi. Çıkardı herif. Ne demek istiyorum bununla biliyor musun, sadist adamlar var. İbâdullahın kursağına bir şeyin ucuz gitmesini istemiyor, "Yağ yemesin millet" diyor yâhu. Öyle hasta adamlar var yani. Yani ağladığı vakitde adam, "Yiyemedik, alamadık" diye, onun hoşuna gidiyor böyle, "hihihi hohoho". Tatmin oluyor. 
Cenâb-ı Mûsâ aleyhisselâm Tûr'a giderken, bir a'mâ demiş ki gözleri görmüyormuş  iki gözü de a'mâ imiş, demiş "Yâ Mûsâ, Tûr'a gidiyorsun, Cenâb-ı Hakk'a söyle, benim gözlerimi açsın" demiş, "her şeye kâdir, kayyûm O". Hazret-i Mûsâ bunu arzetmiş Cenâb-ı Hakk'a. Demiş ki Cenâb-ı Hakk, "Onun bir komşusu var, onun da gözleri a'mâ" demiş, "onlar ikisi kolkola girerler, beraber gezerler iki a'mâ. Komşusunun bir gözünün açılması için duâ etsin o, ben onun iki gözünü açacağım" demiş. Gelmiş Hazret-i Mûsâ, bunu haber vermiş ona. "Aman, ne onun bir gözü açılsın, ne benim iki gözüm" demiş. Aynı, aynı bu işte. Komşusunun bir gözü açılırsa, bunun iki gözü açılacak, ama istemiyor. "Ne onun açılsın, ne benim açılsın" diyor. Hased. 
Bakkala gidiyorsun, parayı veriyorsun, bir şey almadan, bakkal "Haydi Allah selâmet versin, teşekkür ederim, güle güle ye" diye, böyle ezberden sana yiyecek verecek. Yani gözü kalıyor herifin verdiği malda. Manava gidiyorsun böyle, kasaba gidiyorsun böyle. Bir acâib nesne oldu. Eskiden herifler parayı aldığı vakitde, helâllayayım şu parayı yani sâhibi beddûa etmesin diye bunu ararlardı. Şimdi öyle değil. Ben parayı alayım, sen hiç bir şey alma. 
Bir gün ben böyle bir cemiyetde oturuyordum, konuşdum orada. Dedim "İnsanlar zekât vermezlerse, Cenâb-ı Allah onu çıkarır ondan. Hastalığa verir, ateşe verir, farkına varmaz o. Ben zekâtı vermedim der, koyar oraya o. Ameliyata verir, hastalığa verir, ilaca verir, ateşe verir, hırsız çalar, gider o". Böyle dedim. Sonra dedim, "Devlete verilen vergi başka zekât başkadır". Devletin vergisi ayrı. O hepimizin boynunun borcu, vatanımız için. Zekât, Allah'ın emridir, evvelâ hısım akrâbaya verilir. Tayîn ediyor Cenâb-ı Hakk". "Hayır efendim, vaktiyle vergi yokdu da zekât diye vergi alıyorlardı" dedi birisi. Akıllı o. Ben onun kadar akıllı değilim. Sonra orada birisi , "Dur efendi" dedi bana, "Ben sünnetçi İbiş" dedi, "Müşerref olduk" dedim ben İbiş deyince. "Ben her sene" dedi, "yüzlerce çocuk keser, sünnet ederdim" dedi, "yüzlerce çocuk arasında, yetîmlerin de sünnetini yapardım, para almazdım, onları zekâta sayardım" dedi. "Biraz para biriktirdik, topladık" dedi, "niyetim de hacca gitmekdi" dedi, "birgün haber geldi, evin yandı, bizim paralar da yandı hepsi gitdi" dedi, "sen haklısın, benim başıma geldi" dedi. Böyle, Allah çıkarıyor bir tarafdan, bırakmıyor ki. Haberi olmuyor onun.
www.muzafferozak.com

1 yorum:

  1. “Nevverallahu teâlâ merâkıde Ömer kemâ nevvere mesâcidinâ”
    Âmîn.

    YanıtlaSil