Sayfalar

5 Nisan 2025 Cumartesi

Dergâh-ı Şerîfde Sohbet - 5 Haziran 1984

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri bir Ramazan gecesi terâvih namazını kıldırdıkdan sonra sohbete başlayıp buyurdular ki :
Burnu kopuk bir hoca varmış. "Nasıl oldu da böyle oldu?" diye sormuşlar. Hikâyesini şöyle anlatmış : 
Ben bir köye tayin oldum, bakdım ki köylüler namaz kılmayı, abdest almayı filan bilmiyor. Önce abdestden başladım, köylüleri câminin şadırvanında topladım, abdestin nasıl alınacağını birer birer gösterdim. İşte kollarımızı sıvadık, çoraplarımızı çıkardık. Eûzü-billâhi-mineş-şeytânir-racîm, dedim, Eûzü-billâhi-mineş-şeytânir-racîm dediler. Bismillâhir-rahmânir-rahîm dedim, onlar da Bismillâhir-rahmânir-rahîm dediler. Üç defa ağzımıza su verdik, üç defa burnumuza su çekdik, hınkırdık, sağ elle su verdik, sol elle hınkırdık. Yüzümüzü yıkadık, kollarımızı yıkadık, başımıza mesh verdik, ayaklarımızı yıkadık, abdest tamam.
Geçmişler câmiye, demiş, "Ben ne yaparsam siz de onu yapacaksınız, berâber, haydi". 
Allahuekber. Allahuekber. El-hamdü, El-hamdü, lillahi, lillahi, ilâ âhirihî, veleddâllîn, veleddâllîn, âmîn,âmîn. Kul hüvallahu ehad allahu's-samed lem yelid velem yûled ve lem yekün lehû küfüven ehad. Allahuekber. Allahuekber. Sübhâne rabbiye'l-azîm sübhâne rabbiye'l-azîm sübhâne rabbiye'l-azîm dedik, onlara da dediler. Semiallahu li men hamide, hepsi semiallahu li men hamide dediler. Rabbenâleke'l-hamd, Allahuekber dedik, yatdık. Tahtalar tâze, ayrıldı, burnum içine girdi, ayağımı çekince, sıkışdı burnum. Sübhâne rabbiye'l-â'lâ dedik, çekdik burnum çıkmıyor, burnum sıkışdı tahtaya. Ağalar, burnum sıkışdı tahtaya dedim, onlar cevâb verdiler, ağalar burnum sıkışdı tahtaya. Ulan bırakın namaz bitdi dedim, namaz bitdi dediler. Âh burnum dedim, âh burnum dediler. Ölüyorum dedim, ölüyorum dediler. Kopdu dedim, kopdu dediler. En sonunda burnum kopdu, acısından hopluyorum, onlar da hopladılar benimle beraber. İşte burnum böyle kopdu demiş hoca.
Şimdi bu akşam mihrâba geçdim, tahtalar ıslak oynuyor tahtalar yani. Altına tahta da koymamışlar yani bir dayak daha koysalardı olurdu.Şimdi ben basınca tahtalar oynuyor. İster misin burnum sıkışsın tahtaya, namaz kılarken burada. Mihrâb yapıldığından beri hiç mihrâba geçmedim, hastayım çünkü. 

Efendi Hazretleri bir müddet sükût etdikden sonra, başka bir mevzûya girerek şöyle buyurdular : 

Sultânü'l-Ulemâ Hazretleri Belh Şehrinde etrâfına adam toplandığı için Sultân tahtın anahtarlarını göndermiş kendisine, "Buyursun, taht onun" diye. Demiş, "O tahtda bizim gözümüz yok, taht kendisinin olsun" demiş, "biz gönül sultânıyız, Allahaısmarladık" demiş, oradan çıkmış yollara. Çıkmış yollara yollara, düşmüş illere illere. Bir müddet sonra oradan çıkınca o, pâdişah bilmiyor ki aslında oranın sultânı odur, lap Moğol girdi oraya. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadı. Ne tâc kaldı ne taht. Bilmiyor ki manâda sultân odur o. O çekemez onu o. İstiyor ki kamçıyla kendine hürmet ettirsin, sevgi göstersin. Olmaz öyle, kamçıyla, kânunla filan sana sevgi olmaz. Olur ama zorla olur o, metazori. Rumca. Rumca değil mi metazori? Muhabbet, o kalbden gelir o. 
"Sen bu kızın nesini seviyorsun?" demişler, "kara kuru" demişler, "çekik gözlü" demişler, "eti birbirine yapışmış" demişler, "gel biz sana pâlûze tenli, âhû gözlü, servi boylusunu alalım" demişler. Demiş ki, "Gelin siz Leylâ'yı benim gözümle görün" demiş.

Yine bir müddet sükût ettikden sonra şu hâdiseyi anlatdılar :

Eyüp Câmisi imamı izine gidecek, yerine bir adam göster demişler, Hâfız Baba'yı göstermiş. Karyağdı Dergâhı şeyhi Bektâşî babası Hâfız Baba'yı. Ona söylemiş, "Ben kıldırırım" demiş, "ben imamlığı severim" demiş. Müftülük de memnûn olmuş, demişler ki, "Bektâşi babasını namaza alıştıralım, cemaate gelsin" filan. Neyse. Akşam namazındaymış, geçmiş mihrâba, yüzünü cemaate dönmüş, "safları düzeltin" filan, saf düzeltiyor. "Allahuekber" deyip namaza durmuş Hâfız Baba. Yüzyüze böyle. "Erenler, namaz olmaz böyle yüzyüze" filan demişler. "Ulan imamın kıçına karşı duruyorsunuz da benim cemâlime karşı niye durmuyorsunuz ulan!" demiş. Ondan sonra, "Peki haydi bildiğiniz gibi kıldırayım" demiş, arkasını dönmüş "Allahuekber" deyip, namaza durmuş. 
Halbuki namaz olur ama kerahat olur. İnsan yüzüne bakmak Kabe'ye bakmakdan daha efdaldir. Anlamaz ama bizim müslümanlar. Kabe'ye bakmakdan insan yüzüne bakmak daha efdaldir. Daha sevâbdır yani.
Meclisdeki birisi "Ama insan olması lâzım" deyince, Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Biz hayvan mıyız yâhu! Hep insanız burdakiler. İçi belki hayvan olabilir ama yüz insan yüzüdür. Bir adam göbekden yukarı küfür etse kâfir olur. Âyât u beyyinât vardır yüzde. Yarın cehenneme girse dahi müslümanların âsîleri, yüzleri hayvan olmayacak, insan şeklinde girecekler. Kâfirler ameli sûretinde girecek. Çünkü her biri bir amel sıfatındadır. Meselâ yılan sıfatlı olan yılan olarak girecek ceheneme. Domuz olarak girecek, gergedan olarak girecek kâfirler. Müslümanların zâlimleri de böyle girecekler yani cehenneme müstehak olanları. Yüzleri insan şeklinde girecekler. Çünkü yüzde kudsiyyet var yüzde. Yüzde yazı var. Kur`ân âyetleri. Söylüyor bazı ehlullah. Seyyid Nesîmî dayanammış, söylemiş o, yüzdeki bulunan âyât u beyyînâtı. Onu anlamıyorlar, anlamayınca bilmez o. 
İnsan. Bir de insan var. İçi de insan, dışı da insan. O ayrı. O mâşâallah o. Çünkü insanın dışı insan, içi hayvan olsa, onu öyle yapan sanatkâr kimdir? Allahu Teâlâ'nın sanatını görüyorsun sen onda, sun'-ı ilâhîyi görüyorsun. Hakk'ı görmüş gibidir o. İnsan sanatından belli olur. Aslan sanatkâr mı değil mi, dinleyeyim kemanını, yüzünü görmesem de bilirim ben onu. Usta bu adam deriz. Hakk Teâlâ'nın zât-ı ulûhiyyeti gözle görülmez ama her tarafda O'dur. Neye baksak, gördüğümüz O'nun sanatıdır, sun'-ı ilâhîyi gördük mü, Hakk'ı görmüş gibidir o. Kendisini görmesen de sanatını görüyorsun. Onun için insan rü'yetini yakîne getirmelidir. 
İnsanları hakîr görmek doğru değil. "اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ ülâike ke'l-en'âmi belhüm edall" âyet-i kerîmesi, kâfirler hakkındadır. "Onlar hayvanlar gibidir, hattâ hayvanlardan daha aşağıdır" diyor Allah. Bâtın âleminde öyledir, zâhirde öyle değil. Zâhirde gene iki kaş sâhibi, iki göz sâhibi, burun sâhibi, ağız sâhibi. Bir mü'minle bir kâfiri yanyana getirsek, hem de en zâlimini, meselâ Ebû Cehl'i, ikisi de aynı sıfata mâlikdir yüz bakımından. Manâ cihetinden ayrılır. Onun için sıfatdadır çirkinlik, zâtda değildir. Zât mukaddesdir, sıfat çirkindir. Onun için seksen sene bir adam kâfir olsa, seksen sene sonra, "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" dese mesele kalmaz. Sıfatı îmâna döner, tertemiz olur. E tabii elbet bilenle bilmeyen, îmân edenle etmeyen, mü'minle kâfir, âbidle fâsık bir olmaz, müsâvî değildir ama hilkat bakımından insandır. 
Ondan da görünen O. O'nun celâl sıfatları ondan görünüyor. Gören O, görünen O. O'ndan gayrı bir şey yok. 

Hâfız Âsım Bey, "Efendi Hazretleri, o sizin vaktiyle yapdığınız sohbetler de keşke teybe alınsaydı, ne iyi olurdu" diye hayıflanınca, Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Aldılar. Allah onların hepsini teybe aldı, inşâallah yevm-i kıyâmetde mîzânda önümüze koyar. İnşâallah önümüze koyar onu. Öyle ümîd ediyoruz. Bir tânesi kabûl olursa inşâllah, hepsinin kabûl olduğuna işâretdir. Yaaa ben de hatırlıyorum da onları, gözüm yaşarıyor. Bazen böyle hayâl âlemine dalıyorum, kendimi Süleymâniye mihrâbında zannediyorum. Arkamda ehl-i îmân. Hâlâ gözümün önünde. Hepsi ölmüşler. O kalabalık hepsi ölmüş, yerine başka insanlar gelmişler. Benim cemaatimden kimse kalmamış. Bir kaç kişi var. Hepsi değişdi. Fâtih Câmisinde benim zamânımdan kalma kimse yok. Ne müezzin var, ne imam var, ne hatîb var, ne vâiz var, ne cemâat var.  

www.muzafferozak.com

9 yorum:

  1. Âh efendim, onlara layık olmak için ne yapmalı? Çok mu zor adam olabilmek?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evvelâ bir kâmil mürşid bulmak gerek, ona cân u gönülden teslîm olmak gerek, onun terbiyesi altında uzun zaman pişmek gerek. Elbette zor iş bu. Kolay olsa herkes yapar, kıymeti olmaz.
      Âdeme âdem gerekdir âdem ide âdemi
      Âdem âdem olmayınca âdem nitsün âdemi
      Selamlar

      Sil
    2. Eyvallah efendim, Eyvallah.
      Hürmetler

      Sil
    3. Nasıl bulacağız Kamil Mürşidi senelerdir arıyoruz istiharelere yatıyoruz bulamıyoruz. Nasıl bulacağız? Her şehirde var mıdır? Aynı şehirde mi olmak gerekir? Ne olur yardım ediniz

      Sil
    4. Nasib meselesidir bu, her kula nasib olmaz. Hattâ öyle ki, mürşid gözünün önündedir senin ama görmezsin.

      Sil
    5. Gözünün önündedir, görmezsin. Kamil bir mürşide onu nasıl bulacağını sorarsın.

      Allahım, bize acı. Haketmesek ve bankörlük yapsak da bizi sevdiklerinden ve seni sevenlerden ayırma.

      Sil
  2. Efendi Hazretlerinin sırlı sohbetlerinden okuyanın gönlüne ilhamlar düşüyor; zamansız manaların derinliklerine doğru yol alınıyor. Şükürler olsun ki, öğretilerine sizin vesileniz ile erişebilme imkanı buluyoruz. Zamanın ötesinde bir dersten, bir halden nasipleniyoruz. Allah gönlünde samimiyetle arzu eden her kuluna, mürşidini tanıma lütfunu nasip etsin. Ve bu lütfa erişen o şanslı kullarına da, mürşidlerinin rengiyle boyanarak, hakikat yolunun en güzel örneğini yaşamayı nasip eylesin.. Amin.. 🤲🏻🌹

    YanıtlaSil
  3. Suküt ettikten sonra başka başka konulara geçiyor, acaba neden? Bazen anlamaya akıl yetmiyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Efendi Hazretlerinin sohbeti bir kaç türlüdür. Bazen sorulan bir soruya cevaben konuşurlardı. Bazen gönl-i pâkine doğan bir şeyi anlatmak için, bazen de muhatabının derdine deva olmak, manevi hastalığına şifa vermek için sohbet ederlerdi. O yüzden tek bir sohbetde pek çok şeyden bahsetmiş olurlardı.

      Sil