HUTBE
Âşıklar! Mü'minler! Hakk yolunda kardeşlerim! Allah'ın kulu olmakla şereflenenler! Hazret-i Muhammed'e bende olmakla yücelenler!
Ramazân-ı Şerîfin son Cuma'sına gelmiş bulunuyoruz. Receb, Şabân derken Ramazân-ı mağfiret-nişân'ı da bitirmek üzereyiz ve Leyle-i Kadir'in de arefesinde bulunuyoruz. Elbet ki bu ayrılık, düşünenler için, bilenler için, bulanlar için büyük bir acı. Onun için âşıkların göz yaşı dökülmekde. Allah'ı sevenlerin, Allah'ı sevip de Allah için oruç tutanların kalbleri, Şehr-i Ramazân'ın ayrılmasıyla yanmakda ve tutuşmakda. Zîrâ iyi düşününüz ve iyi tefekkür ediniz ki belki ömrümüzün son Ramazan'ını geçirdik, bir daha bu âleme dönmemek üzere uzun bir yolculuğa çıkacağız. Oruç tutmak bir daha ya nasîb olacak ya olmayacak. Rabbimize ibâdet ve tâat etmek, ya nasîb olacak ya olmayacakdır.
Onun için eğer düşünecek olursak, mühim bir yol kat etdik. Bayram'a erişenler, analarından doğduğu gibi tertemiz oldular. Çünkü Rabbilerinden tutdukları orucun sevâbını beklediler ve Rabbilerine inandılar, Allah'a hüsn-i zan etdiler, Allah'dan sevâbını ümîd ederek oruç tutdular, yemeyi içmeyi terk etdiler, mâsivâdan kat'-ı alâka etdiler, nefsleriyle cihâd-ı ekbere girişdiler. Düşmanla harb etmek, küçük muhârebe. Nefs ile harb etmek, büyük muhârebe. Oruç tutan, nefsiyle muhârebe etdi. Gâzî oldu yani. Elbet ki Bayram sabâhına erdiği vakitde anasından doğduğu gibi tertemiz olacak, hiç günahı kalmayacakdır. Çünkü Rabbü'l-âlemîn'e îmân ve Ramazân-ı Şerîf'de, Hakk'dan sevâbını ümîd ederek tutulan oruç, insanları tathîr eder, temizler. Bayram sabâhına erişdiği vakitde, anasından doğduğu gibi olur. Onun için bayram yapıyoruz, temizlendik, tathîr olunduk, günahdan yunduk, sevâba erdik, likâ-i Rahmân'a erişdik.
Biliyorsunuz ki, Ramazân-ı Şerîf'in şerefi, kütüb-i semâviyyenin yani semâvî kitâbların, semâdan nâzil olan kitâbların, Ramazân Ayında peygamberlere nâzil olması, yalnız bir tânesi müstesnâ, Kur`ân-ı Mübîn de Cenâb-ı Peygamber'e Ramazân'da, Leyle-i Kadir'de nâzil olmuş, şerefi bundan ileri gelir.
Leyle-i Kadir'i Cenâb-ı Hakk bize ihsân u inâyet buyurmuşdur, Ümmet-i Muhammed'e. Bir kimse Leyle-i Kadir'e erişirse, bir kaç söz söyleyeceğim Leyle-i Kadir hakkında, geçeceğim, Leyle-i Kadir'e erişirse bir kimse, o adam seksen küsur sene Cenâb-ı Hakk'a ibâdet etmiş sevâbını alır, seksen küsur sene! Bir müslümanın vasatî ömrü altmış üç senedir. Her gecede Leyle-i Kadir'den bir cüz vardır. Senenin üç yüz altmış beş gecesinde Leyle-i Kadir'den bir hisse, bir cüz vardır. Hayâtın boyunca her geceyi Leyle-i Kadir bil, Rabbine ibâdet kıl. Bir günah işleyeceğin gece, bilmiş ol ki o akşam Kadir olabilir, Kadir Gecesi Allah'a âsî olabilirsin. Zîrâ Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri Kadir'i gizlemişdir. Peki Ramazân'ın yirmi yedisinde yapılan Kadir nedir? Bazı velîler, ehl-i keşf olan kimseler, ez cümle Bayezid-i Bestâmî Hazretleri, "Ben yetmiş sene zarfında iki defa Leyle-i Kadir'i Ramazân'ın yirmi yedisinde buldum" diyor, yetmiş senede iki defa! Her senen on gün geri gelmek münâsebetiyle her gecede Kadir olmak ihtimâli vardır. Fahr-ı Âlem sallallahu aleyhi vesellem, "Ramazân'ın sülüs-i âhirinde yani Ramazân'ın yirmisinden sonra tek gecelerde Leyle-i Kadir'i arayınız" diyor. Belki o seneye mahsûs idi, Cenâb-ı Peygamber'in o tarîf etdiği seneye mahsûsdu.
Allah velîlerini insanlar içerisinde sakladı. Allah dostlarını yani sevdiklerini insanlar içinde sakladı. Kimdir Allah'ın velîsi, kimdir Allah'ın mahbûbu bilemeyiz. Allah'ın bildirdikleri vardır, bildirmedikleri vardır. İki. Kitâb-ı Kerîminde, Kur`ân-ı Azîminde, ism-i a'zamını gizlemişdir Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri. Hepsinin hikmetinden birer cüz söyleyeceğiz. Kur`an-ı Mübîn'de ism-i a'zamını gizlemişdir. Sene içerisinde Leyle-i Kadir'ini gizlemişdir. Gizlidir Leyle-i Kadir. Hangi günahda gadabı vardır onu da gizlemişdir. Hangi sevâbda rızâsı vardır, onu da gizlemişdir.
Şimdi gelelim manâlarına. Kulları arasında velîlerini gizledi, herkes birbirine hüsn-i teveccüh etsin diye. İnsan kadri kıymeti bilinsin için. Her ne var insanda var, âdemde vardır. Âdem halîfetullahdır, nâib-i ilâhîdir. Allah'ın mahbûbu âdemoğullarından seçilmişdir. Evliyâullah başına bayrak asmaz, "Ben velîyim" diye. Gizlidir, Allah'ın kubâbı altındadır, Allah'ın ilmi altındadır, Allah'dan gayrı kimse bilmez evliyâullahı. Bilineni vardır, bilinmeyeni vardır. Bazısını Cenâb-ı Hakk meydana koyar, izhâr eder, setrini kaldırır, gösterir, bazısını gizler. Misâlini verelim.
Hızır aleyhisselam hamama gitmiş, bakmış orada ihtiyar bir zât yıkanmaya çalışıyor. Genç delikanlılar de karşı kurnada şakalaşıyorlar. Hızır demiş ki, o ihtiyâr zâta, Allah'ın selâmı Hızır'ın üzerine olsun, "Baba" demiş, "sen gençliğinde yaşlılara hizmet etmedin mi ki bu gençler sana hizmet etmiyorlar".
Bak söze dikkat et hâ! Hikâye diye dinleme! Hizmet edersen, hizmet olunursun. Merhamet edersen, merhamet olunursun. Anana babana hizmet etdin mi, evlâdın sana hizmet eder. Anana babana ihânet edersen, evlâdın sana ihânet eder. Sen halka hizmet edersen, halk sana hizmet eder.
İşte Hızır onu soruyor o ihtiyara, "Baba, sen hiç gençliğinde ihtiyarlara hizmet etmedin mi ki bu gençler sana hizmet etmiyorlar". İhtiyar cevâb verdi, "Ben gençliğimde ihtiyarlara çok hizmet etdim evlâdım ama zamâne gençleri onlar delikanlı oynaşıyorlar" dedi. "Yaaa, öyle mi! Öyleyse ben senin sırtını sabunlayayım" dedi, ihtiyarın sırtını sabunladı. İhtiyar, sırtı sabunlandıkdan sonra döndü Hızır'a dedi ki, "Bak çocuklar benim sırtımı sabunlamadı ama vaktiyle ben ihtiyarlara hizmet etdiğim için, Allah bana Hızır'ı gönderdi, sırtımı sabunlatdı" dedi. Şaşırdı Hızır aleyhisselâm. Çünkü Allah'ın velîlerinin isimleri vardı elinde, bir defter vardı. Bakdı o ihtiyarın ismi orada yok. Hakk'a sordu, dedi, "Yâ Rabbe'l-*âlemîn, sevdiklerinin arasında yok bu zâtın ismi" dedi. Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Yâ Hızır, iki defter vardır. Birisi benim indimdedir, Ümmü'l-Kitâb'dadır, birisini sana verdim. Yani sevdiklerimi sana bildirdim, beni sevenleri sana bildirmedim. Benim sevdiklerim vardır, beni sevenler vardır, bu ihtiyar beni sevenlerdendir. Onların defterini sana vermedim" dedi.
Onun için birisinin hatırını kırarsın, Allah'ın velîsi olur, kahr-ı ricâle uğrarsın. Onun için mü'minler, dâimâ birbirlerine hüsn-i teveccüh edecekler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edecekler. Çünkü bütün beşer hüsrândadır, ancak îmân eden, a'mâl-i sâliha icrâ eden, hakkı tavsiye eden, sabrı tavsiye eden müstesnâdır.
İki. Kur`ân-ı Azîminde ism-i a'zamını Allah gizledi. Niçin? Halk bütün Kur`ân'ı okusunlar için. Zâten Allah'ın ism-i asgarı yokdur, hepsi ism-i a'zamdır. Allah'ın esmâsı doksan dokuz değildir, bin birdir, belki beş milyondur. Allah'ın bildirdiği esmâlar vardır, bildirmediği esmâlar vardır. Cenâb-ı Hakk hepsini Kur`ân'da cem etmişdir, Kur`ân-ı Mübîn'de. Bir adam Kur`ân'ı okursa eğer, ki Ramazân'da nâzil olmuşdur, Leyle-i Kadir'de, Kur`ân'ı okursa, ism-i a'zamı muhakkak okur. Onun için Cenâb-ı Hakk, ism-i a'zamı beyân etmedi, Kur`ân'a gizledi. Acaba anlatabildim mi?
Leyle-i Kadir'i de bildirmedi Cenâb-ı Hakk. Çünkü seksen küsur sene, ibâdete muâdildir. Bir adam Leyle-i Kadir'deki sevâba ermek için seksen küsur sene düşmanla gazâ etmesi, seksen küsur sene oruç tutması, seksen küsur sene ibâdet etmesi, namaz kılması lâzımdır. Leyle-i Kadir'e erişirse, bu saymış olduğumuz üç sevâb da kendisine ihsân olunur. Yani bir adam Leyle-i Kadir'e isâbet ederse, seksen sene oruç tutmuşçasına, seksen sene gazâ etmişçesine, seksen sene Allah'a ibâdet etmişçesine sevâb alır. Bu ecre erer, bu makâma erer. Ama gizlidir. Üç yüz altmış beş günde bir gündür. Bazen Ramazân'ın içine düşer, bazen Ramazân'ın hâricine.
Niye bunları söyledim? Aklım başımda diyen, Ramazân'dan sonra da Allah'a karşı isyân etmez de, her gecesini Kadir bilir, Allah'a ibâdet kılar. Teşvîk için söylüyorum bunları sana. Anlatabildim mi?
Bak sana bir misâl vereyim istersen. Bir konak farzet, üç yüz altmış beş odası var, o konağın bir odası mücevherle dolu. Ama hangi odası belli değil. Dikkat buyur konuşduğum söze! Ramazân'da yalnız yirmi yedinci gece câmiye gidenler, o konakdan bir oda açarlar. Ramazân'da yalnız Leyle-i Kadir'de ibâdet eden, bir oda açmış olur üç yüz altmış beş odadan. Ya isâbet eder o defîneye, ya etmez. Piyango gibi yani. Yalnız otuz gün Ramazân'da ibâdet eden müslüman, otuz oda açar. Acaba anlatabiliyor muyum? Misâlini veriyorum. Otuz oda açan, üç yüz altmış beş odadan otuz oda açar, ya o defîneye tesâdüf eder ya etmez. Ammâ üç yüz altmış beş gece, yani bütün sene Cenâb-ı Hakk'a ibâdet eden kimse, sabaha kadar ibâdet değil, Yatsı namazını kılsın yatsın, geceyi ihyâ etmiş demekdir, bir sene zarfında beş vakit namaz kılan bir müslüman, mutlakâ o üç yüz altmış beş odadan birinde bulunan defîneye mutlakâ mâlik olacakdır. Yani mutlakâ Kadir'e isâbet edecekdir. Acaba anlatabildim mi?
Sizi teşvîk ve tergîb için söylüyorum. Rabbinize muhtâc olduğunuz kadar Allah'a ibâdet ediniz. Ramazân'a mahsûs ibâdet yapmayın. Allah râzı ola, Ramazân'da gelen mü'min kardeşlerimiz var, bu da bir îmân alâmetidir, Cenâb-ı Hakk'ın Ramazân'ına hürmet, Kur`ân'ına hürmet, Peygamberine hürmetdir ama asıl mühim davâmız bizim, biz dünyâya böyle oyun yapmaya, ticâret yapmaya gelmedik. Oyun oynamaya hiç gelmedik. Allah ilân etmişdir, "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktü'l-cinne ve'l-inse illâ li ya'budûn, ben cinleri ve insanları halk etdim, beni bilip bana ibâdet etmeleri için" diyor Cenâb-ı Hakk. Öyleyse bizim vazîfemiz, kulluk vazîfesidir. Fakat kulluğumuzu münhasır Ramazân'da yapmayalım. Ramazân'dan sonra da hemen günaha başlamayalım.
Bir adam bayram sabahı anasından doğduğu gibi oldu. O gün kalkdı, İblîs bağırıyor, Şeytan ağlıyor. Nâra müstehak olan binlerce insan, milyonlarca insan, nâra müstehak olmuş, hepsi ateşden âzâd olundu. Çünkü Ramazân'ın evveli rahmet, ortası mağfiret, âhiri cehennemden âzâd. Affoldun, İblîs ağlıyor ve diyor ki adamlarına, "Haydi gidin, Allah'ın rahmetine uğrayan bu müslümanları, yoldan çıkarın". Bir de bakıyorsun ki Ramazan'da elinde tesbih, boynu bükük, yüzü sararmış, iftar vakti Kur`ân dinleyen mü'min, Bayram günü İkindi'ye doğru içki içmiş, birinin kafasını patlatmış yâhud birini öldürmüş, hapishâneye düşmüşdür.
Aklı olanlara söylüyoruz, düşüncem var diyenlere, göz sâhiblerine, insaf sâhiblerine söylüyoruz. Kardeşim, bütün dünyâ senin olsa, sonunda kapıya cansız at gelecekdir, tabut gelecekdir yani. Bunu düşün. Nihâyeti ölümdür. Bir adam âhireti inkâr eder, mîzânı inkâr eder, cehennemi inkâr eder, cenneti inkâr eder ama ölümü inkâr edemez. Ölüm gelici kapıya. Bunu gördüğün hâlde, bildiğin hâlde, Rabbine ibâdet etmemek olur mu!
Fitresi verilmeyen oruçlar, muallakdadır. Namazın noksanlarını secde-i sehv ikmâl etdiği gibi, orucun da noksanlarını fitre ikmâl eder, sadaka-i fıtr. Dikkat buyur benim konuşduğum sözlere! Sadaka-i fıtr, kâfire verilir, ehl-i kitâbdan her hangi bir kişiye verilir, kitâbsız olsa ona da verilir sadaka-i fıtr. Fakat zekât, bir mü'minin diğer bir mü'minin cebinden hakkıdır. Müslümandan gayrına zekât veremezsin, fitre sadakadır, verilir. Sadaka-i fıtrı verilmeyen oruçlar muallakdadır. Sadaka-i fıtr verildiği takdirde oruç Cenâb-ı Hakk'ın huzûruna kendisini arz eder. Ve oruç tutan mü'minin vücûdu cehennemden âzâd olur ve günahdan tathîr eder ve onu dâhil-i dârü'l-cinân eyler. İhmâl etmeyiniz. Bizim mezhebimiz Hanefî Mezhebidir, zekât vermek kudretine mâlik olan, sadaka-i fıtrı verir. Zekât vermeye kâdir olmayan, sadaka-i fıtrı vermez, alır sadaka-i fıtrı. Ama bizim milletimizin cömertdir, sahîdir, fukarâsı dahi sadaka-i fıtrını vermekdedir. Ne kadar güzel bir şey yapmakdadırlar.
Gene size bir şey anlatayım. Ramazan'da verilen sadaka-i fıtr ile, Bayram namazından sonra verilen sadaka-i fıtr arasındaki farkı söyleyeceğim. Bir adam Ramazân'da bir sadaka-i fıtr verse, yani Bayram namazından evvel, birisi de unutsa Bayram namazından sonra verse, unutup da Bayram namazından sonra fitre veren zât, sadaka-i fıtrla beraber bir de köle âzâd ederse, Ramazân'da verilen fitrenin sevâbına nâil olabilir ancak. Onun için Cenâb-ı Peygamber diyor ki, "Ümmetim bilseydi Ramazân'ın kıymetini, ömürlerinin Ramazan'la geçmesini Allah'dan temennî ederlerdi" diyor. Duâlar müstecâb, ecirler kat kat, ibadetlere kat kat ecirler veriliyor.
Ey babalar! Dayılar! Ammiler! Kardeşler! Ağabeyler! Hâlleri vakitleri yerinde olanlar! Manevî babalar! Malınıza, mülkünüze, câhınıza güvenmeyiniz! Bilmiş olunuz ki, bu sene mal mük sâhibi bir babası olan sürurlu bir yavru, bir daha seneye yetîm kalabilir. Çünkü yetîmlerin de anneleri babaları var idi. Bayram günleri, zengin çocuklarına bir bayram günü olduğu gibi, fukarâ çocuklarına büyük azâb günleridir. O gün fakîr fukarânın gözyaşını siliniz ki, Allah da kıyâmet gününde sizin gözyaşınızı silsin. O gün çıplakları giydiriniz ki, kıyâmet gününde herkes çıplak olduğu vakitde, Allah sizi cennet libaslarıyla ilbâs eylesin. Siz o gün açları doyurunuz ki, Cenâb-ı Hakk sizi arşın gölgesinde, sofra-i ilâhîsine davet eylesin.
Bayram çocuklaradır, sana bana değil. Bizim bayramımız beşdir. Zâhirde iki bayramımız var, birisi Ramazan birisi Kurban bayramı. Şeker bayramı değil, Ramazan bayramı, Kurban bayramı. Ondan gayrı da Cuma günü bizim bayramımızdır, mü'minlerin bayramıdır, 'ıydü'l-mü'minîndir. Sonra kandil geceleri vardır. Şimdi, asıl olan manevî olarak beş büyük bayramımız vardır, onu söyleyeceğim. Büyükler için.
Bir. Bir günde defterine günah yazdırmazsan senin bayramındır. İki. Ölürken îmânlı göçersen senin bayramındır. Üç. Hazret-i Münkereyn sana soru sorduğu vakitde, cevâba kâdir olursan, senin bayramındır. Kıyâmet gününde, kâfirler bir tarafa ayrılır, mü'minler bir tarafa ayrılır, sen mü'minler tarafına ayrılırsan, Hazret-i Muhammed, "Bu benim ümmetim" derse, senin bayramındır. Cehennemden kurtulduğun gün senin bayramındır. Cennete dâhil olup cemâlullah ile müşerref olduğun gün senin bayramındır. Diğer bayramlar çocuklara âiddir.
Küçükler büyüklerin ellerinden öper, büyükler kabristanlara giderler, kendi âbâ u ecdâdının rûhlarına Kur`ân okurlar, hayır hasenât yaparlar ve kendi ölümlerini düşünürler. Bayram sabahı kabre var, düşün ki bir müddet sonra sen de aynı hâle geleceksin. Düşün, bundan otuz sene evvel, yâhud yirmi beş sene, on beş sene evvel, sofrada kimler oturuyordu. Ak sakallı deden, beyaz saçlı nenen oturuyordu değil mi? Şimdi onlar gitdiler, kabristandalar. Sen de yakında onlara mülâkat edeceksin. Onu düşün bayram sabahı kabre gitdiğin vakitde.
Üzerindeki otları yolma kabirlerin. Çiçek ekdirin. Çiçekler tesbîh ederler, otlar tesbîh eder kabir içindeki meyyite. Faydası vardır yani. Otları yolarsanız, tesbîhâtını kesiyorsunuz meyyitlerin. Ağaç dikdirin üzerlerine, çelenk götürmeyin, ağaç dikdirin kabirlere. Meselâ bir cenâze oldu mu yüzlerce çelenk geliyor, israf o. Bir kadirşinaslık ama çürür, dökülür, atılır. Ağaç dikersen yüzlerce sene dayanır, her bir yaprağı istiğfâr eder. Babalarımız serviler dikmişler, serviler. Onlar da çelenk getirselerdi, şimdi kabristanlarda ağaç olmazdı. Geçiyoruz.
Yetîm yavruların saçlarını okşayınız ki, sizler gözlerinizi kapadığınız vakitde, sizin yetîmlerinizin saçları okşansın. Ve aynı zamanda Allah Resûlü Muhammed Mustafâ yetîmdir, yetîmlerin başıdır O, sen yetîmi okşadığın vakitde, Resûlullah senden râzı olacakdır. Onun gözyaşını silersen, Hakk senin gözyaşını silecek.
Bayram günü kıyâmet gününün numûnesidir, aynısıdır gören için. Görene! Köre ne! Kimisi eski elbiseyle, kimisi yayan, kimi atlı, kimisi otomobille gider. Mahşer günü de böyledir. Mü'minler bineklere binmişler, cennet libasları giymişler, cennet nimetleri ile cennete vâsıl olurlar. Kâfirler yüzüstüne sürünerek giderler. Bayram, kıyâmetin numûnesidir, gören için.
Bayram günü mutlakâ şefkatli, merhametli olunuz. Dargınlar barışsınlar. Hattâ sen mü'minsin, gitsen de sana kapısını açmasa, senin üzerinden günah sâkıt olur, günah ona âid olur. Mutlakâ git ve barış. İffetin, ırzın, nâmusun, dînin, îmânın için darıldınsa yani buğz-ı fillahsa, konuşma, bir şey lâzım gelmez. Ama dünyâ metâ'ı için sakın hâ dargınlık yapma. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ, böyle dünyâ metâ'ı için dargın olanları sevmez. Peygamberimiz de sevmez, sallallahu aleyhi vesellem. Resûlullah'ın ahlâkından bir parça ahlâk al, sana bu kâfî gelecekdir.
Enes ibn Mâlik Hazretleri diyor ki, "Bir bayram sabahı Cenâb-ı Fahr-ı Risâlet, sallallahu aleyhi vesellem, bayram namazını kıldırdı, eve dönüyorduk".
Bayram sabahı câmilere gelirken tekbîrle geliniz. Ve bayram namazına gelirken mutlakâ ağzınıza biraz tatlı alınız, tatlı yiyiniz. Kurban bayramında bir şey yemeyin, namazdan sonra kurban etine kadar. Fakat Ramazan bayramında câmiye çıkarken tatlı yemek sünnet-i seniyyedir, baldı, şekerdi, hurmaydı, üzümdü filan, böyle bir şey. Câmiye gitdiğin yoldan gelme dönüşde, ayrı yoldan gel ki, basdığın taşlar sana şâhid olacakdır yevm-i kıyâmetde, "Yâ Rabbi, üzerimde tekbîr aldı, seni zikreyleyerek üstümden geçdi, abdestliydi Yâ Rabbi".
"Döndük geliyorduk, bakdık çocuklar oynuyorlar".
E tabii çocukların bayramı oynamak. Çocuğun da oynuyorsa çocuğuna kızma. Sözümü iyi dinle! Çocuğun, oynayacak zamanında bırak oynasın. Oynayacak zamanında çocuğunu oynatmazsan, oynanmayacak zamanda oynar sonra. Çocuğa oyun hakkı ver. Yalnız arkadaşlarına dikkat et. Kötü arkadaş edinmesin. Çocuk kötülüğü, fenâlığı, her türlü ahlâksızlığı arkadaşından alır. Buna çok dikkat edeceksin. Ey baba! Eğer baba isen buna çok dikkat etmelisin!
"Çocuklar oynaşıyorlardı. Bakdık ki bir yavru bir kenara oturmuş, boynu bükük, sırtında eski bir elbise, mahzûn, mükedder duruyor orada, oynamıyor. Fahr-ı Risâlet ona doğru yürüdü, Allah'ın sevgilisi, Mahbûb-ı Rabbânî, sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hilkat-i Âdem, Muhammed Mustafâ, Müctebâ, Murtazâ, Efendimiz, rahmeten-lil-âlemîn. Ona doğru yürüdü. 'Evlâdım niye oynamıyorsun, hasta mısın?' dedi. "Yok' dedi, 'amca hasta değilim' dedi, 'zenginler için bugün bayram günü olabilir ama biz fakîriz ve garîbiz, ve yetîmim ben' dedi, 'benim için azâb günü bugün. Benim sırtımda yeni elbise yok, ayağımda ayakkabı da yok, karnım da benim aç. Onlar karınlarını doyurmuşlar, baba şefkati, ana rahmeti görmüşler ama benim kimsem yok, garîbim ben' dedi. Effendimiz, bitdi, eridi, sallallahu aleyhi vesellem. Mübârek gözlerinden yaş inci tâneleri gibi döküldü sakallarının üzerine". Öyle diyor Enes ibn Mâlik Hazretleri.
Onun için bayram günleri, zenginler için belki neşe günü olabilir, siz bu garîbleri düşününüz ki, dünyâda düşmeyen kalkmayan bir Allah'dır. Fakîr gördüğün kişiler, vaktiyle onların babaları, dedeleri zengindi, onlar milyonlarla oynarlardı, sonra Allah onların mülkünü ellerinden aldı, fakîr etdi. Zengin gördüklerin de, zelîl insanlardı, Allah onlara teveccüh etdi, dünyâ metâ'ını verdi. Ama gadabından mı verdi rahmetinden mi? Allah bir kuluna, ya gadabından verir, ya rahmetinden verir. Onun için hiç bir karar üzerinde kalamazsın. Merhametli ol ki, merhamet olunasın. Bilmiş ol ki, merhamet edene merhamet ederler. Elin yetîmine, duluna iffetsizlik edersen, yarın öbür gün senin de çocuğunun iffetine dokunurlar sonra. Yapma bulma dünyâsıdır bu, mutlakâ karşına çıkar. Onun için mü'min ol, Muhammedî ol, kalbin şefkatle dolsun, merhametle elini uzat, düşmüşü kaldır, açı doyur, merhametli, şefkatli ol. İffetine ve ırzına sâhib ol, uçkuruna sâhib ol yani, eline diline beline sâhib ol. Herkes yapdığından sorulacak ve yapdığının cezâsını görecekdir. Mükâfâtını da görecekdir. Hiç bir şey zâyi olmaz, Allah unutmaz. Sen yapdığını unutursun ama Allah unutmaz.
Efendimiz, bitdi, eridi. Hemen o yavrunun ellerinden tutdu, dedi, "İstiyor musun senin baban Muhammed Mustafâ, amcan Aliyye'l-Mürtezâ, kardeşlerin Hasan ve Hüseyin, ablan Fâtımetü'z-Zehrâ, annen Âişe olsun mu?". Öyle deyince, ağlayan yavrunun gözleri birdenbire neşe ile açıldı, "Yâ Resûlallah" dedi, Efendimizi o vakit tanıdı. Cenâb-ı Peygamber yetîmi almış, omuzuna bindirmiş ve mübârek ellerini kaldırmış ve şöyle göstermişdir, "Kendi yetîmine yâhud gayrın yetîmine tekeffül eden, cennetde benime şu iki parmağım arası kadardır". İster kendi yetîmin, amminin oğlu, teyzenin oğlu, halanın oğlu filan senin yetîmin, bir de elin yetîmi var. "Onlara tekeffül eden yani yediren, içiren, giydiren cennetde benimle beraber şu iki parmak gibidir, iki parmak arası kadar bana yakındır" buyurdular. Çünkü Resûl sallallahu aleyhi vesellem yetîmdir, yetîme merhamet ve şefkat, Resûlullah'ın merhametini ve şefkatini celb eder ve şefâatine müstehak oluruz.
Allah, Leyle-i Kadir'de tecelliyâtı ile bizleri şâd eylesin. Ve bayram günü Hakk'a lâyık kullar olarak, isimlerimiz dîvân-ı suedâda mukayyed olarak bayram yapalım. Ve îmân ile yaşayalım, îmân ile göçelim, Hakk'ın lutuf ve kerem ve rahmetine nâil olalım ve cennetine girerek bayram edelim. Ve likâ-i Rahmân ile bayram edelim mü'minler.
Nefsinize ve İblîs'e uyarak Cenâb-ı Hakk'ın ibâdetinden geri durmayınız. Ramazan'dan sonra da câmilere koşunuz ve geliniz. Ve evinizde bulunan çoluğunuzu ve çocuğunuzu, evlâd ve ayâlinizi Allah'a çağırınız. Hısım akrabânızı dîne davet ediniz. Kötü olanlarla mücâdele yapınız, onları kötü huylarından vazgeçirmeye çalışınız. Ve onları tatlı sözlerle Hakk'a davet ediniz, Allah'a çağırınız. Vazîfeleriniz bitmiş demek değildir. Ve böyle yaşayınız. Yakın zamanda saltanatınız elinize geçecek, Allah indinde, Allah kurbünde sultân olacaksınız. Böyle yapmazsanız, mahcûbiyyet var, hüsrân vardır.
Yâ Rabbi, ben cemâatimden râzıyım, sen de benim cemâatimden râzı ol ve benim cemâatimi de benden râzı kıl Yâ Rabbi. Onları benden, beni onlardan hoşnûd eyle. Ve sözlerimin tesîrini halk et. Cümlesinin gönüllerini nûr-ı Kur`ân, nûr-ı tevhîd-i sübhân ile ma'mûr, muhabbet-i Muhammediyye ve meveddet-i Ahmediyye ile teyzîn eyle Yâ Rabbi.
Vallahu yed'û dâri's-selâm ve yehdî men yeşâû ilâ sırâtın müstakîm.
Efendi Hazretleri, bu hutbesini, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde tesbit edemediğimiz bir tarihde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder