Târih kitâblarına geçmiş bir hâdisedir bu. Hârun Reşîd, hicrî 173 senesinde Medîne-i Münevvere'ye gelmiş. Tabii halîfe geldi diye Mescid-i Nebî'yi boşaltmışlar. Hârun Reşîd, yalnız başına ziyâretini yapdıkdan sonra, "Beni ashâb-ı soffenin olduğu yere götürün" demiş. Dâimâ orada bulunan ve ibâdetle meşgûl olan zevât arasında Ebû Nâsır adında mecâzibden bir zât varmış, ona haber vermişler, "İşte mü'minlerin emîri bu" demişler. Hazret başını kaldırmış ve Hârun Reşîd'e hitâb ederek, "Ey adam! Allah'ın kulları ve Resûlullah'ın ümmeti içinde seninle teban ve Allah arasında senden başka kimse yok. Allah, onlar hakkında sana soru soracak, sorulara cevâbını hazırla. Hazret-i Ömer, 'Eğer Fırat kenarında bir kuzu zâyi olsa, Allah onun hesâbını Ömer'den sorar' demişdi" deyince halîfe, "Onun tebasıyla benim tebam, onun zamanıyla benim zamanım aynı değil" demiş. Ebû Nasır, "Sen bu kafayı bırak! Vallahi sana bunun bir faydası olmaz. Kendini hesâba çek. Sen de Ömer de Allah'ın size verdiği mesûliyyetden dolayı hesâb vereceksiniz" demesin mi! Halîfe cevâb verememiş, havayı yumuşatmak için Ebû Nâsır'a ihsânda bulunmak istemiş, "Yüz altın getirin" demiş. Hazret, parayı kabûl etmemiş, "Sen o altınları fukarâya dağıt" demiş.
Abbâsî İmparatorluğunun en kudretli pâdişahına üstelik herkesin ortasında böyle bir hitâbda bulunmaya kim cesâret edebilir? Allah'dan başka kimseden korkmayan birisi yapabilir bunu ancak, öyle değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder