Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Envârul'-Kulûb nâmındaki eserlerinde buyuruyorlar ki :
Makâm muhabbeti ve bu aşırı muhabbetden ileri gelen ihtiras, günümüzde öylesine yaygınlaşmışdır ki, Uzak Doğudan Pasifik kıyılanna kadar hemen her ülkede, bu korkunç ve meşûm illete mübtelâ olan kişiler, bulundukları makâmlarını koruyabilmek bahasına akla ve hayâle gelmez cinâyetler ve rezâletler planlamakda, kanlı darbeler hazırlamakda, ihânetler ve irtikâblar birbirini kovalamakdadır. Rüşvet olayları günlük olağan işlerin başına geçmişdir. Öyle makâm sâhibleri duyuluyor ki, yurt savunması için alınan uçakdan, topdan, silahdan kör olası nefislerine pay çıkarmağa çalışmakda, komisvon nâmı altında resmen rüşvet almakdadır. Beri tarafda açlıkdan ve kıtlıkdan kadidleri çıkmış minicik yavruların boy boy resimleri gazete sütunlarının, televizyon ekranlarının süsü hâline gelmiş bulunmakdadır. Yetîmlerin, öksüzlerin ve dulların haklarını korumak şöyle dursun, makâm sâhibleri, fırsat bulurlarsa bu zavallıların ırz ve iffetleri ile oynamakdan çekinmemekde, fakîrin ve yoksulun gözyaşı dinmemekde, geçim sıkıntısı, pahalılık, darlık, kıtlık hergün binlerce masûm genç kızı fuhşun iğrenç kucağına itmekdedir.
Oysa dünyâ, etme bulma dünyâsıdır. O makâm sevgisiyle gözleri dönmüş kişiler düşünemiyorlar ki, yarın kendi evladları da aynı âkıbete dûçâr olabilirler. Makâm, hiç kimseye bâkî değildir. İşgâl etdikleri makâmları, şahsî hırs ve emellerine âlet edenlerin çoğu bu dünyâdan gâyet kötü ve çirkin bir nâm bırakarak ayrılmakla kalmamış, çoluk çocukları da babalarının günahlarını yaşadıkları sürece omuzlarında taşımışlardır.
Abbâsî halîfelerinden Mansûr, birgün nedîmi Rebî ile konuşurken, "Şu ölüm denilen şey olmasaydı, dünyâ hayâtı ne güzel, ne tatlı olurdu" dedi. Rebî, hemen cevâb verdi, "Dünyânın iyiliği ve güzelliği ölüm sâyesindedir". "Bu sözünü isbât edebilir misin?". "Elbette sultânım, eğer ölüm olmasaydı hilâfet ve saltanat nöbeti size gelir miydi?" diyerek onu ve bizleri uyardı.
Evet, hiç kimsenin ikbâl ve devleti dâimî değildir. Makâm denilen emânet de hiç kimseye ebediyyen mal olmaz. Bir gün çocuklar ihtiyar, kuvvetliler kuvvetsiz oluverirler. Dünyâya gelenler mutlakâ ölürler ve pek sevdikleri makâmları bir başkasına devredilir. Makâm sâhibi, bir süre işgâl etdiği koltuğunda, Hakk'a ve halka hizmet ederse, makâmını olmasa bile nâmını ebedîleşdirir. Hakk'a ve halka hizmet ise, Allah'ı bulmakla mümkündür. Rabbini bulan, kendini bulur, insan olur, insan-ı kâmil olur, yalnız ona kulluk eder. Allah adı dilinde, korkusu kalbinde, muhabbeti gönlünde, lezzeti bedeninde, nûru fiil ve hareketlerinde zuhûra gelir. Bunları nefsinde cem' eden mutlu kullar, makâmlarını değil, Allahu Teâlâ'yı severler, makâmlarına değil, Allahu Teâlâ'ya sarılırlar. Allah Azze ve Celle de onları her türlü musîbetlerden, felâketlerden, âfetlerden korur ve kurtarır. En büyük âfet şöhretdir. Hakkıyla ve lâyıkıyla kul olanlar, kendilerini tamâmen silerler ve şöhret âfetinden de emîn olurlar.
Makâm sâhiblerinin unutmamaları ve o makâmda oturdukları sürece her ân hatırlamaları gereken bir gerçek daha vardır. Yalnız işgâl etdikleri makâmları değil, o makâmda kendilerine hizmetle mükellef bulundukları halk da onlar için bir Allah emânetidir. Bir makâm sâhibi, ihmâli yüzünden onarılmayan bir köprüden geçerken bir keçinin ayağı kırılırsa, bunun hesâbını Allahu Teâlâ'ya vermek zorunda olacağını hiç unutmamalıdır. Bir keçinin ayağının hesâbı sorulacağına göre, hasta bir insanın tedâvisinde gösterilen ihmâl veya lâubâliliğin, haksızlığa uğrayanın korunmamasının, zulme ma'rûz kalanın hakkının aranmamasının hesâbını nasıl vereceğini derin derin düşünmelidir.
Bayramdan bayrama bir nutuk çekmekle, milletin parasını ödediği lüks arabalara kurulup caddelerden debdebe ile geçmekle makâm sâhibi olunmaz. Alınan maaşda, saçı bitmedik yetîm hakkı bulunduğunu bilmeli, karşılığını halka hizmetle ödemelidir. Zâlimlere destek olanlar, mahşerde onlarla birlikte ve suç ortağı olarak hesâb vereceklerdir. Makâm sâhibi olanlar, Şeddadlar, Nemrudlar ve Firavunlar, Yezidler gibi olmağa özeneceklerine Hazret-i Ebûbekir, Ömer, Osman ve Ali, rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecmaîn, gibi davranmağa heves etmelidirler.
Bu dünyânın bir de âhireti vardır. Orada yapdıklarının ve etdiklerinin hesâbını vermek vardır. Halka adâletle muâmele edenler, orada ilâhi adâletin tecellîsine şâhid olacaklardır. Zulmedenler de cezâ-yı sezâlarını bulacaklardır. Binâenaleyh, makâm sâhibi olanlar Allahu Teâlâ'nın rızâsına, rahmet ve mağfiretine, Resulullah sallallahu aleyhi ve sellemin şefâatine, sâlihlerin iltifatlarına nâil olurlarsa, iki cihânda azîz olurlar, daha bu âlemde gönüller sultânı, ebedî âlemde de cennet sultânı makâmına erişirler, sonsuz ebedî nimetlere, cennete, rıdvâna vâsıl ve mazhar-ı zât olurlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder