Abbâsî halîfesi Mütevekkil, dünyâya çok düşkün bir adammış. Yirmiden fazla saray ve köşk inşâ ettirmiş. Hattâ Samerrâ yakınlarında kendi adıyla bir şehir kurmuş. O kadar büyük harcamalar yapmış ki devlet hazînesini kurutmuş bu adam. Yalnız binâlara değil, saraylardaki ziyâfetlere giden paralar, şâirlere verdiği atiyyeler, şarkıcılara verdiği bahşişler filan da büyük meblâğlara ulaşmış. Yaşadığı hayat da sefâhet hayâtı Mütevekkil'in, saraylardaki içki meclisleri, türlü türlü oyunlar, eğlenceler, mizah gösterileri filan dillere destân olmuş. Hattâ halka bile sirâyet etmiş bu kötü âdetler.
Sadûn da, gizli velîlerden, kendisini deli gibi gösteren mecâzib-i ilâhiyyeden bir zât, Basra'daymış o vakit. Halîfe, nereden duyduysa duymuş, Basra vâlisine haber göndermiş, "Orada zarîf, hikmet sâhibi bir zât varmış, onu korkutmadan, en güzel şekilde muâmele ederek bana getir" demiş. Bu emir üzerine vâli hemen Sadûn'u buldurup halîfeye götürmüş. Kapıda ona halîfeye nasıl selâm vereceğini, nasıl hitâb edeceğini söylemişler. Sadûn saraya girip halîfeyle karşılaşınca, "Mütevekkil sen misin?" demiş. Halîfe, "Evet" deyince, "Sana neden mütevâzi ismi verilmedi de mütevekkil ismi verildi?" demiş ve ona şöyle selâm vermiş : "Ey zenginlik tahtına oturan ve nefsine uyarak hıyânet gömleği giyen, selâmün aleyke".
Sonra başlamış halîfeye nasîhat etmeye. Demiş ki :
Bir gün sana kaba ve sert birisi gelip seni güzel tahtından çekip alacak, saray odalarından çıkaracak, kapıcılardan ve nibetçilerden izin almadan yapacak bunu ve seni çoluk çocuğundan ayırıp kabrin darlığına mahkûm edecek. Kendini hesâba çeksen çok iyi olur! Ey zulmüyle zayıfların mallarını mallarına katan! Yarın sırların kendisine gizli olmadığı Allah'ın huzûrunda suçlarına ağlayacaksın. San sorulacak suâllere cevâb vermeye ve sırâtdan geçmeye kâdir olamayacaksın. Aleyhine yazılan her şeyi görecek ve okuyacaksın.
Mütevekkil bu sözlere çok sinirlenmiş, "Atın bu adamı zindana" demiş. Sadûn'u alıp hapse atmışlar. Ertesi gün hapisden çıkartmış Hazret'i, tekrar huzûruna getirtmiş. Maksadı, onu tahtie etmek. Onu konuşturup, hatâsını bulacak, onu cezâlandırmak için bahane bulacak. "Senin kaderî olduğunu duydum" demiş. Sadûn, "Aklı ve idrâki olan birisi kader hakkında konuşmaz" deyince, söyleyecek bir şey bulamamış, sinirlenmiş ve tekrar hapse göndermiş Hazret'i. Üçüncü gün gene getirtmiş huzûruna ve sormuş, "Senin senevî olduğunu öğrendim" demiş, "Göklerin boş olduğunu, gökleri sevk ve idâre edenin olmadığını söylüyormuşsun" demiş. Sadûn, "Sana soracağım soruları cevâb verirsen, meseleyi îzâh ederim" deyince, halîfe, "Peki" demiş. Sadûn sormuş, "Başının üzerindeki saçları bitiren ve onları besleyen kimdir?". "Allah" demiş halîfe. "Peki, kaşlarını kim uzatdı?". Gene "Allah" demiş halîfe. "Peki, gözlerini kim yapdı senin, etrafını beyaz, ortasını siyah yapan kim?". "O da Allah" demiş halîfe. "Gözlerdeki tatlı ve tuzlu suyu kim meydana getiriyor?". "Allah". "Peki ayaklarını gövdene kim bağladı?". "Allah". "Peki , Allah demeyi sana kim öğretdi?". "Allah". "Peki öyleyse ben nasıl semânın ilâhsız olduğunu söylerim?" deyince Mütevekkil söyleyecek söz bulamamış.
Yine de inadından vazgeçmemiş halîfe, ille de ona bir suç isnâd edecek ya, bu sefer, "Sen Kur`ân'ın mahlûk olduğunu söylüyor muşsun" deyince, Sadûn, "Ey Mütevekkil, Allah'dan râzı ol, Allah'a güven, her şey O'nun takdîriyledir. Akıl Allah'ın künhünü idrâk edemez. Mahlûkât Allah'ın rızkından mahrûm kalmaz. Allah mahlûkâtına benzemez. Almak ve vermek O'nun fiillerindendir. Cömertlik ve övünme O'nun sıfatlarındandır. Ey Allah diyen! Allah'ın dîninden râzı ol. Allah'ın kitâbı kadar tatlı bir şey yokdur. Allah'ın kelâmı hiç mahlûk olur mu! Onu ancak bidatçiler söyler" demiş.
Halîfe, Sadûn'u tekrar hapse göndermiş. Sonra bir oda hazırlatmış, içini yeşil ipek halılarla döşetmiş. Sadûn'u getirtmiş odayı göstermiş, yani ona bir nevi rüşvet teklif etmiş. Sadûn gülmüş, "Bu senin fânî, değersiz ve denî mülkündür" demiş. Halîfe bakmış, dünyâ malıyla da kandıramıyor Hazret'i, demiş ki, "Senin harûrî olduğunu duydum, sen sultana dil uzatıyormuşsun" deyince, Sadûn, "Ben dediğin gibi biri değilim. Fakat ben sana senin çayırından daha güzel bir çayırı, senin sarayından daha güzel bir sarayı vasfedeceğim" demiş ve başlamış anlatmaya :
Cennetde mersin ağacından çayır, çayırın ortasında incilerden ve mercanlardan bir saray var. Sarayın ortasında süsen çiçeğinden bir kubbe var. Saray ve kubbe karanfiller üzerine yapılmış. Cennetin dört sınırı var. Birinci sınır, Allah'dan kalbleri titreyenlerin tarafına çıkar. İkinci sınır, Allah'a müştâk olanların nimetlerine çıkar. Üçüncü sınır, mürîdlerin yoluna çıkar. Dördüncü sınır, hediyelerle, ihsânlarla, hizmetçilerle ve minderlerle dolu odalara, çadırlara çıkar. Ayrıca bir meydan vardır, sahasında çocuklar oynar. Zemîni gümüşden, kumları inciden, direkleri amberden, balkonları kırmızı yâkutdandır. Tavanı arş, içi rahmet, sâkinleri peygamberler, ziyâretçileri melekler, hizmetçileri gençlerdir. Çimleri zaferân, çiçekleri karanfil, elbiseleri sündüsdür. Nehirleri devamlı, gölgeleri dâimî, dalları yere yakın, kadınları tertemiz, bahçeleri yemyeşildir. Kokusu misk ve kâfûrdur. O ebediyyen yaşanılacak bir yurt ve kalıcı bir nimetdir. Bu yurtda sâkin olacak kişiler, yok olmayan bir nimete sâhib olacaklar, kalblerinde hiç kîn olmayacakdır. Hasta da olmazlar onlar. Acıları da olmaz onların. Bu yurdun sâkinleri, ilelebed seçkinlerle beraber ve her şeyin sâhibi Allahu Teâlâ'nın yakınlığında olacaklardır.
Bu sözlerden sonra Sadûn ayağa kalkmış ve salına salına yürümeye başlamış. Sanki pâdişah o da, diğerleri onun kullarıymış gibi. Ve bir tarafdan da cenneti tasvîr eden bir şiir okuyormuş. Mütevekkil dinlemiş şiiri, sonra tebrîk etmiş Hazret'i, "Kim demiş sana deli diye" demiş, iltifatlarda bulunmuş. Sonra para vermek istemiş Hazret'e, gönlünü kazanmak için. Fakat Hazret geri çevirmiş, "İsteyenler için ihsân hazînelerini açık bırakan bana yeter" demiş.
🌹
YanıtlaSil