Sayfalar

16 Mayıs 2025 Cuma

Bil Bul Ol - Hutbe


HUTBE

Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
Sadakallahü'l-Azîm.

Allah'ın vahdâniyyetine îmân eyleyen, O'nun habîbi, mahbûbu olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı her şeyinden ziyâde seven, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, cemâline âşık, rızâsına râgıb olanlar!

Bundan evvelki derslerimizde de böyle söylemişdik. Bil, bul ve ol. Bilmeye geldin, bulmaya geldin, olmaya geldin. Dünyâda en yüksek rütbe, Hakk'ın sana en yüksek ihsânı ve ikrâmı seni îmân müzeyyen kılmasıdır. "وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ vemâ teşâûne illâ en yeşâallah". Sen îmâna tâlib olmadın, Hakk sana tâlib oldu. Allah dilediği kullarını îmân ile süsledi. Dilediği kullarını ibâdetle tezyîn eyledi. Dilediği kullarını kendine dost ilân eyledi. Allah, dilediği kulu küfre, dilediğini fısk ile rezîl eyledi. İrâdemiz ne oluyor diye sorarsan, irâde-i külliyye yanında irâde-i cüziyyenin hiç bir kıymeti yokdur. Kul kâsib, Allah hâlıkdır ammâ, kulun her kisb etdiğini Allahu Teâlâ'nın halk etmesi Allah'a vâcib değildir. En yüksek rütbe, en yüce makâm îmândır. Bu îmânın kıymeti yakın bir zamanda bilinecekdir. Tabii bu sözü ben gâfiller için söyledim. Ârif olan kişi îmânın kıymetini burada da bilir. İnanmak, ne kadar güzel şey! Bâhusûs hakka, gerçeğe, doğruya inanmak. Bir de putuna inanan, küfre inanan, fısk u fücûra inananlar vardır. Biz onlardan değiliz. Biz doğruya inanmışız, Hakk'ın vahdâniyyetine, birliğine. O'na teslîm olmuşuz. O'nun kitâbına boyun eğmişiz, O'nun habîbine gönül vermişiz. Bu nimetin en yükseğidir, bilenler için. Bilmeyenlere bir şey yok. Bilmeyenler, îmân nedir, küfür nedir bilmezler. Onlar, zulmetle nûru ayırd edemezler. Halbuki yakın bir zamanda başlarına büyük büyük musîbetler gelir. Çünkü bizi buraya getiren ve bizi burada yaşatan ve bizi buradan götürecek olan bir kuvvet vardır. Bunu kimse inkâr edemez. İster pâdişah ol, ister dünyâya hâkim ol, bir müddet-i muvakkatedir yani geçici bir zaman içindir. Bu câmiye gelip toplanıp dağıldığımız gibi bu âleme gelip burada toplanacağız, sonra buradan dağılıp gideceğiz. 

Îmânın kıymeti âhiret âleminde şöyle belli olacak. Cenâb-ı Allah, Yâ ibâdî!" emrini verdiği gün. İlkbaharı gördün değil mi? Toprak ölüydü, sonra yeşerdi, çiçekler verdi. Dirildi yani. Bu, kıyâmetin varlığına bir remzdir, işâretdir, insanların tekrar dirileceğine bir alâmetdir. Büyük bir âyetdir. Onun için Cenâb-ı Allah Sûre-i Yâsîn'de, "اٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ ve âyetü'l-lehümü'l-ardu'l-meyte ahyeynâhâ ve ahrecnâ minhâ habben fe minhü ye'külûn" diyor. Yani haşrı inkâr edenlere, "Öldük, çürüdük, gitdik, bitdik artık bir daha âlem yok" diyenlere baharın zuhûrunu kıyâmetin numûnesi olarak gösteriyor. Hepimizi birer tohum farz ediniz, bizi ekecekler, sonra bizim baharımız mahşer günüdür. O gün yerden biteceğiz, dirileceğiz yani kalkacağız. herkesin nüvesi, içindeki bulunan, mündemiç, gizli olan sırrı meydana çıkacak. Kim dikendir, kim ısırgandır, kim güldür, kim karanfildir, kim domuzdur, kim maymundur. Hep biriz, tohumlar birbirine benziyorlar. İki gözü var, bir burnu var, iki eli var, iki ayağı var, konuşuyor filan. Hep bunlar bir. Ammâ hepimizin içerisinde ayrı bir amel vardır. İşte burada o amelini insan etmeyenler, orada amelleriyle zuhûr edecekler, bir hayvan şekline gireceklerdir. Muhammedîler müstesnâdır yalnız. Hazret-i Muhammed'e bende olanlar, mü'minler, müstesnâdır. Onlara ayrı bir husûsî muâmele gösterilecekdir. "Yâ ibâdî, ey benim kullarım" denildiği vakitde, işte Muhammed'e gönül verenler, onlar kıyâmet gününde huzûr-ı İzzet'e varacaklar, iltifât-ı ilâhî göreceklerdir. O vakit îmân etmeyenler, Hakk'ı bilmeyenler, bulmayanlar, olmayanlar, bilip de bulmayanlar, bulup da olmayanlar, çok nâdim olacaklar fakat iş işden geçecekdir. O vakit Muhammedîlik ne demekdir, Hazret-i Muhammed Mustafâ kimdir, O'na îmân etmenin şerefinin ne olduğunu, bütün beşer öğrenecek ama, ne faydası var, iş işden geçmişdir. Çünkü artık kâfirler ebedî nâra, mü'mninler ebedî saâdete ereceklerdir. 

Ebedî saâdet bizimdir. Kim ki "Lâilâheillallah" dedi, cehennemin kapısını kapadı, "Muhammedür-Resûlullah" dedi, cennetin kapısını açdı. Ebedî saâdet ve selâmet mü'minlerindir, âkıbet müttakîlerindir. Onun için Cenâb-ı Allah Celle Celâluhû Hazretleri, bizi ittikâya davet ediyor. Yani takvâya. İşin başı takvâ. Yani bir iş yapacağın vakitde, bu işde Allah rızâsı var mıdır yok mudur meselesi. Bunu düşündüğün gün işte insan oldun, amelini insan etdin. "Şu yapacağım işde Hakk rızâsı var mıdır yok mudur?".

Hani huzûr-ı Resûlullah'a geldi bir genç, dedi ki, "Yâ Resûlallah, ben sabredemiyorum, zinâ edeceğim" dedi. "Evlen". "Fakîrim" dedi. "Zinâ edeceğim" dedi. Efendimiz ona şöyle cevâb verdi, "Bu zinâ edeceğin kadın kimdir? Elbet birinin kızıdır, değil mi?". "Evet Yâ Resûlllah, bir babası vardır, bir anası vardır". "E peki sen de baba olacaksın bir gün, senin kızına bu işi lâyık görseler sen râzı olur musun?". "Olmam Yâ Resûlallah". Tefekküre davet ediyoruz yani. "Zinâ edeceğin kadın birinin kızkardeşi midir?". "Evet". "Peki senin kızkardeşine birisi bu işi lâyık görse râzı olur musun?". "Olmam Yâ Resûlallah". Tefekkür et, git, yürü, yapacağın işi bir düşün bak şimdi. Ne yapacaksan kâinâtda, tefekküre girdiğin vakitde işin rengi değişiverir. Bunun da başında Hakk korkusu gelecek, Allah korkusu. 

Allah korkusu, kısım kısımdır, rütbe rütbedir. Bir kısım halk korkarlar, Cenâb-ı Hakk beni ateşe koyacak diye. Hakdır nâr, gerçekdir, doğrudur. Ama bu, dûn mevkidir. Zîrâ Allah cehennemi halk etmese, o adam fenâlık yapabilir. Halbuki sen ne cennete tamah ederek, ne de cehennemden korkarak iş yap, Hakk'ın rızâsına tâlib ol. Allah cennet ile cehennemi halk etmese Allah'a kulluk etmeyecek miyiz yani? Nâr da hak, nûr da hak, cennet de hak, cehennem de hak, âmennâ ve saddaknâ. Nârdan korkan Hakk'dan değil, nefsinin göreceği azâbdan korkarak günahdan kaçar. Sen öyle olma sakın hâ! Bu, dûn mevkidir. Allah'ı sevdiğin için Allah'dan kork. De ki, "Allah beni cennetine de koysa bana kulum demese benim hâlim nice olur". Meselâ ne gibi? Misâlini vereyim. Gâyetle müzeyyen bir hâneye gitdin, seni kabûl etdiler ama hâne sâhibi sana yüz vermiyor, yüzünü asdı. Bu, zâhirde bir cennetdir ama hakîkatde bir cehennemdir. Acaba anlatabiliyor muyum? Hakk Teâlâ seni cennete de koysa, kulum demese, Resûlullah seni nârdan kurtarsa da sana bakmasa, seninle konuşmasa, sana iltifât etmese, anlayan için büyük azâbdır. Onun için ittikânın derecâtı vardır. Bazı kişi, yapacağı suçdan dolayı "Allah beni nâra sokar" der. O adam o işi yapmaz ama mevkii dûndur yani, düşük mevkidir. Sen öyle tâlib ol ki Allahu Teâlâ Hazretlerine emrinde ve nehyinde aklını, idrâkini, kurbân et, Hakk'ın yolunda yürü ve "Allah bana kulum demezse, Resûlullah bana ümmetim demezse benim hâlim nice olur!" de. Beni cennetine koysa, benim için nâr olur" de. Çünkü islâmda en büyük ibâdet, kıyâmet günü için en büyük hazırlık, aşk ve muhabbet ve muhabbetullah ve muhabbet-i Resûlullah'dır. Bundan büyük ibâdet olamaz. Çünkü kişi sevdiğiyle beraber olduğundan dolayı. Resûlullah buyuruyor ki, "Seven sevdiği ile, beni seven de benimle beraber" diyor. Öyleyse Allah'ı seversen Hakk katına varacaksın, "ف۪ي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِنْدَ مَل۪يكٍ مُقْتَدِرٍ fî mak'adı sıdkın inde melîkin muktedir"e ereceksin. Hazret-i Muhammed'e gönül verdinse, Fahr-ı Risâlet'le berabersin. 

"Yâ eyyühellezîne âmenû". Bunun kıymetini biliniz, bu sözün kıymetini! Bunu söyleyen, bu kelimenin sâhibi, bu hitâbın sâhibi ben değilim, imam değil, müftü değil, diyânet reisi değil, peygamber değil, Allah söylüyor bunu. Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki sana hitâb ediyor, sana kulum demiş. "Yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbı Allah'ın kelâmıdır. "Yâ eyyühellezîne âmenû" denildiği vakitde biz zannediyoruz ki imam efendi söyledi onu, vâiz efendi söyledi. Değil! Onun sözü değil o. O kim oluyor! Gerçi Kur`ân-ı Kerîm'i Peygamber okudu ama kim ki Kur`ân Muhammed'in kelâmı dedi, o kâfir oldu. Muhammed'in ağzıyla, sallallahu aleyhi vesellemin ağzıyla Kur`ân'ı söyleyen Allah'dır Celle Celâluhû Hazretleri. Harfi, savtı halk eylemiş sonra, ayrı. "Yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbı, bizim için en büyük şeref. Yarın kıyâmet gününde, "Ey beni seven kullarım! Benim emirlerime imtisâl eden, bana aşk ile bağlanan, dünyânın fânîliğini, âhiretin bekâsını bilenler, benim cennetime, cemâlime âşık olup, benim rızâma râgıb olanlar, gelin işte size cennât-ı âliyâtımı açdım, buyrun" dediği vakitde, mü'minliğin, îmânın, islâmın, Muhammed'e bende olmanın kıymeti o vakit anlaşılacakdır. Şimdi bilemez kimse. Senin ölçün ufak, gözün şaşı, sen iyiyi kötü, kötüyü iyi görüyorsun. İki günlük dünyâ metâı için her şeyini fedâ etmeye hazırlanmış insanlar var. Bir kimsenin ind-i ilâhîdeki mevkiini bilmezsin, onun parasına, makâmına hürmet edersin. Halbuki dünyâda bir çok insanlar görüyoruz ki bunlar çok zengindirler, yâhud makâmları çok büyükdür ama eğer bunlar bu makâmın şükrünü edâ etmedilerse, yarın kıyâmet gününde bunlar rezîl olacaklar, ayak altında sürünecekler. Dünyâda hiç kıymet vermediğimiz insanlar var ki, bunlar Allah katında sultândır. 

Hattâ hattâ hadîs-i kudsîde geliyor ya, sözümüzün isbâtı olarak, Allah diyecek ki, "Ey kulum, hastaydım beni ziyâret etmedin" diyecek. "Yâ Rabbi sen noksan sıfatdan münezzehsin, nasıl olur?". "Senin bir adamın vardı, o hasta olmuşdu". "Yâ Rabbi o benim hammalımdı". "Evet senin hammalındı ama benim dostumdu, onu ziyâret etseydin, beni ziyâret etmiş olurdun". Gene bir zâta sorar, "Ben acıkdım beni niye doyurmadın?". "Aman Yâ Rabbi, sen açlıkdan münezzehsin, sen yemez içmezsin, senin üzerinden zaman geçmez". "Filanca kulum açdı, bende yok olmuşdu o, onu doyursaydın beni doyurmuş olurdun". Bilmiyorsun ki kimin ne olduğunu. Yanındaki mü'mini itersin kakarsın, belki Allah katında veliyullahdır o. Allah dostları başlarına bayrak asmadı, işâret de koymadı. Onun için birleşin. Birbirimizle sevişeceğiz, sevişeceğiz. Birbirimize hüsn-i niyyet göstereceğiz ve birbirimize muhabbet edeceğiz. 

"İttekullah". İşin başı takvâdır. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ gene Kitâb-ı Kerîminde, "يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ yâ eyyühe'n-nâsü innâ halakânküm min zekerin ve ünsâ ve ce'alnâküm şu'ûben ve kabâile li te'ârefû inne ekremeküm indallahi etkâküm" buyuruyor. İttikâ! Müttakî olmak! Allah'dan korkmak! her işinde bunda Hakk'ın rızâsı var mıdır yok mudur, bu fikir senin kalbinde olup da, bu tohum atılıp da meyva vermeye başladığı vakitde, işte senin amelin insân oldu, nefsin mutmainneye döndü demekdir, derecâta yürümeye başladın. Ağzından çıkan söze çok dikkat et! Ne olur sözden deme! Yapdığımız işler ve söylediğimiz sözler hepsi bir şekle girerek yevm-i kıyâmetde önümüze gelecekdir. Bak bak bak, teypler bunu isbât etmekde. Teypleri görmüyor musun? Söyledin söz, kalbinden geçen efkâr, fikirlerin, zihninden düşündüğün şeylerin kâffesini Allah ortaya koyacak. Dilerse muhâsebe bile edecekdir. "لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاِنْ تُبْدُوا مَا ف۪ٓي اَنْفُسِكُمْ اَوْ تُخْفُوهُ يُحَاسِبْكُمْ بِهِ اللّٰهُۜ". Dilerse muhâsebe eder, böyle düşündüğün için. Ama yapdın yapmadın, ayrı. Allah hepsini bilicidir. "İttekullah". Allah'dan korkacaksın. Çünkü müttakî olduğun müddetçe Allah seni hidâyete eriştirecek, yükseltecek. Zîrâ Kur`ân-ı Azîm, "هُدً ى لِلْمُتَّق۪ينَۙ hüden lil müttakîn"dir, müttakîlere hidâyet eder. Ne demek yani? Hakk rızâsını arayanlar. Ne kadar Hakk rızâsını ararsan, o vakit Allah seni yüceltecek, yükseltecekdir. Sonra gene, "وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ vettekullah ve yuallimükümüllah, benden korkunuz ki size öğreteyim, bilmediğinizi bildireyim, görmediğinizi göstereyim, işitmediğinizi duyurayım" diyor. "Bilmediğinizi size öğreteyim" diyor Hazret-i Allah Celle Celâluhû Hazretleri. Geçelim. 

"Yâ eyyühellezîne âmenû". Kıymetini bildin mi îmânın şimdi? Bütün kalbin bununla titresin, müslüman, mü'min, âşık-ı sâdık! Bu kelime söylendiği vakit titresin. Neden biliyor musun? "Âkıbetimde îmânımı kurtaramazsam ne olurum?" diye düşün. Bu düşünceyi senin kalbine koysunlar. Diyor ki Said-i Hudrî Hazretleri, "Bir kimse îmânsız olarak ölmekden korkmazsa, kalbinde böyle bir haşyet yoksa, o adam îmânsız çene kapar" diyor . Onun için bak dikkat buyurunuz, bir günde sünneti, farzı, vâcibiyle beraber kırk rekat namaz vardır, her rekatda "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm" diyoruz. Manâsı, "Yâ Rabbi, senin rızâna varan, sana varan yolda bizi sabit-kadem eyle, ayaklarımızı kaydırma, îmanla bizi yaşat, îmânla öldür, sâlihlere ilhâk eyle" diyoruz. Kalbin titreyecek îmân meselesinde. Gecede ve gündüzde, akşamda ve sabahda muhakkak sûretde, "Yâ Rabbi, îmânımı bana yoldaş et, benim rûhumu îmânsız kabzeyleme" diye Allahâ ilticâ et. Çünkü en mühim davâ odur. Îmânsız göçenler için, bütün dünyâ arkasından hayır hasenât yapsınlar, hiç bir faydası yokdur. Îmânlı göçerse, günhakâr da olsa, suçlu da olsa, şefâat-i Kur`ân, şefâat-i Resûlullah, şefâat-i evliyâullah, şefâat-i şühedâ, şefâat-i sulehâ ile nârdan kurtulabilir. Ama îmânsız göçerse, Allah muhâfaza, ebedî bu'diyyete gider ki ebedî felâketdir. 

"يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ yâ eyyühellezîne âmenü't-tekullah". Hakk'dan korkunuz. 

" وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ ve'l-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Her nefis yarınki gün için ne hazırladı. Her nefis, herkes yani. Yarınki günün manâsı, ister dünyâ ister ukbâ, yarın için ne hazırladı? Bugün suç yapdınsa devlete karşı yarın belki yakalanabilirsin. Düşün! Âhiret âlemi için de böyle. Yarın için ne hazırladın! Bir güne geleceksin ki, yakın bir zamanda, yakın bir zamanda! Delikanlı! Gençliğine güvenme, biz de gençdik. Biz de mahallede oynuyorduk vaktiyle, bizim de anamız babamız vardı, biz de muhabbetle okşanıyorduk. Şimdi onlardan dûr olduk. Yakın bir zamanda sen de öyle olacaksın. Buraya gelenler, yollarını kaybedecekler. Bilen, bildiğini unutacak. Parasını saymayı beceremeyecek, o hâle gelecek, çok yaşarsa. Çok yaşamak da iyi değil, sevdiklerini kaybedeceksin. Çocuğunu kaybedersin, kızını kaybedersin, anneni babanı kaybedersin, evladlarını kaybedersin. 

Düşün bir defa bak, yarın için ne hazırladın, yarınki gün için? Yarınki gün için ne hazırladın? Yarından murâd, ölümdür. "Küllü âtin karîb, her gelici yakındır". Hayat çok çabuk geçer. Velev ki bin sene olsun, velev on bin sene olsun, çok çabuk geçicidir. Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretlerinin yarından murâdı, kıyâmet günü, ölüm günü için söylüyor. Evvelâ ölüm sonra kıyâmet günü için. Ne hazırladın yarın için? Soruyorum. Düşün, tefekkür eyle. Kıyâmet günü için ne hazırladın? Ne yapdın? İyiliğine ve kötülüğüne bak. Pazara çıkdın, eline bir heybe verdiler, hiç düşünmüyorsun, doldurduğun şeyleri, sana yarar mı yaramaz mı. Akrep buluyorsun, koyuyorsun, yılan buluyorsun koyuyorsun. Alacağın şeylere iyi bak, torbanda akrep filan götürme. Amelini beraber götüreceksin buradan âhiret âlemine. Ne yaparsan oraya götüreceksin. Bir misâl verelim. 

Huzûr-ı Saâdet'e bir kadın geldi. Bir kız. Meşârık-ı Şerîf'in şerhinde vardır. Kolu kurumuşdu. İyi dinle! Dedi, "Yâ Resulallah, bu akşam ben bir rüyâ gördüm, rüyâdan sonra kolum kurudu benim". "Ne gördün kızım rüyâda" dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. Dedi ki, "Yâ Resûlallah, benim babam çok sahî bir insandı", sahî demek cömert demek, "annem de çok tamahkâr idi. İkisi de dünyâda bekâ bulmadılar, gitdiler âhirete. Bu akşam rüyâda annemi gördüm, kendisini nâra atmışlar, cehenneme. Bir elinde ufak bir yağ parçası ile, diğer elinde bir paçavra, kendisini ateşden korumaya çalışıyordu. Cehennem ateşi hücûm ediyor, o bir yağ parçasıyla bir de paçavra, onunla kendisini korumaya çalışıyordu. Sonra ben sordum, 'Babam nerede anne?' dedim, 'O cömert insandı, onun makâmı cennât-ı âliyâtdır' dedi. 'Bu elindeki nedir?' diye sordum, 'Hayâtımda fukarâya ihsân etdiğim, verdiğim, bütün cömertliğim bu işte, bir yama parçasıyla, bir parça yağ verdim fukarâya, Allah bana bugün onu verdi, onunla kendimi korumaya çalışıyorum burada'. 

Anlayabildik mi acaba, anlatabildik mi? 

'Peki babam?', 'Baban cennetde'. Gitdim bakdım, babam kevser şarabının yanında durmuş. 

Şarap deyince, sen meyhaneci Agop'un şarabı zannetme hâ! Çünkü gençler öyle anlıyorlar şimdi. Şarap, Arapça hamr. Şarap demek, içecek, içecek. 

Orada durmuş, halka o Kevser şarâbından ihsân ediyor. Dedim ki, 'Baba, annemin hâlini biliyor musun?', 'Biliyorum evlâdım ama ne yapalım burası dünyâya benzemiyor, yerlerimiz ayrıldı şimdi'.

Yaaa! Yakın bir zamanda ayrılacağız orada, kıyâmet gününde. "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn". Bu âyeti işittiğin vakitde titre ve ağla âşık-ı sâdık! Manâsı şu :"Ey mücrimler, has kullarımdan ayrılınız!" diyecek Allah. Bir de bakacaksın, evlad babadan, baba evladdan, ana evladdan ayrılacaklar, ağlaya ağlaya. Bitdi, ayrıldı. Ebediyyen ayrılmak yani. 

'Annem ne olacak?', 'Ne yapayım evlâdım, dünyâya benzemiyor burası, nasıl yardım edelim, herkes ameliyle başbaşa kaldı'. 'Ama pek susuz, yalvarıyor orada ateşin içerisinde'. 'Veremem evlâdım. Dünyâda olsa vereyim, hepsini vereyim içsin ama burada izin yok. Allah'ın emrindeyiz burada, irâde-i cüziyye diye bir şey yok. Burası böyle'. Ben doldururum dedim, doldurdum oradan bir tas, o Kevser şarâbından, koşdum cehenneme anneme su götüreyim diye. Çünkü inliyordu su diye yalvarıyordu. Arkamdan bağırdılar, 'Kolun kurusun' diye bağırdılar. Uyandım ki kolum kurumuş Yâ Resûlallah diyor. Sallallahu aleyhi vesellem, buyurdular ki, "Yâ Rabbi, eğer bu kızın anlatdığı rüyâ doğru ise, bunun koluna şifâ ihsân inâyet buyur" dedi Cenâb-ı Peygamber ve kolu iyi oldu kızcağızın. 

Bak gördün mü? Yarın için ne hazırladın, soruyorum!

Başda muhabbet hâ! Kadında muhabbet olsaydı belki paçayı kurtaracakdı. Çünkü Muhammed Mustafâ ile beraber olacakdı, Allah ayırmaz çünkü. Kim kimi seviyor onunla berâber. 

Haydi düşün bakalım, yarın için ne hazırladın? Halbuki bizimki tersine. Bizimki tersine. Sırtımızda suç almış yürümüş. Beş kuruş için, hiç kıymeti olmayan nesne için komşumuzu kırıyoruz, anamızı, babamızı, evlâdımızı, komşularımızı, sevdiklerimizi incitiyoruz. Şunu düşün müslüman, bak geçen hafta gene söylemişdim, sizi tefekküre davet etmişdim. Hepiniz bilirsiniz ama tekrar tekrar söylüyoruz bunu. İnsan günde bir günah işlerse, bak düşününüz, senede 365 günah yapar. On senede 3650 günah yapar. Bir tâne işlerse eğer. İster büyük ister küçük. Ya on tâne işlerse? Ki biz on tâne, yüz tâne, bin tâne de yapıyoruz gâlibâ. Bir düşün hâlini! 

Sevâb da böyle. Beş vakit namaz kılıyorsan, namazı namaz diye kılıyorsan ne mutlu sana! Malûm ya, bir çok insan namazı kendi kötülüğüne âlet eder. O adam namaz kılmaz o. Namaz onu Allah'a yaklaştırmaz, uzaklaştırır Allah'dan. "اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ inne's-salâte tenhâ ani'l-fahşâi ve'l-münker". Eğer namaz seni Allah'a yaklaştırmıyorsa, namaz kıldığın müddetçe helâli haramı ayırmıyorsan, namaz kıldığın müddetçe Hakk rızâsına tâlib olmazsan, sahtekârlığa devâm edersen, o namaz seni Hakk'a götürmez, belki Allah'dan uzaklaştırır. Hadîs-i şerîfin meâlini söylüyorum yani. Onun için namazı namaz diye kıl ki o namaz ki sana fâide verdi, seni kötülükden kurtardı, seni yükseltdi, yüceltdi, o namaz namazdır işte, o burakdır o, ona bindin mi, buraka, cennete çabuk vâsıl olursun. Mü'minlerin burakı namazdır. Burak berkden gelir. Berk yıldırım manâsınadır. Hakkıyla namaz kılan kişi, çok çabuk Hakk'a vâsıl olur. Çünkü namazda abdiyyet ile mabûdiyyetin birleşdiği bir ândır namaz. Allah ile kul birleşiyor yani namazda. Mekândan münezzeh olarak. Onu ben sana burada anlatamayacağım şimdi.

Ne hazırladın yarın için?

Bir çok zevât, yapdıkları efâl ü harekâtı yazarlar idi. Bildiğini ama. Sen bir suçu işlersin de senin için suç sayılmaz, Hakk gene kaydeder onu. Sonra kıyâmet gününde önüne koyarlar. "وَكُلَّ اِنْسَانٍ اَلْزَمْنَاهُ طَٓائِرَهُ ف۪ي عُنُقِه۪ۜ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ كِتَابًا يَلْقٰيهُ مَنْشُورًا اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ ve külle insânin elzemnâhü tâirahû fî 'unukihî ve nuhricu lehû yevme'l-kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ, ikrâ' kitâbek". Yapdığın işler, söylediğin sözler, hepsi bir şekle girecek yevm-i kıyâmetde. Söyledik ya az evvel. 

Düşün, ne hazırladın? Hayır hasenâtdan ne hazırladın? Beş vakit namaz kılarsan, dîninin direğidir senin. Dînin direği namazdır. Resûlullah'ın gözü nûru gene namazdır. Namaz, Hakk'ın en sevdiği ibâdetlerden bir tânesidir. Namaz, bütün semâvâtda bulunan melâikenin ibâdetinin cemidir. Namaz, mü'minin mi'râcıdır. Namaz, Resûlullah'ın gözü nûrudur. Ama namazı namaz diye kıl. Eğer kendi kötülüğüne namazı âlet ediyorsan, felâket! O vakit sevâb sûretinde günah irtikâb etmiş olursun. Müşteri geldi dükkânına, namaz kıldığını göstereceksen, o vakit namaz gitdi, olmadı. 

Hani diyor ya Bayezid Bistâmî Hazretleri, bir zâtın evine ben vâsıl oldum. İyi dinle mürâî! Sofra kurulacak oldu, hâne sâhibi çocuğa dedi, "Sofrayı getir". Çocuk dedi, "Hangi sofrayı getireyim?". O dedi ki, "Mekke'den getirdiğim sofrayı". Eyvâh! Hac gitdi. Niye? Çünkü hacı olduğunu göstermek için söyledi sözü. 

Lüzûm yok. Gizle, gizle. İbâdetini gizle, gösterme. İnsan sevgilisiyle tenhâlarda buluşur, ortaya çıkmaz, ayıpdır. Ferâiz-i ilâhiyyede gizlilik yokdur. Meselâ beş vakit namaz. Ezan okunuyor, câmiye çıkarsın, namazı cemaatle kılarsın filan. Ama nevâfil ibâdetlerini gizle, gösterme. Sakla, sakla! Cevherini sakladığın gibi sakla. Hakk bilsin onu. Sana ister kötü desinler, ister iyi desinler. Sen kötüysen sana iyi demekle sen iyi olmazsın. Sen iyiysen herkes sana kötü dese, sen gene kötü olmazsın. Hakk katında iyi olmaya çalış, Allah indinde iyi olmaya çalış. Kulların dediğine bakma. Kullar derler senin için benim için, aldırma, desinler. 

Hazret-i Mûsâ şikâyet etmiş Cenâb-ı Allah'a, "Yâ Rabbi, kullar benim aleyhimde bulunuyorlar" demiş. Demiş, "Yâ Mûsâ, etden kandan halk olundun, sen onların cinsindensin, senin aleyhinde konuşuyorlar. Senin hakkında nasıl onların dillerini keseyim, onları ben yokdan vâr etdim, benim de aleyhimde konuşuyorlar" demiş. Çünkü Allah'ı şikâyet ediyor öteye beriye. Geçiyoruz.

" وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ ve'l-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Yarın için ne hazırladın? Yarınki gün için? Ölüm, ölüm, ölüm! Çabuk gelici. Hemen geldi kapıya. Hemen geldi. Geldi mi gitmez gerisi geriye. Meğer ki Hakk'ın âşıkı olasın, Allah seni seve. Eğer Allah seni seviyorsa, sen Allah'ı, Resûlullah'ı seviyorsan, Azrâil gibi bir melek dahi, senin yanına edeble gelecekdir, emr-i ilâhî ile. "Git o kulumun yanına, edeble git Yâ Azrâil". Hattâ hattâ gelir Melekü'l-mevt de, vücûd müsaade etmez rûhu kabz eylemeye. Hangi kuldan bahsediyorum? Benden değil hâ! Hakk ile Hakk olmuş, kendi özün bilmiş, Hakk'da fenâ bulmuş kul. Aşkullah ile kalbi dolmuş, muhabbet-i Resûlullah'da yok olmuş kişi. Geliyor, rûhunu kabz etmeye. Ayak diyor ki, "Müsaade etmeyiz sana". "Neden?". "Bu ayak mescide gitdi, mesicde. Câmiye gitdi, hayra gtidi, hayra koşdu gitdi, gazâda bulundu, düşmana karşı sâbit-kadem oldu. Buradan sana yol yok. Bu binâyı sana yıkdırmayız". Ele gelir, el de müsaade etmez, der ki, "Buradan sana yol yok. Bu yetîm okşadı". Yetîm okşamış, yetîm okşamış. Kabetullah'a el sürmüş. Hacerü'l-Esved'den bahsetmiyorum hâ! O taşdır, bir mübârek taşdır. Bazı Hacerü'l-Esved gibi insanlar vardır, dokunursan eğer, Hakk'ın rızâsını bulursun. Hayr ile ama. Bir de vurursan, nâra gidersin. "Sana yol yok buradan". Göze gelir, göz der ki, "Müsaade etmeyiz". İbretle bakmış kâinâta. 

Bir göz ki olmaya ibret anın nazarında
Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde

"İbretle bakdı Kur`ân'a, kâinâta ibretle bakdı, Hakk'ı gördü bu göz. Sana müsaade yok". 

Kulak der ki, "Hakkı dinledi, hakdan zevk aldı bu kulak, sana müsaade yok". 

Ve Melekü'l-mevt, o koca melek, âciz kalır, huzûrullaha varır, makâm-ı malûmuna, Allah için mekân yok. Der ki, "Yâ Rabbi, emretdin rûhunu kabz eylemeyi, fakat müsaade etmiyorlar". "Evet, müsâade yok. O bana âşık, ben ona âşığım. İsmimi yaz benim, Allah de kâfî. Allah de rûhunu teslîm eder". 

İşte, "yâ eyyetühe'n-nefsü'l-mutmainne ircı'î ilâ rabbiki râdıyeten merdıyye" buna işâretdir. Geçiyoruz. Bugün yeter bu kadar, tamam.

Yâ Rabbi, bizi buradan boş çevirme. Son nefesde îmân ile, Kur`ân ile göçür, sâlihlere ilhâk eyle. Cehennemin nârından, mahşerin şiddetinden, kabrin vahşetinden emîn eyle. Bizi Muhammed'inden ayırma Yâ Rabbi.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâû ilâ tarîkin müstakîm.


Efendi Hazretleri, târihini tam olarak tesbit edemediğimiz bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.

1 yorum:

  1. İnanmak ve güvenmek ne kadar güzel.. Hissettirene bin şükür.. 🌹🤲🏻

    YanıtlaSil