Sayfalar

23 Mayıs 2025 Cuma

Tercümânü'l-Eşvâk - Muhyiddîn İbn Arabî

Şeyhü'l-Ekber Hazretlerinin aşk üzerine îrâd buyurdukları şiirlerden müteşekkil bir eserdir bu. Çoğu gazel formunda 61 şiir vardır bu eserde. Bu şiirlerin yazılmasına sebeb olan kişi, Makâm-ı İbrâhim imâmı Şeyh Ebû Şucâ Zâhir bin el-Rüstem bin ebi'r-Recâ el-Isfahânî nâmındaki hadîs âliminin Nizâm adındaki kızıdır. Hazret-i Şeyh 598 senesinde Mekke'ye geldiğinde, bu âlimden çok istifâde etmiş hattâ kendisinden Tirmizî'nin Sünen'i için icâzet almışdır. 

Hazret-i Şeyh Nizâm nâmındaki kızı Kabe'de görmüş, ona hayrân olmuş ve ondan aldığı ilhâm ile yazmışdır bu aşk şiirlerini. Şiirler, zâhirde emsâlsiz güzellikdeki bir hanıma yazılmış gibidir ama hakîkatde ilâhî aşkın mecâzî yolla ifâdesidir. Bu inceliği bilmeyen bir takım nâdânlar Şeyhü'l-Ekber Hazretlerine dil uzattıkları için Hazret-i Şeyh eserine bir de şerh yazmışdır sonradan. Bu şerhde şiirlerindeki mecazları ve remzleri îzâh etmişdir. 

Eserin yazılmasına sebeb olan hanım, yalnız zâhirî güzelliği ile değil, ondan daha çok nûrâniyyeti ve rûhâniyyeti ile etkilemişdir Hazret-i Şeyh'i. Zîrâ maneviyyâtda yüksek bir derecesi vardır bu hanımın, bir veliyyedir kendisi. Bakınız Şeyhü'l-Ekber Hazretleri onu nasıl tarif ediyor:

Allah kendisinden razı olsun, bu şeyhin bekâr bir kızı vardı. Boylu poslu, genç ve güzel bir kızdı. Onu görenler hemen ona tutulurdu. Bulunduğu yeri bir çiçek gibi süslerdi. Etrâfında bulunanlara sürur verirdi. Kendisini seyredenleri hayrân bırakırdı. Bu kızın adı Nizâm, lakabı ise Aynü'ş-Şems ve'l-Bahâ idi. Kendisi âlimdi, bilgiliydi, aynı zamanda âbiddi, ibâdete çok düşkündü, seyahat etmeyi de çok severdi, zühd sâhibi idi. Mekke ve Medîne'nin önde gelen sîmâlarındandı. Hiç şübhesiz, emîn beldenin yani Mekke'nin yetişdirdiği mümtâz bir şahsiyyetdi. Dış görünüşü itibariyle Iraklıları andırırdı. Bazen uzun konuşur, en ince teferruata kadar inerdi. Bazen de az ve öz konuşurdu. Edebî ve fasîh konuşmaları, gâyet belîğ ve sarîh idi. Eğer nutuk îrâd edecek olsa, Kuss bin Sâide onun yanında hiç kalırdı. Cömertlik yapacak olsa, Ma'n bin Zâide ona yetişemezdi. Eğer vefâ gösterse, Semevel onun yanında adımlarını geri çekerdi, vefâsızlığın belini bükmüş, sınırlarını çokdan aşmışdı.

Eğer nefisleri çabucak ve kolayca kötülüğe kayan, zayıf, hasta rûhlu, bozuk, kötü düşünceli, nâmus hissi körelmiş insanlar olmasaydı, Allah'ın yaratılış sırasında ona bağışladığı bedenî ve ruhî güzellikleri, ahlâk ve tabîat güzelliklerini bir bir açıklardım. O, gökdeki bembeyaz bulutlar gibi güzeldi. Bir çiçek gibiydi. Âlimlerin güneşiydi, gözbebeğiydi. Edebiyatçıların çiçek tarhıydı, gül bahçesiydi. Ağzı mühürlü bir hokkaydı âdetâ, inci gerdanlığın bir parçasıydı, zamanının emsâlsizi, çağının en değerli kızıydı. Cömertliği bol, himmeti yüceydi. Ana babasının sevinciydi, yöresinin efendisiydi, bulunduğu meclisin en şereflisiydi. Evi Mekke'nin Ciyad semtindeydi. Evi mahallenin gözbebeğiydi, âdetâ bir gönül merkeziydi. Tıhâme onunla aydınlanırdı. Bahçedeki çiçekler ona yakın, ona komşu olduklarından dolayı tomurcuklarını açarlardı, onun letâifinden ve inceliklerden ötürü, marifet çiçekleri etrafa kokular yayardı. Üzerinde meleklerin izleri vardı, meliklerin sâhib olduğu kuvvetler vardı.

Hazret-i Şeyh bu eserdeki şiirleri hakkında şöyle buyuruyorlar :

Bu kitâbda hangi isimden söz etdiysem, hepsi ondan kinâyedir, hangi evi tasvîr edip anlatmışsam, hepsinde onun evini kasd etmişimdir. Ne var ki, bu kitâbda yazdığım bütün şiirlerde dâimâ içime doğan ilâhî vâridâta ve gönlüme inen rûhânî tecellîlere ve ulvî tenâsüblere îmâlarda bulundum. Bunu da biz sôfîlerin usûlüne göre remzlerle yapdım. Çünkü, "وَلَلْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لَكَ مِنَ الْاُو۫لٰىۜ" . Allah razı olsun ondan, o da benim işâret etdiğim husûsları çok iyi biliyordu. Kuşkusuz şiirlerimin asıl sırrı, manâsı budur. Bunları ancak iyi bilen biri sana anlatabilir. Bununla birlikte, Allah hem bu kitâbın bu kısmını, hem de Dîvân'ın öteki şiirlerini okuyanların kalbinden, şerefli, soylu, yüksek karakterli, üstün meziyetli insanlara lâyık olmayan ve ilâhî husûslara uygun düşmeyen çirkin şeyleri geçirtmesin. Âmîn.

Hazret-i Şeyh şu şiiriyle de îzâh ediyor maksadını :

Nice sırlar vardır bunda nice nûrlar var pırıl pırıl parlayan
Ne yüce sırlardır bunlar gök kervanlarınca ona taşınan
Benim gönlüm için ya da gönlü olanlar için
Benim gibi ilim ve irfân şartlarına sâhib olanlar için
Bu öyle bir sıfatdır ki öyle kudsî öyle ulvî
Sıdkımdan dolayı gösteriyor derecemi
Öyleyse ey okuyucu zâhirine bakıp da sakın aldanma
Zorla kendini çalış çokça bâtınını ara sırlarını kavra

Hazret-i Şeyh, bu şiirlerdeki remzleri ve mecazları îzâh etmek üzere kaleme aldığı Zehâiru'l-A'lâk nâmındaki eserini yazma sebebini de şöyle anlatıyor :

Mekke'de yazdığım bu Tercümânü'l-Eşvâk için bir şerh yazdım. Bunun sebebi şudur. Haleb şehrinde bulunan dostlarım el-Mesûd Ebû Muhammed Bedr bin Abdullah el-Habeşî el-Hâdim ve el-Velid el-Barr Şemsüddin İsmail bin Sevdekin en-Nûrî'nin istekleri üzerine bu şerhi yazdım. Şemsüddin fakîhlerden birinin bu eseri inkâr etdiğini, tenkid etdiğini duymuş. "Şeyh'in Tercümânü'l-Eşvâk'a yazdığı önsözde, bu kitâbda gazel tarzında yazdığı aşk şiirlerinde ilâhî ilimleri, sırları ve hakîkatleri kasd etdiği doğru değildir. Şeyh, bunları kendisine aşk şiirleri yazmış denilmesin ve dîn ve takvâ konusunda böylesine meşhûr birisine aşk şiirleri yazdı denilmesin diye yazmışdır" şeklinde konuşulduğunu duymuş. Allah her şeyi en iyi bilendir. İsmâil bunları duyunca çok üzülmüş. Duygularını, teessürlerini gelip bize de aktardı. Bu sebeble, ben de bu kitâbın şerhini Haleb'de yazmaya başladım. Yazdığım şerhin bir kısmı bazı fakihlerin ve kelâmcıların huzûrunda bizim kaldığımız evde Kemalüddin Ebu'l-Kasım bin Necmüddin Kadı İbn el-Adim tarafından sesli olarak okundu. Sonra biz seyahate çıkdık. Kusuru ve eksiğiyle birlikte yukarıda zikredilen tarihte bu şerhi tamamladık. Bizi tenkid eden kişi bu şerhi duyunca Şemsüddin İsmail'e gelip, "Bundan böyle, günlük dilde kullanılan alışılmış sözlere ve kelimelere tasavvufî manâlar yükleyen ve bu sözlerle ilâhî ilimlere işâret etdiğini ileri süren, tarîkat ehlinden hiçbir sôfî hakkında artık şübhe duymam, hakkında kötü düşünmem mümkün değildir" demiş. Benim hakkımda da hüsn-i zan sâhibi olmuş ve hakkımda kötü düşünmeyi bırakmış. İşte, Tercümânü'l-Eşvâk'a bir şerh yazmamın asıl sebebi budur.

Bir de misâl verelim Hazret-i Şeyh'in şiirlerinden :

Kalbim her sûreti alacak hâle geldi
Onun için gâh âhular otlağıdır gâh râhibler manastırı
Gâh puthânedir gâh tavâf edenlerin ka'besi
Gâh Tevrat levhalarıdır gâh Kur`ân sahifeleri
Dîn muhabbet dînidir ne tarafa yönelirse kervanı
Dîni dînim îmânı da îmâmımdır benim

Burada kalbin, tehavvülüne, tebeddülüne işâret vardır. Bazen olur ki sevgiliyi keşişlere benzetir, o vakit kalb manastır olur. Bazen kalb, beşerî arzulara ve isteklere yönelir, o zaman puthâne gibi olur. Eğer kalb ulvî hislerle dolarsa, Allah'ın zikriyle meşgûl olursa, tecelliyât-ı ilâhiyyeye mazhar olursa, Ka'be gibi olur, Kur'ân sayfaları gibi olur. Eğer makâm-ı mûseviyyetden bir tecellî vâki olursa kalbe, o vakit Tevrat levhaları gibi olur. 

2 yorum:

  1. Muhyiddîn İbn Arabî Hazretleriyle(KS) ilgili bu bilgiyi ilk defa duyuyorum,yitiğimi aldım.Şiirlerini yazma sebebini çok sevdim.Müthiş!
    Allah sayılarını çoğaltsın!

    YanıtlaSil
  2. "Çokça bâtınını ara sırlarını kavra..."

    YanıtlaSil