Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki adlı eserinde buyuruyorlar ki :
Gerçek aşk, gerçek sevgi, gerçek âşıkdaki üç hâl ile belli olur :
- Âşık olan kimse, âşık olduğu kimsenin her sözünü, her arzusunu her emrini başına tâc, derdli gönlüne ilâc bilir, bunu kendisi için en büyük nimet ve devlet sayar ve derhal yerine getirir. Başkalarının sözlerine ve isteklerine dâimâ tercih eder.
- Dâimâ ma'şûkunun yanında bulunmayı ve ondan hiç ayrılmamayı, başkaları ile birlikte bulunmaya her zaman tercih eder.
- Ma'şûkunun kendisinden razı ve hoşnûd olmasını başkalarının rızâsına tercih eder.
İmdi, eğer gerçekden Hakk âşıkı isen, Hakk kelâmını kul kelâmına her zaman ve her yerde tercih et. Eğer Hakk'ı seviyorsan, her hâl ü kârda O'nunla ol ve O'nu kendinde bul. Kalbinden, O'ndan gayrı ne varsa hepsini çıkar ve kalbine O'nun muhabbetinden gayrı hiçbir muhabbeti koyma. Dâimâ O'nun rızâsına tâlib ve cemâline râgıb ol.
Şunu da unutma! Aşk, perdeleri yırtmakdır. Aşk, sırları çözmekdir ve cemal-i Yâr'i burada görmekdir. Burada, cemâl-i Yâr'i göremeyen körler, yarın âhiretde de kör olacaklar ve cemâl-i Yâr'i göremeyeceklerdir.
Dinle Niyâzî'nin sözün,
Bir nesne örtmez Hakk yüzün
Hakk'dan ayân bir nesne yok
Gözsüzlere pünhân imiş
Aşk, dağları deldirir. Aşk, maksûda erdirir. Aşk, vecdi buldurur. Vecd ise, aşk u şevkin nefse gâlib gelmesi hâli olduğundan, zâkire zikrin tadını tatdırır. Bu öyle bir hâldir ki, o ânda zâkirin uzuvlarından birisi kesilse veya kopsa, aşk u şevk-i vecd ile zikreden cemâl-i lâ-yezâl'i müşâhede etdiğinden, o haz ve lezzet içinde acısını bile duymaz. Âşıkların ölümleri hâlinde de, cemâle vuslat bulunduğundan, rûhun vücûddan ayrılmasının acısını, âşık ma'şûku ile buluşmanın derin hazzı içinde duymaz.
HİKÂYE
Allah dostlarından birisi, Kabe-i Muazzama'da yüzü sararmış bir gencin ağlayıp inlediğini gördü. Yanına sokularak hâlini sordu. Genç, "Âşıkım" dedi. Hakk dostu, gencin hâline merhamet etdi, "Haber ver, her kim ise sana maşûkan olan kızı alıverelim" teklîfinde bulununca, genç gözyaşları arasında inleyerek şu beyti okudu :
Alâka eylemek zât-ı Hudâ'dan gayra zâiddir
Cemâl-i lâ-yezâl'e âşıkam Allah şâhiddir
Gencin, Hakk âşıkı olduğunu anlayan o zât-ı muhterem, "Ben de o mahbûba âşıkım" der demez, genç adam "ALLAH" diye bir sayha vurdu ve o ânda maksûduna erişdi, Rabbi ile görüşdü, matlûbu ile buluşdu. O Hakk dostu diyor ki, "Hemen üstünü örtdüm ve o mübârek cesedi kaldırmak üzere bir kaç kişi bulmak için Mescid-i Haram'dan dışarı çıkdım. Döndüğümde, o kutlu ve mutlu gencin naaşını bırakdığım yerde bulamadım. "Sübhânallah! Acaba ne oldu?" diye hayret ve taaccüble etrâfıma bakınırken, hâtıfdan bir ses geldi : "Ey dost! O âşıkı bulamadığına neden hayret ve taaccüb ediyorsun? Bu genç öylesine bir genç idi ki, onu aldatmak için Şeytan yıllarca aradı da dünyâda bulamadı. Cehenneme müekkel Mâlik aradı ve o da bulamadı. Cennete müekkel Rıdvân aradı, o da bulamadı. "Yâ Rab, lutfen ve keremen bu âciz kuluna bildir, şu hâlde bu genç adam nerededir?" deyince, "Bize olan aşk ve muhabbetinin ömrü boyunca her nefes artmasından, bize olan kulluk ve tâatindeki ihlasından, kendisinden nasılsa zuhûr eden isyân ve nisyânlara hemen tövbe ve istiğfârda bulunmasından ötürü, yegâne kudret sâhibi olan biz Azîmü'ş-Şân onu Hakk meclisi olan Melik-i Muktedir indinde ağırlanan sıddîklar zümresine ilhâk ve âşıklar dîyârında kendisine ikrâm eyledik" buyuruldu.
Âriflere, âşıkların nişân ve alâmetleri soruldu, şu cevâbı verdiler :
Âşıklar, insanlarla ihtiyaçları kadar konuşurlar. Çoğunlukla yalnız kalmayı tek ve tenhâda bulunmayı tercih ederler. Zîrâ kişi sevdiği ile başbaşa kalmak için can atar. Onlar, dâima tefekkürdedirler. Fazla konuşmakdan hoşlanmaz ve dâimâ sükûtu ihtiyâr ederler. Hakk'dan gayrı konuşulanı anlamazlar. Bir musîbete uğradıkları zaman üzülmezler, yanıp yakınmazlar. O musîbetin, Dost'dan geldiğini bilirler ve musîbet gibi görünen şeyin ihtivâ etdiği nimetleri görürler. Aşk-ı ilâhî onları almış ve onlar seve seve bu aşk ateşine dalmışlardır. Ayaklarının çıplak, başlarının açık, üstbaşlarının eksik olması onları kaygılandırmaz. Gözleri aşk-ı ilâhî ile giryân, sîneleri aşk ateşiyle püryândır. Hakk kelâmından gayrı kelâmı duymaz, Hakk zikrinden ayrılmazlar. Allahu Teâlâ'dan gayrı hiçbir şeyden korkmazlar. Her yerde Hakk cemâlini müşâhede ederler. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri ile ünsiyyet ederek yalnız ona münâcâtda bulunurlar. Dünyâ ehli ile dünyâ için çekişip çelişmezler. Aşk ve muhabbetlerini hiç kimse ile bölüşmezler. Onların maksûdu ancak Hakk'dır ve matlûbları da Hakk'ın rızâsıdır.
HİKAYE
Hazret-i Îsâ aleyhisselam, bir gün bir gencin bahçe suladığını gördü ve ona selâm verdi. Genç adam, Îsâ alayhisselâmı tanımışdı, "Ey Allah'ın Resûlü, Cenâb-ı Hakk'a duâ et, bana aşkından zerre kadar nasîb ve ihsân etsin" dedi. Îsâ aleyhisselâm, "Şunu iyi bilmiş ol ki, tâlibi olduğun zerre kadar aşkullaha tahammül edemezsin" buyurdu. Genç adam ısrâr etdi, "Öyle ise, zerrenin yarısı kadar bana aşkından ihsân buyursun" dedi. Hazret-i Îsâ Rûhullah, mübârek ellerini bârigah-ı ehadiyyete kaldırarak niyâzda bulundu, "Yâ Rab, bu gence aşkının zerresinin yarısı kadar bahş ve ihsân buyur" dedi ve oradan ayrıldı. Bir müddet sonra, Îsâ alayhisselâm yine oradan geçdi ve kendisinden Allah aşkının zerresinin yarısı kadar nasîb dileyen genci göremedi ve nerede olduğunu sordu. "Yâ Nebiyyallah, o genç adam, aşk-ı ilâhî ile dağlara çıkdı, çöllere düşdü, hâlinden ve âkıbetinden bizlerin de haberi yokdur" dediler.
Hazet-i Îsâ aleyhisselam, Cenâb-ı Hakk'a niyâzda bulundu ve o gencin kendisine gösterilmesini diledi. Vahy-i ilâhî ile, o gencin bulunduğu yer Îsâ aleyhisselâma bildirildi ve Îsâ aleyhisselâm derhal oraya gitdi. Genç adamın, sarp bir kayanın üstüne oturmuş ve tefekküre dalmış bulunduğunu görerek kendisine seslendi. Genç adam, cevâb vermek şöyle dursun, başını çevirip bakmadı. Îsâ aleyhisselâm, bu defa kendisinin kim olduğunu tanıtarak seslendi ve yine cevâb alamadı. İşte o zaman Allahu Zü'l-Celal ve'l-Kemâl Hazretleri, Îsâ aleyhisselâma vahyederek şöyle buyurdu : "Kalbinde, benim aşkımın zerre kadarının yarısı bulunan kimse, insanların seslerini nasıl işitir Yâ Îsâ! İzzet ve celâlim hakkıyçün, sesini işitdi de sana cevâb vermedi zannetme. O genci, testere ile kesseler, hiçbir acı duymaz. Ateşe atsalar, ateş onun canını yakmaz. Hattâ ateşin harâretini bile anlayamaz".
www.muzafferozak.com
Sen ne dersen başım üstünde yeri var,
YanıtlaSilBir gülüşün yeter, olur kışlar bahar.. 🌹