Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki isimli eserinde buyuruyorlar ki :
Aşk-ı hakîkîde gayûriyyet vardır. Ancak gayûriyyetle kıskançlığı ayırd etmek lâzımdır. Çünkü kıskançlık sıfatı, nâkıs olanda, gayûriyyet sıfatı ise kâmil olanda zuhûra gelir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz, Hazret-i Ömerü'l-Fârûk'a radıyallahu anh, "Ya Ömer! Sen, gayûrsun, ben senden gayûrum, Cenâb-ı Hakk da benden gayûrdur" buyurmuşlardır. Onun için gayûriyyet sıfatı makbûl ve memdûh bir sıfatdır. Bu sıfat, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinde kemâl sıfatıdır ve Habîb-i Edîbini terbiye ederek bu sıfatla sıfatlandırmışdır. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, kemâl sıfatları ile muttasıf ve bütün noksan sıfatlardan münezzehdir. Kulların da, Allahu Teâlâ'ya mahsûs bazı sıfatlarla sıfatlanmaları kendileri için en büyük bir nimetdir, devletdir.
Ey Hakk'a talib! Cenâb-ı Hakk ve Feyyâz-ı Mutlak Hazretleri gayûrdur. Sevdiği kullarının, zât-ı ulûhiyyetinden gayrısını sevmesini istemez. Zîrâ mahbûb-i aslî ve hakîkî ancak O'dur. Sevilmek, zât-ı ehadiyyetinin hakkıdır. Zât-ı ehadiyyetini seven âşıklar, O'ndan gayrı bir şeye gönül verseler, başlarına mutlakâ bir musîbet gelir. Onun için, Allahu Teâlâ'yı sevenlerin Allahu Teâlâ'dan gayrını sevmemeleri gerekir. Hiç değilse, sevdiklerinde Hakk'ı görmeleri îcâb eder. Esâsen O'ndan gayrı olmadığından, sevdiklerini Hakk'dan gayrı görmemelidirler. Bütün güzellikler, özellikler ve sevilen her şey O'nun eseridir. Eserini seven, elbette müessirini de seviyor demekdir. Bundan dolayı ârifler, eserle müessir-i hakîkîyi birbirlerinden aslâ ayırmazlar. Hazret-i Mûsâ aleyhisselâma, Tûr Dağından hitâb-ı İzzet zuhûra geldiği gibi, sevenin sevdiği de kendisi için Tûr Dağı mesâbesindedir. Sevdiğinde gördüğü güzellikler ve özellikler, mahbûb ve ma'şûk-i hakîkînin onun varlığında, onun vücûdunda zuhûrudur.
Onun için, eserde kalma, mü'essire gel! Esmâda kalma, müsemmâya gel! Kelimede kalma, ma'nâya gel!
Günlerden bir gün, Fahr-i Kâinât aleyhi ve âlihî efdalü't-tahhiyyât Efendimiz Hazretleri, torunları Haseneyn'i mübârek dizlerine oturtmuş, bâb-ı şefkatde onları okşuyor ve seviyordu. "O, benim parçamdır" buyurdukları kerîme-i duhter-pâkizeleri Hazret-i Fâtımetü'z-Zehrâ radıyallahu anhâ, o iki cennet gencinin gömleklerinin yakalarını dar dikmişdi. Her ikisinin de bundan müteessir ve müteezzî olduklarını gören nebîler serveri, o iki şehzâdenin yakalarının düğmelerini çözdüler. Bu sırada, sevgili torunlarına karşı olan muhabbetlerinin, Allahu Teâlâ'ya olan aşkları derecesine vardığını sezerek ürpermişlerdir ki, gerçekden gayretullaha dokunup o anda Cebrâil aleyhisselam elinde sarı, kırmızı ve siyah renkli üç şal olduğu halde nâzil oldu ve Habîb-i Edîb-i Kibriyâ'ya, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin selâmlarını teblîğ etdi ve emr-i ilahiyyeyi, daha doğrusu esrâr-ı sübhâniyyeyi açıkladı : "Ey Resûller Resûlü! Allah Azze ve Celle, zât- ı risâletpenâhîlerine selâmlarını bildiriyor ve buyuruyor ki, 'Beni seven, benim de kendisini sevdiğim, habîbim, ma'şûkum, nasıl olur da bana karşı, bana olan aşkı derecesinde aşk ve muhabbetle torunlarını, evladlarını öper. Bu sarı şalı Hasan'a, kırmızı şalı Hüseyin'e ve siyah şalı da Resûl-i Zî-şân'ıma gönderdim. Hepsi bu şallara bürünsünler'. Siyah, yas ve mâtem alâmetidir. Hasan zehirle ve Hüseyin hançerle şehîd edileceklerdir. Hasan'ı ağzından ve Hüseyin'i boynundan aşk ve muhabbetle öpdüğü için, kaderleri böyle tayîn edilmişdir" dedi ve makâmına çekildi. Filhakîka, iş sonunda aynen böyle oldu. İmâm-ı Hasan radıyallahu anh eşi eliyle ve zehirlenerek, İmâm-ı Hüseyin Kerbelâ Fâciasında hançerle başı kesilerek şehîd edildiler.
HİKÂYE
İbrâhim Edhem kuddise sırrahu'l-ekrem Efendimiz buyurmuşlardır ki :
Lübnan dağlarında bir zâta tesâdüf etdim. Bu zât, birlikte bulunduğumuz kırk gün içinde ne bir lokma ekmek yedi, ne bir damla su içdi. Bu acâib hâline bir türlü akıl erdiremedim. Nihâyet esrik bir deve peydâ oldu ve başına basıp ezerek bu zâtı öldürdü. Devenin çarpması ve ayaklarıyla basması sonucu gözleri yuvalarından dışarı uğramışdı. Hayretler içinde onun bu hazîn âkıbetini tefekkür ve tezekkür ederken, ilhâm-ı ilâhî ile şu haberi aldım : "Bana âşık olan, benden başkasına bakarsa, işte böyle başını ezdirir, gözlerini çıkarırım!"
HİKÂYE
İbrâhim Edhem kuddise sırrahu'l-ekrem Efendimiz, gönül tahtını mülk tahtına tercih etmiş ve Mekke-i Mükerreme'de mücâvir kalmışdı. Oğlu lehinde tahtından ferâgat ederek ülkesinden ayrılmasından sonra, aradan çok uzun yıllar geçmiş ve oğlu çok güzel ve yakışıklı bir delikanlı olmuşdu. Ülkesinin pâdişahı olarak hac farîzasını yerine getirmek niyyet ve gayretiyle Mekke-i Mükerreme'ye geldiğini öğrendiği oğlunu uzakdan olsun dünyâ gözüyle bir kerre daha görebilmek için Kabe-i Muazzama'yı tavâf edenleri gözden geçiren İbrâhim Edhem Hazretleri, kalabalık arasında oğlunu derhal tanımış ve kanı kaynamışdı. Bir ânda evlâdına olan aşk ve muhabbetinin Allahu Teâlâ'ya beslediği aşk mertebesine yükseldiğini farketdi ve oracıkda ağlayarak niyâzda bulundu : "Yâ Rab, aynı kalbde hem zât-ı ulûhiyyetine hem de yıllardır yüzünü bile görmediğim oğluma olan aşkı ve sevgiyi cem etmekden âcizim" demeğe kalmadı, mahbûb-ı hakîkî olan âlemlerin Rabbi, bu niyâzına icâbet buyurdu ve tavâfda bulunan genç pâdişah, oracıkda düşüp rûhunu Hakk'a teslîm eyledi.
Ey âşık-ı sâdık! Bilmiş ol ki, sevdiğinde Hakk'ı görebiliyorsan, şirkden kurtulursun. Yok, aşkı ikiye ayırırsan, el-iyâzü billah, şirkdesin. Allah aşkı, aslâ iştirâk kabûl etmez ve aynı kalbde hem Hâlık'ın hem mahlûkun aşkları cem olmaz. Malını ve evlâdını kendine muzâf kılarsan, bir musîbet onları Hakk'a izâfe eder. Hakk'dan bilirsen, müjdeler, beşâretler olsun, ne mutlu sana!
Her şey O'dur. Aşk O'dur. Âşık O'dur. Ma'şûk O'dur. Mahbûb, O'dur. Matlûb O'dur. Maksûd, O'dur. Ve O'ndan gayrı bir nesne yokdur. Gören O, görünen O. Özün O, sözün O, hep O, hep O'ndan.
www.muzafferozak.com
La ilahe illa Hû!
YanıtlaSil