Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki isimli eserinde buyuruyorlar ki :
Ey âşık-ı sâdık! Ehl-i hakîkat, aşka iktidâ ederek aşk-ı hakîkîye erişmişler, âşık-ı hakîkî ile buluşmuşlar ve onunla bâkî olmuşlardır. Bütün ilimlerin başı aşkdır. Bütün mahûkâtın başı aşkdır. Aşk için, âşık olunarak bütün bu mevcûdât, mükevvenât ve malûmât halk ve îcâd olunmuşdur.
Makâmdan geçersen, sâhib-i makâma erişirsin. Ma'şûk-ı hakîkî, aşkın ve âşıkın kendisidir. Aşkın evveli yokdur. Aşk, evvelin evvelidir. Aşk, âhirin âhiridir. Sonun sonu, zâhir ve bâtın aşkın tam kendisidir, zâtıdır. Her şey fenâ bulup mahvoldukdan sonra da aşk bâkîdir ve bâkî kalacakdır. Ebedîdir, ebedî olacakdır. Aşkın nihâyeti de yokdur.
Aşk, bir bahr-ı ummândır. Öyle bir umman ki, bu denizin ne dibi, ne sâhili, ne evveli, ne sonu ve ne de hudûdu vardır. Bu sırrı anlayabilmek nimetine mâlik olanlar, bu ihsân-ı ilâhiyyeye mâlik olabilmek lutuf ve bahtiyarlığına erişebilenler, ancak bu sırrı bilebilirler. Bu ilâhî aşk şarâbından içebilmek mutluluğuna erişenler, onu içmekle doymaz ve kanmazlar. İçdikçe harâretleri artar, susuzlukları gitmez. Aşka doymaz ve doyulmaz. Aşka kanmaz ve kanılmaz. Ebediyyen ebedî olan, aşk ve âşık ma'şûk olarak kalır. Zîrâ içen içmeğe doymadığı ve kanmadığı gibi, gören de görmeğe doyamaz ve kanamaz.
Yâ Rab, tevfîkini refîk ederek, kudret elinle bizlere aşk bâdesini sun ki, gönüllerimiz bir nefes bile senin aşkından ayrılmasın. Senin sevginden ayrı düşmesin. Seni sevenler, senin sevginden bir nefescik ayrı düşerlerse, artık onlar için yaşamak diye bir mefhum yokdur. Senin âşıklarına hayât-ı ebedî, hayât-ı sermedî, hayat-ı câvidânî, ancak sensin. Senin mübârek ve muazzez aşkındır. Gerçekde senden ve senin sevdiğinden gayrı hiçbir şey yokdur. Bizler, gaflet ve cehâletimiz netîcesi olarak, başka bir sıfatla seviyorsak, o sıfatı bizlerin gönüllerimizden ve gözlerimizden al, asıl kime aşık olmamız gerekdiğini bizlere bildir. Aşkın nasıl ve kime olacağını bizlere göster ve o zevki tatdır. Bütün sevgiler ancak sana, bütün aşklar senin içindir. Sana ve cemâl-i bâ-kemâline perde olan aşkların perdelerini yırtıp atmayı, gerçek aşkın tadını tatmayı, aşkımıza aşlk katmayı nasîb ve müyesser eyle ki, ma'şûk-ı hakîkînin kim olduğunu bilelim. İki cihânda da aşkınla bile olalım ve ondan hiç ayrılmayalım. Bizlere, bu sırrı öğretecek ve gösterecek de yine ve ancak sensin ilâhî.
Aşk-ı ilahi ile âşıka cehennem cennet olur. Aşk, nârı nûr eder. Cennete giren âşık, aşkın ile yandıkça cennet ona cehennem gibi olur. Aşk-ı ilâhî ile yananlar, ne cehennemin harâretini, ne de cennetin sayısız nimetlerini, ne de dünyâ ve âhiret âlemlerinin azâblarını ve lezzetlerini duyarlar. Onlar, ancak aşkı tadarlar, aşkı görürler, aşkı bilirler. Bizzat aşk olurlar. Ateşe düşen demir, yana yana kıpkırmızı ateş olduğu gibi, aşka düşenin kendisi de aşk olur. Onun için, bütün Hakk dostları, velîler ve hattâ nebîler, aşkı mürşid bilmişler, aşkı imâm edinmişlerdir.
"Ben yürürem yâne yâne
YanıtlaSilAşk boyadı beni kâne
Ne âkilem ne dîvâne
Gel gör beni aşk neyledi"
"İlm kesbiyle pâye-i rif’at
YanıtlaSilÂrzû-yı muhâl imiş ancak
Aşk imiş her ne var âlemde
İlm bir kîl u kâl imiş ancak"