Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki isimi eserinde buyuruyorlar ki :
Muhabbetin şiddetlisine aşk denilir demişdik. Muhabbet ise, sevgi, sevmek ve sevdiğinde yok olmak olduğuna göre, onun şiddetlisi olan aşk bir bakıma cünûn kısmının bir şubesidir. Aşk illetine tutulana da âşık denilir.
Âşıklar da iki kısımdır :
I. Mecâzî aşka tutulan âşık
II. Hakîkî aşka mübtelâ âşık
Aşk-ı hakîkîye mübtelâ olana âşık-ı billah denilir. Bunlar, Allahu Sübhânehu ve Teâlâ Hazretlerine âşık olanlardır. Bu zümre, bir kısım melekler, Allahu Azîmü'ş-Şân'ın peygamberleri ve onların mirascıları olan velîlerdir. Sulehâ-yı ümmetden olanlar da bu zümreye namzed olurlar.
Aşk-ı mecâzî, bir erkeğin bir kadına yâhud bir kadının bir erkeğe karşı aşırı derecede muhabbet etmesi ve sevdiğinde fenâ bulmasıdır. Şu var ki, aşk-ı hakîkîye de aşk-ı mecâzîden vâsıl olunur. Mecnûn, "Leylâ! Leylâ!" diyerek Mevlâ'sına kavuşmuşdur. Biraz yukarıda izâha çalışdığımız vech ile, Leylâ'da kalarak Mevlâ'sını bulmayan kimseye, acımak gerekir. Zîrâ Leylâ'sı Mevlâ'sına perde olmuş ve bir bakıma belâsını bulmuş demekdir.
Hikâyeleri dillere destân olan Mecnûn'un asıl adı Kays'dır Leylâ'ya olan aşk ve muhabbetinden ötürü kendisine Mecnûn adı, daha doğrusu lakabı verilmişdir. Mecnûn, Leylâ'yı öylesine bir aşkla severmiş ki, sevgilisinin köyüne vardığında, o köyde bulunan köpeklerin gözlerini ve ayaklarını öper ve bu hareketine engel olmak isteyenlere, "Dokunmayın bana, bu gözler Leylâ'yı görmüşdür, bu ayaklar, Leylâ'nın basdığı yerlere basmışdır. Onu gören gözler ve onun basdığı yerlere basan ayaklar benim için kutsaldır ve öpülmeğe lâyıkdır" dermişdir.
Kendisine, "Leylâ kara kuru ve çok çirkin bir kız, biz sana daha güzelini, âhû gözlü ve servi boylu bir Leylâ bulalım" diyenlere de şöyle cevâb verirmiş : "Siz, benim gözlerimle Leylâ'mı görseniz, bana böyle bir teklifde bulunmazdınız".
Mecnûn, deli demekdir. Kays, nâm-ı diğer Mecnûn da Leylâ'sının delisiydi. Ama ne var ki gerçekden âşık olanın da ma'şûkunu böyle sevmesi gerekirdi. Zîrâ herkesin yaradılışına ve istidâdına göre aşk ibtilâsı zuhûra gelir. Sûreti insân ve fakat sîreti hayvân olanlarda aşk, şehvet olarak tezâhür eder. Böyle behîmî duygularla aşka mübtelâ olanlar arzularına nâil olunca ma'şûkunu terkeder. Çünkü arzusuna muvaffak olmuş ve şehevî duygularını tatmin etmişdir. Bu, aşk değil, şehvet hırsı ve isteğidir. Bu gibiler, çoğu zaman âşık olduklarını sandıkları sevdiklerini rahatlıkla öldürebilirler. Aşk cinâyetleri başlıkları altında günlük gazetelere intikâl eden bir çok katil olayları, bütün dünyâda sık sık rastlanan ve aşk sûretinde tecellî eden şehvet düşkünlerinin ma'rifetleridir.
Âile müessesesinde, yani karı koca arasındaki aşklar, mücerred şehvânî arzuların mahsûlü ve netîcesi değildir. Behîmî duyguların çok ötesinde ilâhîdir ve mukaddesdir. Binâenaleyh kutsal âile müesssesindeki aşkı, yukarıda tarif etdiğimiz hayvânî duyguların zorlaması netîcesi zuhûra gelen sahte ve eğreti bağlılıklarla birbirine karıştırmamak gerekir. Aşk görünümünde tecellî eden hayvânî ve şehvânî bağlılıklarda, bazen kıskançlık o dereceye varır ki, kişi sevdiğini seveni rahatlıkla öldürebilir. Hattâ bir çoklarının sevdiklerini bile öldürdükleri her gün duyulup görülmekdedir. Buna şaşmamak lâzımdır. Zîrâ bu nevi aşklar, hayvanlarda dahi zuhûra gelebilir. Meselâ sâhibinin sevdiği başka bir köpeği evin köpeği kıskanır ve onu ısırmağa ve elinden gelirse efendisinden uzaklaştırmağa çalışır. Buna da muvaffak olamazsa, efendisini ısırmağa yeltenmesi dahi mümkündür ve vâkidir. İşte, köpeğin bu davranışı, aşk sûretinde zuhûra gelen kıskançlık mahsûlüdür. Bununla beraber, gerçekden âşık olan hayvanlar da vardır. Yırtıcı hayvanlardan bazılarının tabîata âşık oldukları tecrübelerle sâbitdir.
Aşk-ı hakîkîde gayûriyyet vardır. Ancak, gayûriyyetle kıskançlığı ayırdetmek lâzımdır. Çünkü kıskançlık sıfatı nâkıs olanda, gayûriyyet sıfatı ise kâmil olanda zuhûra gelir.
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Hazret-i Ömerü'l-Fârûk radıyallahu anha, "Yâ Ömer, sen gayûrsun, ben senden gayûrum, Cenâb-ı Hak da benden gayûrdur" buyurmuşlardır. Onun için gayûriyyet sıfatı makbûl ve memdûh bir sıfatdır. Bu sıfat, Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinde kemâl sıfatıdır ve Habîb-i Edîbini bu sıfatla terbiye ederek sıfatlandırmışdır. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri, kemâl sıfatları ile muttasıf ve bütün noksan sıfatlardan münezzehdir. Kulların da, Allahu Teâlâ'ya mahsûs bazı sıfatlarla sıfatlanmaları kendileri için en büyük bir nimetdir, devletdir.
www.muzafferozak.com
Kendisininde eserin sonunda duâ ettiği gibi,eserini okuyan âşıkları Rabbim aşkına lâyık eylesin!
YanıtlaSilEserin içindeki hazinenin farkına varıp,kıymetini bilecek olanı bu eserle buluştursun!
Kim kime vesile,kim neye vesile bilinmez!
Siz,eserde bahsi geçen devrânlara iştirâk ettiniz mi?
YanıtlaSilNew-York Kathedral'inde devran yapmışlar,inanılmaz! Bu kaç şeyhe nasip olmuşturki ve bu gerçekten çok ilginç.Kathedral sallanmış bir de bu kısmı çok güzeldi.
YanıtlaSil