Sayfalar

6 Ağustos 2025 Çarşamba

Bayezid Câmi-i Şerîfinde Sohbet - 5 Temmuz 1983


Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Bayezid Câmi-i Şerîfindeki bir Ramazan sohbetlerinde buyurdular ki :
Mekke-i Mükerreme'de bir Arap bana dedi ki, ileri gelenlerinden bir Arap, "Biz Türkleri" dedi... 

Malûm ya, kalabalık, üüüüü, yüz binlerce hacı geliyor, dünyânın her tarafından. Cezâyir'den, Tunus'dan, Fas'dan, Afrika'dan, Amerika'dan, Filipinler'den, Çin'den, Hind'den, Japonya'dan, Rusya'dan, her tarafdan. Rusya'dan da geliyor, azıcık, böyle beş altı kişi gönderiyorlar, numûne olarak. "Bizde de bunlardan var" diye. Efendime söyleyeyim. 
"Biz o kalabalığın içerisinde hangi cemmatin Türk olduğunu nereden biliriz bilir misin?" dedi bana o Arap... 
Arap deyince, siyahîler Arap değildir, onlar zencîdirler. Arap, beyaz olur, senin benim gibi beyaz olur. Biz kara kediyi Arap diye çağırırız, doğru değil. Geçen gün Arabın biri kızmış, bana geldi sordu, Cuma namazından sonra, dedi, "Türkler niye öyle yapıyorlar" dedi, "köpeği Arap diye çağırıyorlar, kediyi Arap diye çağırıyorlar" dedi. Dedim ki, "Siyah olduğu için Arap diye çağırıyorlar. Çünkü Türkler Arabın beyaz olduğunu bile bilmezler ekserisi" dedim. "Yani zencîleri Arap zannederler" dedim. "Onun için kusura bakmayın filan" dedim. "Ama bir de şunu söylüyorlar" dedi, "pis Arap diyorlar" dedi. "Nereye gidersek, pis Arap diyorlar bize" dedi. "Sen nerelisin?" dedim. "Iraklıyım". "Türkler size pis Arap diye söylemezler, kâfir Araplara söylerler" dedim. Kâfir Araplar var, hıristiyan Araplar var, onlara söylüyorlardır pis Arap diye. Hiç müslüman pis olur mu! 
Hani bazı adam diyor ya, "Ben pisim" filan diye. "Pisim misim" diyor, pis olma müslümanlar. Hattâ Resûl-i Ekrem, sallallahu aleyhi vesellem, Buhârî-i Şerîf'in beyânına göre, gidiyormuş Cenâb-ı Peygamber, Ebû Hureyre de yanındaymış O'nun, Ebû Hureyre...
Ebû Hureyre demek kedi babası demek. Kedileri çok sevdiği için, Efendimiz ona o lakabı vermiş. Halbuki islâmda lakab takmak, haramdır, günahdır. Ama lakabı takılan zât, o lakabdan hoşlanırsa câiz olur. Sevmediği bir lakabı takmak doğru değildir, islâmda harâmdır ve günahdır. Çok günahı vardır. Meselâ herife, lakab takmış, "Baldırı Büyük", "Koca Kıçlı". Yapma öyle şeyler. Sâhibi hoşlanıyorsa, o vakit müsaadesi var. Olmayınca, müsaadesi yok. Müslümanlık nezâket ve nezâfet dîni. 
Cenâb-ı Hazret-i Ali'ye de Cenâb-ı Peygamber lakab takmış. İsmine Ebü't-Türâb demiş, Hazret-i Ali'ye. Toprak babası demiş. Bir gün yatmış böyle Hazret-i Ali bir toprağın üzerine, toprağın üzerine yatmış İmâm-ı Ali, onun için Cenâb-ı Peygamber, "Kum Yâ Ebe't-Türâb" demiş, "Toprak babası kalk bakalım" demiş. Pek hoşuna gitmiş, "Yâ Resûlullah, beni bu isimle ansınlar" demiş Hazret-i Ali. "Beğendim ben bu bana takdığınız lakabı" demiş. Onun üzerine ona bu lakabı takmışlar. Hazret-i Ali'ye Ebüt-Turâb da denir.
Ebâ Hureyre'ye de, Kedi Babası demiş Cenâb-ı Peygamber, kedileri çok seviyormuş. Ben de kedileri çok severim. 
Gidiyorlarmış yolda, giderken, Ebû Hureyre birdenbire, yok olmuş yanından Cenâb-ı Peygamber'in. Anlatdığım şey Buhârî tercümesinde var yani. Bakmış Efendimiz Ebû Hureyre yok. Sonra gelmiş. Efendimiz, "Yâ Ebâ Hureyre, neredesin sen, nereye gitdin?" deyince, "Yâ Resûlallah" demiş "Ben pisdim" demiş, "yıkanmaya gitdim" demiş. ne demiş biliyor musun iki cihân serveri, sallallahu aleyhi vesellem, demiş ki, "Yâ Ebâ Hureyre, müslüman pis olmaz" demiş, "kâfirlerdir necis" demiş. "Müslüman necis olmaz" demiş. O bir manevî şey vardır, yıkanırsın, o ayrı davâ. İncelikleri var, filan filan. 

O adamcağıza pis Arap demişler bizim Türkler. Öyle kendini bilmeyenler var tabiî. Bir defa sevdiğimiz Arabî. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Allah'ın sevgilisi, Arap değil mi? Onun milletine dokunacak söz söylememeli insan, terbiyesini takınmalı. Hattâ bazı noksanlıkları dahi olsa, görmeyeceksin. Sevdiğin için. Yaaa! Bak görüyor musun, aşk öyledir, muhabbet öyledir. Görmez, noksânını göstermez. Ağzı leş gibi kokar onun, sevdiği için ağzının kokusunu duymaz seven adam. Sevmezse duyar. Onun için Resûl-i Ekrem'i sevenler O'nun kavmine söz söylememeli, böyle kötü sözler söylememeli. Resûl-i Ekrem'i kırar sonra. Cenâb-ı Paygamber kırıldı mı, o adamın işi harâbdır. Tâ yerden semâya kadar ibâdeti olsa, Resûl-i Ekrem'i kırdı mı, makbûl değildir onun ibâdeti. Aman Resûl-i Ekrem kırılmasın, sallallahu aleyhi vesellem. Onun için meselâ fasulye Ayşe Kadın fasulyesi olur mu! Peygamber'in nâmusu, Ümmü'l-Mü'minîn Hazret-i Âişe, fasulyeye konur mu ismi Ayşe Kadın diye. Bir şey değil o, ona isnâden koymamışlar onu ama edeb bakımından gene söylememeli. Edeb lâzım dîn-i islâmda. Edeb ve âdâb dînidir islâm dîni. Ağzından çıkanı kulağın işitecek.

Öyle söyledi, cuma günü namazdan sonra benim hutbe okuduğum câmi var şurada, o câmide. Adamcağız derdlenmiş, hep onun yaralarını tamîr etdim ben. "Benim sevdiğim Arabîdir" dedim. Kimdir o? "Resûl-i Ekrem'i severim" dedim. Allah sevmiş O'nu, ben niye sevmeyeyim. Allah'ın sevgilisi. Habîb-i Ekrem. Habîbullah. Bütün, cümle enbiyânın seyyidi, efendisi. O'nun hürmetine kâinât yaradılmış. "Levlâke levlâk lemâ halaktü'l-eflâk". Bu hadîs için mevzû filan diyorlar, manâ bakımından mevzû filan değildir o. "وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا رَحْمَةً لِلْعَالَم۪ينَ vemâ erselnâke illâ rahmeten-lil-'âlemîn" diyor Kur`ân'da Allah, görmüyor musun? 
Peygamber hakkında ne kadar âyet var Kur`ân-ı Kerîm'de. Hem de mühim âyetler. "اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ innellezîne yubâyiûneke innemâ yubâiûnallah, habîbim Muhammed, sana kim biât etdiyse, senin elini böyle tutduysa,  Allah'ın elini tutmuş gibidir" diyor Allahu Teâlâ. "يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ yedullahe fevka eydîhim, sizin eliniz üzerinde Hakk'ın eli vardır". Allah'ın eli böyle bizim elimiz gibi değildir. Öyle bir şey gözünün önüne getirme. 

Sonra? "مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ men yutı'ır-resûl, kim ki Resûl'e itâat etdi, فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ fekad etâ'allah, Allah'a itâat etdi". Yani Allah'ın habîbi Muhammed'e itâat eden Allah'a itâat etmiş olur. Kim Resûl-i Ekrem'e ihânet ederse, Allah'a ihânet etmiş olur. Yaaa! 

Gene Cenâb-ı Hakk, "قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُون۪ي يُحْبِبْكُمُ اللّٰهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ kul in küntüm tuhibbûnallahe, fettebiûnî yuhbibkümüllahü ve yağfirleküm zünûbeküm, vallahu gafurur-rahim" buyuruyor. Diyor ki, "Söyle kullarıma habîbim"....

Hiç katiyyen bir adam eğer Cenâb-ı Peygamber'in ismiyle Peygamber'i çağırsa, salavât vermeden, bütün yapdığı hayır hasenât ibtâl olunur. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellemin ismini okurken, bağırıp böyle, bazı hâfızlar bağırıyorlar ya bazen, "Yaaa Muhammeeeed!", sallallahu aleyhi vesellem. Kimi çağırıyorsun! Hep sıfatıyla söyleyecek. Allah Kur`ân'da hiç böyle hitâb etmemişdir Peygamber'e. Hiç "Yâ Muhammed" yokdur Kur`ân-ı Kerîm'de. Açın bakın. Dört yerde vardır, sıfatıyla beraber :

"وَمَا مُحَمَّدٌ اِلَّا رَسُولٌۚ vemâ Muhammedün illâ resûl". "مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ mâ kâne muhammedün ebâ ehadin min ricâliküm velâkin resûlallahi ve hâteme'n-nebiyyîn""هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ * مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ hüvellezî ersele resûlehû bi'l-hüdâ ve dîni'l-hakki li yuzhirehû a'le'd-dîni küllih, ve kefâ billâhi şehîdâ, Muhammedü'r-resûlullah". Bir de Sûre-i Muhammed'de vardır, o da sıfatıyla gene Cenâb-ı Peygamber'in. Allah, Resûl-i Ekrem'e hiç "Yâ Muhammed" diye hitâb etmemişdir, sallallahu aleyhi vesellem.

O tefsîrler de, irfansız adamların yazdıkları sözler onlar. "Yâ Muhammed bunu söyle". Yok öyle şey! Tazîm ediyor Allah Kur`ân'da. "Ta'zîmen li nebiyyihî ve tekrîmen li fehâmeti şâni safiyyihî fe kâle 'azze ve celle min kâilin muhbiran ve âmirâ. İnnallahe ve melâiketehû yusallûne 'ale'n-nebiyy yâ eyyühellezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ" Bitdi! Yaaa! Cenâb-ı Hakk tazîm ediyor Peygamberine de melekleriyle beraber Allahlığıyla Cenâb-ı Peygamber'e salât okuyor Allahu Teâlâ. Hazret-i Muhammed'i bu millet anlamadığı için böyle oldu, sallallahu aleyhi vesellem. Esmâ-yı Nebî'yi bir adam okudu mu, hemen salavât vermelidir. "Düşünemezsiniz, amelleriniz habt olunur" diyor âyet-i kerîmede. Terbiye! Terbiye!
"Mekke'den Medîne'ye kaçdı". Kim kaçıyor? Hazret-i Peygamber? Tüh! Öküz! Öküzden daha alçak herif! Peygamber kimseden korkmaz! Allah söylüyor, ben söylemiyorum ki. Kur`ân'da söylüyor. "الَّذِينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللَّهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ أَحَدًا إِلَّا اللَّهَ ellezîne yübelligûne risâlâtillâhi ve yahşevnehû velâ yahşevne ehaden illallah, dînimi teblîğ eden o zât-ı ekrem, hiç bir şeyden korkmaz, ancak benden korkar" diyor Cenâb-ı Hakk, o kadar.
Peygamber'in her yapdığı iş, her yapdığı iş, vahiyledir. Allah dedi ki, "Haydi Medîne'ye göçeceksin", Medîne'ye hicret etdiler. "Ebûbekir'i yanına alacaksın", gitdi Ebûbekir Sıddîk'ı yanına aldı. "Ali'yi yatağında bırakacaksın", Ali'yi yatağında bırakdı.

Ali de itiraz etmedi ama. Erkek çünkü Hayder-i Kerrâr. Her tarafda düşman bekliyor böyle, sûikasd yapacaklar Peygamber'e. "Benim yatağıma yatacaksın Yâ Ali, üstüne hırkamı ört", "Peki Yâ Resûlallah" dedi. Allah Mûsâ'ya diyor ki, "Yâ Mûsâ git Firavun'a, o tuğyân etdi" diyor, "Yâ Rabbi korkarım ben gitmeğe" diyor, "beni öldürür Firavun" diyor Hazret-i Mûsâ Peygamber. Bak, bak! İmâm-ı Ali demiyor ki, "Yâ Resûlallah beni öldürürler, bak bekliyorlar dışarda", "Peki" diyor. Evet, böyle yürümüş bu iş.
Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk da öyle. Ona gitdi, kapıyı çaldı, Ebûbekir Sıddîk'in kapısını, dedi, "Allah'ın selâmı var Yâ Ebâbekir, haydi seninle hicret yapacağız". "Yâ Resûlullah, benim malım var çoluklarım çocuklarım var, ben gidersem kâfirler malımı yağma ederler, ben o yollarda ne ederim, bilmediğim memleketde nasıl otururum filan", böyle bir şey yok. "Peki Yâ Resûlallah". Hemen çıkdılar yola. Tâ gitdiler Sevr Dağındaki mağaraya girdiler, oraya saklandılar evvelâ. Bize yol gösteriyorlar. Allahu Teâlâ tayy-ı mekân yapar Peygamber'i götürürdü. Bize yol gösteriyorlar. Orada mağaraya girdiler, orada oturdular beraber. Hattâ Cenâb-ı Peygamber dedi, "Yâ Ebâbekir, senin dizine yatayım mı?". "Yat Yâ Resûlallah" dedi, dizine yatırdı Cenâb-ı Peygamber'i. Fakat oradan yılan çıkmasın mı, deliğin içerisinden. Hemen Cenâb-ı Seyyidinâ Ebâbekir ayağını koydu yılanın deliğine, çıkmasın dışarı diye. O da onun ayağını sokdu. Acısından gözünden yaş damladı, Peygamber'in yüzüne. Öyle uyandı. Söylemiyor. Resûlullah'ı rahatsız edeceğim diye, "Yâ Resûlallah, ayağımı yılan sokdu" demedi. Gözünü açdı, "Ne var, ne ağlıyorsun Yâ Ebâbekir?". "Yâ Resûlallah ayağımı yılan sokdu" dedi. Delikde yılan var, çıkmasın diye ayağımı koydum. Efendimiz, "Bismillah" dedi, yılanın sokduğu yeri eliyle sıvazladı, tamam o kadar. "Niçin yapdın, benim yâr-ı gârımın ayağını sokdun, utanmıyor musun! Bu küstahlığı niye yapdın" dedi. Dedi "Yâ Resûlallah, ben Yemen diyârında işitdim senin bu mağarada kalacağını, öyle vahyolundu, haber verildi, ilhâm olundu, bütün mahlûkâta, ilân edildi bütün. İşitdim, sana âşıkım ben, kalkdım geldim uzak Yemen diyârından buraya, mübârek cemâlini göreceğim, geldi Ebûbekir de ayağını tıkadı bizim deliğe. Ben de onun ayağına biraz dokundum" dedi. Onun üzerine Efendimiz onu sıvazladı, onun sırtını, yılanın. Sıvazladı. Ona misk yılanı derler şimdi, geçdiği yer misk gibi kokar onun. Köylüler bilirler, bostancılar filan.

Biz gelelim Arabın hikâyesine, oradan başladık. Arap bana dedi ki, "Biz Türkleri nereden tanırız, anlarız biliyor musun Efendi?" dedi bana. "Nereden tanıyorsun?" dedim. Bu Arap değil, bu cuma günkü Arap başka. Bu Arap başka Arap. "Nereden biliyorsun?". "Türkleri Kur`ân dinlerken biliriz" dedi, hiç bir kavim Kur`ân'ı Türkler gibi güzel dinlemez. Türkler edeb üzere, diz üstüne çökerler, başlarında takkeleri, boyunları bükük, gözleri yaşlı, kendilerini Kur`ân'a vermişler, ondan biliriz Türkleri" demesin mi! 
Gelip görmesinler bizi burada şimdi. Orada başında beyaz takke, tır tır tır tır konuşuyor. Orada kocakarı, fır fır fır fır konuşuyor. Orada eşeğin birisi geliyor, güüüüm, ayakkabı bırakacak yere. Eğilemiyor belinde kırık var gâliba! Yukarıdan aşağı atıyor. Güüüüm! Herif vecdde ise vecdini bozuyor herifin. Halbuki müslüman böyle gitdiği vakitde, hâl ve tavrıyla, kıyâfetiyle, konuşmasıyla, efâl ü harekâtıyla, "Şu adam Muhammedî, hâzâ Efendi, işte bak". İnsanlık numûnesi yani. Böyle olması lâzım. Öyle değil. Çıkarıyor sümüklü mendilini, harrrrr gürrrr! Yukarıda hatîb hutbe okuyor orada, bu aşağıda, öhhhööö, höhhhöhhööö, höööh! Ağzını kapasana ulan hayvan! Sağ elinle kapa. Sağ elinin içiyle kapanır. Ben şimdi vâiz olmadığım için istediğimi söylerim ben. Ben sizi berî kılarım böyle şeylerden. Ağzını sağ elinle kapayacaksın. Yâhud sol elinin tersiyle. Sol elinin içiyle kapanmaz. Çünkü sol elinle tahâret edip kıçını yıkıyorsun, iç tarafla kapanmaz ağız. Sol ters. Böyle kapayacaksın. Esnerken de öyle. Sağ elinin içiyle, sol elinin dışıyla. Unutma! 
"Öksürük geldi Efendi". Canım bir şey demedik öksürük geldiyse. Ağzını kapa. İnsan gibi öksür. halkı rahatsız etmeye hakkın yok. Ağzını kapayacaksın yavaşçacık "öhö" diye öksüreceksin. Bu şekilde kendini muhâfaza öksürüğünü möksürüğünü. Zâten nerede öksürüklü osuruklu varsa câmiye geliyor. Ötekiler sinemaya gidiyorlar, dansa gidiyorlar, bilmem nereye gidiyorlar. Burada hayızdan nifasdan kesildi mi herif, haydi câmiye. Ya mangırı yokdur, parası yokdur. Bitli. Allah'dan para istemeye geliyor câmiye. Halbuki Allah'a para vermeye gel sen. Öyleleri gelmeli. Geliyor mu büyükler? Enâyi mi gelsinler! Allah'a para verecekler burada. Hep isteyenler geliyor. 
Haa işte, "Biz Türkleri" dedi, "biz Türkleri Kur`ân'ı dinleyişlerinden biliriz, tanırız" dedi.
Hangi Türkleri biliyor musun, laf aramızda? Eski Türklerden bahsediyor. Yeniler bizim neûzübillah! Tayyâreden bir çıkdık, ihtiyar yere devrildi. Ötekinin gözlüğü kırıldı. Bir hayvan sürüsü gidiyor hacca. Çaat! Pat, güm! Ne oluyor? Hacı geliyor. Hele Hacerü'l-Esved'in orada, Allah muhâfaza buyursun, adam ölüyor. Taşı öpecekmiş pezevenk! Haydi herif sakat. Birisi bir vurdu bana, ulan ne kuvvetliymiş herif be! Yedi saat baygın yatdım ben. Nereden girdim Hacerü'l-Esved'e, istemez, senin olsun. Allah Allah. Yedi saat yatdım. İbrâhim vardı, Sultan Ahmed Câmisinin hatîbi, Karadenizli, o görmüş, o gelmiş söylemiş, "Muzaffer Hoca'yı gördüm orada" demiş, "ölmüş yatıyor" demiş. Hakîkaten öyle. Uzatmışlar, üzerimize bir kefen bizim. 
O Şeytan taşlamada, Şeytan çıkmış taşın üstüne, ben gördüm, nasıl hacılara gülüyor, kahkaha atıyor. Onlar Şeytan taşlamıyorlar, hacılar birbirini taşlıyorlar. Arkadan koca bir taş, hacının kafasına, traaak! Ne bu? Şeytan taşlanıyor. Yalan mı? Bak söyle, kaç defa gitdik hacca. Halbuki şerîatda nohut kadar taş alınacak, yedi tâne, şu şekilde, el böyle kalkmayacak, böyle atılmayacak, bu şekilde atılacak. (Efendi Hazretleri taşın nasıl atılacağını mübârek eliyle gösterdiler). Hattâ şerîat hadd-ı şerî vururken bir adama, dayak atarlar bazen, yapılan kabahat için, Kur`ân kânunlarına göre, islâm kânunlarına göre, Kur`ân kânununa göre, meselâ içki içen adama, seksen sopa vurulur kıçına, böyle canını acıtarak vurmazlar. El bu kadar böyle kalkacak, böyle vurulacak. Neden biliyor musun?  Maksad onu rezîl etmek, canını acıtmak değil fazlaca. Nerede kaldı Ümmet-i Muhammed birbirinin canını yaka. Hacerü'l-Esved'i öpecekmiş herif. Kaç tâne cenâze çıkıyor. Pastırma oluyor Hacerü'l-Esved'i öperken. Doğru cennete gidiyor. Öteki de seviniyor, "Ben onu şehîd etdim" diyor, "bana âhiretde şefâat eder" diyor. Şeytan taşlarken öyle. Şeytan çıkmış  taşın üstüne, kah kah gülüyor. "Hacılara gülüyorum" dedi, ben sordum. Konuşurum kendisiyle, aramız iyidir Şeytan'la. "Hacılar birbirini taşlıyor beni taşlayacağım derken" dedi. Koca kaya! Kimisi ayakkabısını atıyor. Kimi sopa. Arnavudun birisi de silahı çıkarmış, dan dan dan. "Ne yapıyorsun?" demişler. Demiş, "Öldüreyim şunu da kimse gelmesin buraya". Sıcakdan beyni kaynamış Arnavudun. "Beni kandırdı" demiş, "buraya getirdi" demiş,"öldüreyim Şeytan'ı". Karadenizli de öyle, o da silah atmış Şeytan'a, Karadenizli. Halbuki müslümanların böyle olmaması lâzım. İnsan kıymeti bilmiyoruz. İnsan kıymeti bilmiyoruz.
Biz gelelim. "Türkleri" dedi Arap, "Türkleri biz nereden biliriz" dedi, "Kur`ân dinlerken belli olur Türkler" dedi. Koyun gibi. Eski Türklerden bahsediyoruz. O kahraman adam, düşmana karşı böyle aslan, Kur`ân'a gelince boynu bükük, ensesine bas otur geç. Ses çıkarmaz. Allahu Teâlâ işte onlar öyle oldukları için yani islâma zelîl kâfire azîz, müminlere zelîl kâfirlere azîz, bütün dünyâyı fethetdiler, üç kıtayı fethetdiler. Tâ dördüncü kıtaya da gideceklerdi. Kim o dördüncü kıta biliyor musun neresi? Amerika. 
Haydi söyleyeyim size târihden bazı şeyler anlatayım. İşitmediniz şimdiye kadar. İşitmediniz. Ben kitapçı olmak münâsebetiyle her gün kitaplardan bir kelime öğrenirim ben, bakarım. Geldiler pâdişaha müracaat edi, Kristof Kolomb. "Bir yeni dünyâ var" dedi pâdişaha, "bana gemi verirsen, asker verirsen, o yeni dünyâyı ben keşf ederim, size veririm" dedi. Pâdişâh dedi ki, "Ben tek başıma iş yapamam". Hani diyorlar ya, "Keserdi, biçerdi" diye, yalandır öyle şeyler. Şeyhülislâm fetvâ vermeyince adam kesemez pâdişah. Mahkeme var, kânûn var memleketde, öyle şey mi olur. "Sorayım ulemâya" dedi, "ne diyecekler, ona göre verelim gemiyi, isterlerse, müsaade ederlerse". Vezir vüzerâya, dîvânda. Ulemâyı topladı, "Böyle bir yeni dünyâ varmış, bu adam da oraya gidecekmiş, orayı zabt edecek, bize verecekmiş. Ne dersiniz verelim mi?". Bizim ulemâ-yı benâm hazerâtı, "Amân pâdişâhım" dediler, "kıyâmet yaklaşdı, ne yapalım yeni dünyâyı" dediler. Aynen böyle kitâbda. "Yeni dünyâyı ne yapalım" dediler, "kıyâmet yaklaşdı" dediler, "neredeyse kıyâmet kopacak. Onun için lüzûm yok" dediler. Ve maalesef verilmedi. Kristof Kolomb buradan İspanya Kraliçesine gitdi, dedi ki, "Senin dînini yayacağım" dedi, "sana bir dünyâ hediye edeceğim" dedi. Kadın verdi, gitdi zabt etdi. Şimdi, kitâbda diyor ki, yazan zât-ı muhterem kitâbda, "Amerikalıların hıristiyan kalmasının, kâfir kalmasının sebebi, o devrin ulemâsıdır" diyor, "yarın yevm-i kıyâmetde Cenâb-ı Hakk onları mes'ûl edecek" diyor kitâbı yazan zât. Bizim sarıklılarımız da biraz acâibdir. 

İkinci Murad zamânında Ruslar bize mürâcaat ediyorlar. Târihî vukûâtlar şimdi bunlar. Yani İkinci Murad zamanı Hazret-i Fâtih'in babasının zamanı. İslâm olacaklar, ulemâya diyorlar ki, "Bize iki şeye müsâade edin, biz müslüman olalım" diyorlar. Ruslar. Nedir? "Birisi, burası çok soğukdur, bizim memleketimiz, domuz eti yeriz, başka yiyeceğimiz yok bizim, domuz yiyeceğiz biz, bir de şarap içeriz, çünkü soğuk bizim memleketimiz" diyorlar. "Buna müsâade edin, müslüman olalım" diyorlar. Ulemâ, "Hayır, olmaz" diyor. Yâhu desene, "Günah olarak kabûl edin ve yapın" deselerdi, çocukları bırakırdı bu işi, yemezlerdi. Sonra niceleri müslümanlar oldular oralarda başdan aşağı. Bizimkiler "Olmaz" diyorlar, "Yok, katiyyen olmaz öyle şey, gavur olursunuz" filan. Gavurluk başka, o iş başka. Bir adam domuz eti yese, gavur olmaz ki, günahkâr olur. İrtikâb-ı me'âsî küfrü mûcib değildir, sünnî akâdinde, bizim akâidimizde. Ama Allah muhâfaza etsin, ben domuz eti yiyelim ma'nâsına konuşmuyorum. "Günah olarak kabûl edin ve yiyiniz ve terkedin ama yavaş yavaş" filan deselerdi, islâm ile müşerref olacaklardı. Sonra Ruslar ne yapdılar? Bizans'a geldiler, Bizans'dan Ortodoks mezhebini kabûl etdiler, hıristiyan oldular. O Deli İvan onları sopayla, kamçıyla, dayakla hıristiyan yapdı, Rusları ve bizim başımıza belâ etdi. Şimdi dünyânın başına belâ oldu. Önce dünyanın başına belâ olmadı, evvela bizim başımıza belâ etdi. Dünyânın başına niye belâ oldu? İslâm dînine hücûm etdiler garblılar, müslümanları yıkınca, Allah o belâyı onların başına verdi şimdi. Müslümanları yıkmasalardı, ortada bir kuvvet vardı, mesele kalmazdı. Yıkınca Cenâb-ı Allah onların başına Rus belâsını, dînsizlik belâsını verdi. Çünkü ne câmi, ne kilise. 
www.muzafferozak.com

1 yorum: