Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Şeyh Vefâ Hazretleri var Vefâ'da, Şeyh Vefâ Hazretleri. Hani Vefâ Bozası var ya, oradan biliriz biz, Şeyh Vefâ'yı bilmeyiz de bozadan biliriz. Orada türbesi. Fâtih'in şeyhlerinden, İstanbul'un fethinde bulunmuş bir zât-ı muhterem. Fâtih zamanı meşâyihinden, Sultan Fâtih'in namazını kıldıran zât. Onun bir çocuğu dünyâya gelmiş. O vakit sakalar kırbayla evlere su dağıtırlarmış. Böyle su teşkîlâtı yokmuş. Deriyi tabaklarlar, içine su doldururlar ve su dağıtırlar evlere. Yani parayla taşıyorlar. Şeyh'in çocuğu dünyâya gelmiş, beş altı yaşına gelmiş. Eline bir çivi almış sokağa çıkmış, giden sakanın kırbasını deliyor böyle, su fışkırdı mı ağzını tutuyor oradan suya.
Tabii Şeyh'in çocuğunu Şeyh'e şikâyet etmek demek, insanın çocuğunu şikâyet, babayı şikâyetdir. Çünkü çocuk babanın sırrıdır. Senin sırrın çocukda zuhûra gelir. "El-veledü simvânu ebîhi, el-veledü sırru ebîhi", senin dalınıdır ve senin sırrındır. Hep misâllerini veririz ama vaktimiz dardır. Geçiyoruz.
Bir gün, beş gün, on gün filan, herkes utanıyorlar söylemeye, Şeyh'e şikâyet etmeye çocuğunu. En sonunda birisi demiş ki, "Aaaa şeyh çocuğuysa şeyh çocuğu, gideyim haber vereyim, terbiyesini versin, bu ne bu bizim çekdiğimiz bunun elinden" demiş, gitmiş huzûra, elini öpmüş Hazret-i Şeyh'in. Dedi, "Efendim, mahdûmdan şikâyetimiz var" dedi. "Hayrola?" dedi. "Çocuğunuz sokağa çıkıp oynadığından beri sokakda, elinde bir çivi var", dikkat buyurun! "kırbalarımızı deliyor, fışkıran suya ağzını tutuyor" dedi. "Ne vakitden beri?". "İşte şu kadar". "Kimin kırbasını deldiyse gelsin buraya hakkını alsın benden" dedi Hazret-i Şeyh.
Dikkat buyurun! Öyle çaldın, câmiye geldin, "Tövbe Yâ Rabbi" diyorsun, olmaz! Hakkını götürüp yerine vereceksin. Kime vurdunsa, gideceksin, "Arkadaş ben sana vurmuşdum, boynumu uzatıyorum, istersen vur bana" diyeceksin. Kimin malını aldınsa, "Ben senin malını almışdım, hakkını bana helâl et, çalışamıyorum, veremiyorum, yok bende. Elime geçerse veririm" diyeceksin. Bu şekilde. Böyle kapalı hak helâllığı olmaz. Meselâ, "Hakkını bana helâl et". Olmaz! Söyleyeceksin. İsmiyle söyleyeceksin. "Ben senin aleyhinde konuşmuş idim, senin gıyâbında, hakkını bana helâl et". "Ben senin malını almış idim, veremedim, veremiyorum, param yok benim, fukarâyım ben. Ya bana bunu helâl et yâhud elime geçdiği vakitde ben sana bunu ödeyeyim". Bu şekilde söyleyeceksin. Mü'min kardeşin de elbet ki Muhammedîdir, Resûlullah'a bağlısınız, aynı dalın meyvalarısınız, helâl etmekle, onu affetmekle mükellefdir yani. Mü'min kardeşine intikam beslemek, kin tutmak filan böyle şeyler olmaz müslümanlıkda.
Topladı sakaları, hepsinin parasını verdi Hazret-i Şeyh ve karısını çağırdı, Bacı Sultan'ı, Vâlide Sultan'ı, "Gel bakayım buraya. Bu çocuğu nereden aldın?". Aman efendim, başladı kadın ağlamaya, "Bana nasıl bu sözü söylüyorsun". "Peki ne gibi suçların var, söyle bakayım".
Tarla meselesi. Her kadından olan çocuk sana itâat etmez. Senin yolundan gitmez. Sana yâr olmaz. İş çok mühim.
"Ne gibi kusûrun var?". "Hiç bir kusûrum yok. Evrâdımı okurum, namazımı kılarım, kendimi haramdan saklarım". "Peki, başka suç düşün bakayım, tefekkür et". Kadın titriyor. Hazret-i Şeyh köpürmüş iyicene. "Bir suç var" diyor, "bir kurt yeniği var bunda. Çocuk böyle yapmaması lâzım gelir. Multakâ bir şey var". Kadın sonra dedi ki, "Eğer suçsa bu suçdur". "Nedir o?".
Dikkat buyurunuz! Kulağınızı benden yana veriniz! Hikâye diye dinlemeyiniz, hayâtınıza tatbîk ediniz.
"Ben bu çocuğa hâmile idim. Komşuya gitdim, kadın namaz kılmaya içeri gitmişdi. Konsolun üstünde bir tâne limon vardı. Aşeriyordum, imrendim, utandım istemeye". Dikkat buyurunuz! "Limonu aldım, iğneyle deldim, ağzımı koydum, emdim, yerine koydum". "Hah! Bulduk hastalığı" dedi. "Sen limonu deldin iğneyle, çocuk da kırbayı deliyor, ağzını suya tutuyor. Bak, aynı. O daha büyüğünü yapıyor. Binâenalâzâlik, komşuya söyle hakkını helâl etdir". Gitdi kadın komşuya, dedi ki, "Böyle böyle, ben senin haberin yokken limonunu aldım, iğneyle deldim, emdim. Bana hakkını helâl et". "Helâl olsun kardeşim, böyle şeyin sözü mü olur" dedi kadın. Çocuğa Hazret-i Şeyh çağırıp da, "Niye sakanın kırbasını deldin! Ya niçin şöyle yapdın!" demedi. Ertesi gün bırakdı çocuğu sokağa, sakalar geçiyor, çocuğun elinde çivi, yeri çizip oynuyordu. Artık vazgeçmişdi delmekden. Annesi tövbe etmişdi çünkü.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder