Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri zekât ahkâmı hakkında buyurdular ki :
Akrabandan kim var senin fukarâ evvelâ ona vereceksin sen zekâtı, Allah öyle diyor Kur`ân'da. Evvelâ akrabalarından fakîrlere, sonra yetîmlere, miskînlere yani akşamdan sabaha yiyecekleri olmayanlara. Miskîn demek o demek. Sümüğü akıyor manâsına değil. Akşamdan sabaha, sabahdan akşama yiyeceği yok, öyle insanlar. Ve yolda kalmışlara, zengin ama memleketinde, burada fukarâ, onlara vereceksin. Yâhud müellefeti'l-kulûbe, yeni islâm olmuş adam, islâma ısındırayım diye verilecek.
Birisi, "Meselâ birisinden alacağımız var, o adam o parayı ödeyemiyor, o alacağımızı zekâta sayabilir miyiz?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki
Bizim mezhbede olmaz. Şöyle olur. Parayı götürürsün ona verirsin, sonra alırsın elinden parayı, "Borcunu öde!" dersin. Vermedi, cebine koydu. Cebren alırsın, gırtlaklarsın. Zorla alırsın. Yalan söylemiyorum, şaka yapmıyorum. Bizim mezhebde böyle. İmâm-ı Şâfiî'nin mezhebinde olur. "Benim senden şu kadar alacağım vardı, bu parayı ben zekâtıma saydım, aldın kabûl etdin mi?". "Etdim". Tamam, olur. Şafîî Mezhebinde böyle olur.
Soruyu soran zât, "Adamın gurûrunu kırmak istemiyorum" deyince, Efendi Hazretleri, "Pezevengin gururu varsa, borcunu ödesin" dedikden sonra buyurdular ki :
İmâm-ı Şâfiî Mezhebinde böyle. Kendin niyet edersin, söylemezsin ona, o da câiz olur. Ama söylemen daha hayırlı. O sıkıntı içindedir, "Ben bunun parasını veremiyorum" diye. Söylersen, "Ben senden alacağımı zekâtıma saydım" diye rahat eder. Ama kulağına söyle, kimse duymasın, ikinizin arasında kalsın. Mezheb-i Hanefî'de öyle değil. Mezheb-i Hanefî'de, çağıracaksın, "Gel bakayım buraya. Şu benim zekâtım. Adlın mı?". "Aldım, tamam". "Borcunu öde, ver paraları bakalım gerisin geriye". Böyle. Vermedi. Yapış yakasına. Borçdan kurtuluyor.
Zekâtı verirken, hâlini vaktini biliyorsan o zâtın, söylemeye lüzûm yok, sen niyet edersin, verirsin. Bilmiyorsan, söyleyeceksin zekât diye. Çünkü ben birine verdim öyle. "Ne parası bu?" dedi adam. Fukarâ, adam tartıyor kantarla. 25 kuruş alıyordu. Çıkardım verdim, "Ne parası bu?", "Zekât". "Ben zenginim kardeşim" dedi, "ben bunu eğleneyim diye yapıyorum" dedi, "benim zekâta ihtiyâcım yok" dedi. Parayı iâde etdi. Bak şimdi, söylemek lâzım demek ki. Bazı adam var söylemek lâzım. Ama biliyorsan sen onun fukarâ olduğunu söylemeye lüzûm yok. O vakit niyet edersin sen, kâfîdir o. Niyet etymek kâfî gelir. Sonra gene zekâtının hesâbını pek iyi bilmeyenler, kapısına gelen fukarâya beş kuruş dahi verseler, zekâtına sayabilir, niyet ederse. Ekmek verdi, elbise verdi, para verdi filan, onu zekâta sayabilir, söylemeye lüzûm yok. Ama bilmiyorsan söylemek lâzımdır. Çünkü bakıyorsun zengin oluyor bazı insan.
Sonra bir adam gördüm gene, elinde ip böyle, ayağında şalvar var, sakallı da bir adamcağız. Sakalına da aklar düşmüş böyle. Hammal olduğunu anladım ben. Peşinden gitdim, kimse yok yolda, çıkardım ona zekât verdim. İyi de bir para verdim kendisine. "Ne parası bu?" dedi bana sert sert. Dedim "Bu benim zekâtım" dedim, "sen de fukarâsın, sana bunu verdim". "Ben çalışıyorum" dedi, "kuvvetim var benim" dedi, "eşyan varsa taşıyayım, öyle ver parayı" dedi. "Yok, ben sana taşımadan parayı vereceğim. Sen benim mü'min kardeşimsin, Allah böyle emrediyor". "Ben bu parayı alamam" dedi, "ben çalışma kudretine mâlikim" dedi. Bir Tatar. Tatar'dı kendisi, aksi Tatar. Almadı. "Men çalışaram" dedi, "çalışamayan bir kişiye ver" dedi.
Edirnekapı hâricine gitdik, mezarlık içerisinde kulube yapmışlar, kurban eti götürdük. Allah rahmet eylesin Âdem'in sağlığında. Kapıyı çaldık bir kadın çıkdı. Et verdik ona. Dedi, "Bana verdiler" dedi, "benim pişiyor tencerede. Komşuma vermediler, ona verin" dedi. Bizi götürdü, ona verdik etleri. Dedim, "Kardeşim, ona da var, sana da var". "Yok" dedi "o benden daha fakîr, ona ver". Basma götürdük, kumaş gönderdik oraya. "Ben aldım" dedi, "komşuma ver" dedi, "o daha fukarâ benden" dedi, almadı. Ve altındaki toprakdı yani oturdukları yerin. Evin kapısı açıkdı. Hasır atmışlar toprağın üzerine. Öyle insanlar var. Fukarâ-i sâbirîn. Bir de fukarâ-i kâfirîn vardır, fukarâ-i kâfirîn.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder