NUTK-İ ŞERÎF
ve
ÎZÂHI
Şol kişi kim cân u dilden Rabbini eyler taleb
Hiç ola mı kim murâdın vermeye ona Çalab
Allah yolunda sâbit-i kadem olup, nefsi ile cihâd edenlere Allah muhakkak yardım eder. Bu beyt âdetâ Sûre-i Ankebût'un sonundaki "وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَإِنَّ اللَّهَ لَمَعَ الْمُحْسِنِينَ Vellezîne câhedû fînâ le nehdiyennehum sübülenâ ve innallâhe le me'al muhsinîn" âyet-i kerîmesinin tefsîridir. Burada cehd ve gayret ne kadar mühim ise, ihlâs ve samîmiyyet de o kadar mühimdir. Hakk'ın nusret ve yardımı ancak bu yolda ihlâs ile yürüyenlere ulaşır. Seyr-i sülûkunu "Şu olayım, bu olayım" diye bir menfaate bağlayanlar boşuna yorulmuş olurlar. Nasıl ki düşmân ile cenk fî-sebîlillah olmalı ise, yani madalya için, rütbe için, ganîmet için cenk edenin çektiği emekler nasıl boşa giderse, nefsi ile cihâd eden kişi de çektiği zahmetlere karşılık bir menfaat beklerse boşa emek çekmiş olur.
Sen hemân ânın yolunda cidd ile cehd edegör
Dâmen-i maksûd içün çekmek gerek çok te'ab
Sâlike düşen Hakk yolunda sebât ederek gayret göstermek, başına gelenlere hep sabretmek, Hakk yolunda çekilen zahmetleri ni'met bilmekdir. Ancak böyle yapanlara vuslat nasîb olur. Dünyevî gâyelere bile cehd ve gayret etmeden erişilemezken nerede kaldı ki maksad-ı a'lâ ve matlab-ı rânâ olan Cenâb-ı Hakk'a vuslat tembellikle mümkün olsun.
Merd isen meydân-ı aşkda bâş u cân terkin ur
Râh-ı aşkda kendisin görmek olur lehv ü le’ab
Cenâb-ı Hakk'ın medhettiği kullar zümresine girmek için nefsinden, benliğinden geçmek lâzımdır. Benliğinden geçmeden, nefsini bu yolda kurban etmeden sülûk ettiğini zannedenler çok yanılmışlar ve ömürlerini hebâ etmişlerdir. Böyleleri tasavvufu ve tarîkatı oyun ve eğlence gibi görenlerdir.
Bâde-i aşkı ezel câmından içdinse eğer
Mest-i aşk oldun sana lâzım değil mâ-i ineb
Aşk şerâbı ile sarhoş olanlara öyle bir sarhoşluk nasîb olur ki, değil dünyâ şarabının lezzeti, dünyânın bütün ni'metleri bile onun yanında hiç kalır. Allah'a âşık olan cennetin ni'metlerine de nazar etmez.
Sen gönülden mâsivâ hubbun gider ey Hâşimî
Nefh-i sûr olsa kaçan sorulmaz anda hiç neseb
Seyr-i sülûkdan gâye, kalbden mâsivâyı yani Allah'dan gayrı ne varsa söküp atmakdır. Babasıyla, dedesiyle övünen, nesebini, ırkını, âilesini gerekçe göstererek kendisini üstün gören yarın yevm-i kıyâmetde bunlardan hiç bir fayda gelmediğini görecekdir. Bu nasîhatı veren zâtın Peygamber Efendimizin neslinden gelen bir seyyid olduğuna da özellikle dikkatinizi çekerim. "يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ" âyerleri ile beyân edildiği gibi kurtuluş ancak kalb-i selîm ile mümkündür. Tarîkatın, tasavvufun, seyr-i sülûku gâyesi de budur. İşte "tezkiye-i nefs", "tasfiye-i kalb" ve "ibâdullaha hizmet" esasları üzerine kurulu olan "tarîkat-ı aliyye"nin hulâsası budur.
Hâşimî Emîr Osman Efendi
Kuddise Sırruh
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder