Sayfalar

6 Ekim 2019 Pazar

Âdem Aleyhisselâmın Gördüğü Üç Nûr ve Üç Zulmet

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Allah Hazret-i Âdem'i halk eyledi ve ona şöyle emr ü fermân buyurdu : "Yâ Adem! Sağ tarafına bak!". Hazret-i Âdem sağ tarafına bakdı ve orada üç nûr gördü. Allahu Subhânehû ve Teâlâ, "Yâ Âdem, bu üç nûr nedir bilir misin?" dedi. Hazret-i Âdem, "Bilmiyorum yâ Rabbi, öğret bana" deyince, Cenâb-ı Hakk, "kendilerine sor, sana cevap verecekler" dedi. Hazret-i Âdem nûrların birine sordu, "Sen kimsin? Senin iyerin neresidir?" dedi. O nûr, "Benim ismim akıldır, ben insanın başında bulunurum. Ben bir başa hâkim olursam, o insân insan olur. Benim bulunduğum başda îmân tâcı bulunur. Benim bulunduğum baş kutlu ve mutlu başdır zîrâ o başa tefekkür nimeti verilmişdir" dedi.
Sonra Hazret-i Âdem ikinci nûra sordu, "Senin ismin nedir, bulunduğun yer neresidir?" dedi. O nûr cevap verdi, "Ben hayâyım, ben başında akıl bulunan insanın gözünde bulunurum zîrâ akıl olan başlarda dîn ve îmân vardır. Dîn ve îmân bulunan yerde elbette hayâ da bulunur. Onun için ben akıldan hiç ayrılmam. Ben bir gözde bulunursam o göz sâhibi kâinâta ibret ile bakar, birine bakar fikreder, birine bakar şükreder. Hayâ sâhibi bir göz, harama bakmaz, hıyânete cür'et etmez, ibret sâhibi olur. Hakk'ı gören göz olur" dedi.
Üçüncü nûr da, Hazret-i Âdem'e şöyle cevap verdi : "Yâ Âdem! Benim adım da merhametdir, mekânım başlarında akıl ve gözlerinde hayâ bulunan îmânlı insanların kalbleridir. Ben îmânla berâber bulunurum, îmândan aslâ ayrılmam. Benim bulunduğum merhametli kalb, Allahu Teâlâ'nın beyti ve Rahmân'ın tahtıdır. Rahmân'ın rahmâniyyeti, Rahîm'in merhameti o kalb sâhibinden zuhûra gelir" dedi.
Hazret-i Âdem aleyhisselam, "Allah sizleri mükerrem kılsın, ne güzel nûrlarsınız, vazîfeleriniz ve mekânlarınız ne kadar mübârek ve ne kadar kudsîdir" diye onları medh ü senâ eyledi.
 
Allah Celle Celaluhû, Âdem aleyhisselama tekrar hitâb buyurdu : "Sol yanına bak, üç zulmet göreceksin. Onlara da sor bakalım isimleri, mekânları ve vazîfeleri nedir". Âdem aleyhisselam, o üç zulmetden birisine sordu : "Ey zulmet! Sen ne kadar da çirkin yaratılmışsın. Adın ne, mekânın neresi ve vazîfen nedir?" dedi. Zulmetlerden bu hitâba muhâtab olan bi-iznillah cevap verdi : "Benim adım kibirdir, mekânım, insanların başlarıdır. Vazîfem ise, girmeğe muvaffak olduğum başda ne akıl, ne dîn, ne îmân, ne şükür, ne hayâ, ne merhamet, ne tevazu ne de insanlıkdan eser bırakmamakdır" dedi. Hazret-i Âdem ona çıkışdı : "Sus, yalan söyleme! İnsanın başında akıl bulunur" dedi. Zulmet, hemen cevap verdi : "Evet, haklısın yâ Âdem. Doğru söylüyorsun ama akıl bir an için ayrılıverirse, hemen o başa ben hâkim olurum" dedi.
İkinci zulmet de soruyu şöyle cevaplandırdı : "Benim adım da tamahdır, mekânım, insanların gözleridir. Benim bulunduğum gözün sâhibinde ne hayâ, ne vicdân, ne nâmûs, ne iz'ân, hiç ama hiçbir şey kalmaz, hırslı, aç gözlü, doymak bilmez bir kişi olur gider" dedi. Âdem aleyhisselam ona da çıkışdı : "Sus, yalan söyleme! İnsanların gözlerinde hayâ bulunur" dedi. Zulmet, hiç düşünmeden cevap verdi : "Evet, doğrudur, insanların gözlerinde hayâ bulunur ama hayâ biraz uzaklaşıverince onun yerine ben hâkim olurum" dedi. 
Üçüncü zulmet de aynı soruları şöyle cevaplandırdı : "Benim adım haseddir, mekânım, insanların kalbleridir. Benim girdiğim kalblerin sâhibleri, insan şeklinde birer canavar oluverirler. Yapmayacağım denâat ve işletmeyeceğim kabâhat yokdur. Benim girdiğim kalbler, nazargâh-ı ilâhî olmakdan çıkarlar, rahmet-i ilâhiyyenin zuhûr ettiği mahal olan o kalb, kîn, nefret, kıskançlık, çekememezlik, düşmanlık evi ve şeytan makarrı hâline gelir. Herkese zarar erişmesi en büyük emelimdir. Benim içinde bulunduğum kalb ve o kalbin sâhibi, için için yanan bir oduna benzer" dedi. Âdem aleyhisselam ona da çıkışdı : "Sus, yalan söyleme! Kalbde merhamet bulunur" dedi. Zulmet, diğerleri gibi cevap verdi : "Evet, doğrudur, kalbde merhamet bulunur ama merhamet bir an için ayrılıverirse, ben hemen o kalbe hâkim olurum" dedi.
 
Üç nûrdan biri olan akıl, sôfiyye lisânında "akl-ı meâd" denilen akıldır ki insan bu akıl sâyesinde eğri ile doğruyu, hak ile bâtılı, hayır ile şerri ayırd eder. İşte bu akl-ı meâd sâyesindedir ki insan Allah'ı tanır ve bilir. "Men arefe nefseh fe kad arefe rabbeh / Nefsini bilen Rabbini bilir" sözündeki marifet, işte bu akla taalluk eder. Zîrâ bu akıl tefekkür kâbiliyyeti ile insana kendi aczini bildirdiği gibi, kendisini yaratan ve gözeten Hakk Teâlâ'yı da bildirir. İşte bu yüzden akıl ile îmân dâimâ bir arada bulunur. Aklın diğer bir cinsi daha vardır ki, ona akl-ı meâş derler. Sâdece nefsinin menfaatini düşünen bu akıl, akl-ı meâdın emrinde olmazsa insanı kibre düşürür ve tıpkı şeytan gibi insanı Allah'dan uzaklaştırır. Nitekim şeytan kibre düşdüğü için rahmet-i ilâhiyyeden tard olunmuşdur.

Üç nûrdan ikincisi olan hayâ, îmânın bir cüzüdür. Zîrâ îmân sâhibi bir insan, Allah'ın kendisini dâimâ gördüğünü hattâ kalbinden geçenleri dahî bildiğini bildiği için hayâ sâhibi olur ve bu yüzden de Allah'ın men ettiği işleri yapmaz, Allah'ın emirlerini terketmez. Allah'dan hayâ etmeyen bir kimse ise, her türlü kötülüğü işleyebilir, şahsî menfaati için her türlü denâeti irtikâb edebilir.

Üç nûrdan üçüncüsü olan merhamet de îmânın alâmetidir. Kalbinde merhamet bulunan insan, güçsüze yardım eder, düşeni kaldırır, muhtâca el uzatır, ağlayanın gözyaşını siler hattâ bütün mahlûkâta şefkat gösterir. Merhametden mahrûm olanlar ise yalnızca kendi menfaatlerini düşünen hayvanlar gibi hattâ onlardan da alçakdır.


Sanma gelen bu âleme insân gelir insân gider
Enfüsde mi'râc etmeyen nâdân gelir nâdân gider
Sen çünki âdemzâdesin sırr-ı kerem sırrındadır
Âdemliğe eremeyen husrân gelir husrân gider

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder