Sayfalar

1 Kasım 2019 Cuma

Nefsimizi Nasıl Islâh Edebiliriz?


HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ
Yünebbeül insânü yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar.
Sadakallahü'l-azîm.


Okuduğum âyât u beyyinât Sûre-i Kıyâme'dedir. Bundan evvelki hutbelerimizde de aynı âyetden birer nebze, birer zübde, yani gül bahçesinden bir ufak gonca derip size takdîm etmiş idik. Gene aynı âyetden, onun kokusundan bahsedeceğiz.

O gün, yakîn olan o gün, kişinin evvel ve âhir, ömrünün evvel ve âhirinde ne yapdıysa, hayır-şer, kendisine haber verilip, defter-i a'mâli kendisine okutulacakdır. Yani bu konuştuğumuz söz, deryâdan bir katre, şemsden bir zerre olmak üzere. Kitâbını, defterini kendin okuyacaksın. İstersen, bu âlemde okursan kitâbını orada kolaylık olur. Nasıl ki, imtihana çalışan bir adam, imtihanda muvaffak olduğu gibi, insan burada kitâbını okursa, orada kendisi için kolaylık olur. Onun için vücûd kitâbını oku. İkra' kitâbek.

Âyetler üç kısımdır. Âyât-ı âfâkiyye, âyât-ı enfüsiyye, âyât-ı elfâziyye. Kur`ân-ı Mübîn, ahkâmı eskimeyecek olan Kur`ân-ı Mübîn, âyât-ı elfâziyyedir. Âyât-ı enfüsiyye nefsindir. Nefsin kitâbını oku. Vücûdun nasıl halkolunmuş. Çünkü onda kudretullahı göreceksin. Bir adam tabîb olup, doktor olup da Allah'ı inkâr etse, o adama şaşılır. Buna imkân yok, imkânsızdır. Vücûd teşekkülâtı bir kitâb ki, vücûdun zâhirde küçük görünüyor ama hakîkatde kâinâtdan büyükdür. Bu kâinât büyük görünür ama bu  zâhirdedir, bâtında insandan küçükdür. Kâinâtda ne varsa Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri insanda onu halk etmişdir. Kabe'sini, Kudüs'ünü, Medîne'sini, Mekke'sini, Sidretü'l-Müntehâ'sını, Arş'ını, Kürsü'sünü, hepsini Allah insan vücûdunda halk eyledi. Kâinâtda ne varsa insân vücûdu ona zübde olmuşdur.

Bir de âyât-ı âfâkiyye var. İşte güneş nasıl semâya yükseldi. Mevsimler, geceler, günler, aylar, dağlar, hayvanlar, iki ayaklı yürüyenler, dört ayaklı yürüyenler, kırk ayaklı yürüyenler, uçanlar, acâib, acâib. İnsanların idrâkinin tartamayacağı, aklın mîzânının ölçemeyeceği, bir takım kudret ü kuvvet. İnsan bunu gördüğü vakit, mutlakâ Hakk'ı bunda görecekdir. Görmemesi imkânsız, meğer ki kör ola. Baş gözünden bahsetmedim. Nice baş gözleri kapalı, kalb gözleri açık olanlar Hakk'ı gördüler. Ama kalb gözü kapalı olup baş gözü açık olanlar Hakk'ı görmedi. Onun için Cenâb-ı Hakk, Kur`ân-ı Mübîn'inde, Habîb-i Hudâ Şefî'-i Rûz-i Cezâ sevgili peygamberimiz Resûl-i Ekrem aleyhissalâtüvesselâma, "Habîbim! Sana bakıyorlar ama seni göremiyorlar" diyor. Çünkü bakmak başka, görmek başka. Okumak başka, anlamak başka. Her okuyan anlamadı ama mutlakâ okuyan anladı.


Âdem olana dâd-ı Hudâ feyz-i kerâmet
Ahlâk-ı güzîn sâhibidir nûr-i fazîlet
Her zerreye ibret ile âlî nazar eyle

Dershâne-i 'âlemde oku nusha-i vahdet
Âyât-ı âfâkiyye işte ecrâm-ı semâ, milyarlarca yıldız. Ne kaleme girer, ne kitâba girer. Milyonlarca seneden beri. İbn Arabî'ye göre iki milyar üç yüz milyon sene, küsûrâtı da var, kâinâtın hilkati yani yaradılışı. Öyle on bin senelik filan değil. Zâten kâinâtın on bin senelik olduğunu isrâiliyyatdan almışlar. Şimdi çocuklar arkeoloji okuyorlar, bakıyorlar, beş milyon senelik bir kafa çıkıyor. On milyon senelik bir kafa, elli milyon senelik bir kafa ya da bir eşyâ çıkıyor. Demek ki dünyâ on bin senelik değil. Hazret-i Şeyh-i Ekber, keşfiyyâtla iki milyar üç yüz on dokuz milyon sene olduğunu haber veriyor, küsûrâtı da var. Onun için bakıyorsun, çocuğun îmânı sarsılıyor. Çünkü Tevrât'a göredir. Kur`ân-ı Kerîm'deki "dâll bi-işâretihî"ye göre İbn Arabî anlamış ve bunu vaz' etmişdir yani anladığını ortaya koymuşdur.

İşte milyonlarca seneden beri semâda yıldızlar dönüyor, manzûmeden bir tânesi çıkarılsa kâinât durur. Allahu Subhânehû ve Teâlâ Hazretleri birbirine öyle bağlamış. Dur, şaş, gözlerini yum, tekrar bak, tekrar tefekkür et, zekân duracak yani akıl duracakdır. Bu, milyonlarca seneden beri böyle devâm etmekde. Ne kudretullah bu! Bu ne azîm bir şey! Ne muazzam bir şey! Bu muazzam kâinâtı yaratan Allah'ın büyüklüğünü düşün! Kuvvetini, kudretini, heybetini, satvetini, cemâlini, celâlini, rahmâniyyetini düşün bir defa, tefekkür eyle! O vakit acz ile kafanı secdeye koyacaksın. Yani Rabbü'l-âlemîn'e secde edeceksin. Çünkü nefislerini unutanlar Allah'ı unuttular. Allah'ı unutanlar nefislerini unuttular. Kim ki Hakk'ı bildi, nefsini bildi. Nefsini bilen de Hakk'ı bildi. 

Bu nefsi bilmek de iki kısımdır. Bir nefsin aczini bilmek vardır. Bir de hâmil olduğun esrâr-ı ilâhîye vâkıf olman vardır. Meselâ fânîyiz, bir bâkîye ihtiyâcımız var. Açız, bir rezzâka ihtiyâcımız var. Mağlûbuz, bir gâlibe ihtiyâcımız var. Bu bir acz ile Hakk'ı bilmekdir. Bir de hâmil olduğun bir şey var, sende bir emânetullah var, hâmil olduğun bir esrâr-ı ilâhî var. Senden içeri bir sen var. Yani semâvât ve arda sığmayan Allah Celle Celâluhû Hazretleri, senin kalbine, bâhusûs Resûl-i Ekrem'i sevenlerin kalbine tecellî etmişdir. O kalb, Kabe'den a'lâ olmuşdur, âlî olmuşdur. Geçiyoruz.

Bir de âyât-ı enfüsiyye var. Vücûdundaki eşyâyı düşün. Gözün nasıl halkolunmuş? Göz bebeklerin de ufak bir şey, iğne ucu kadar ama kâinâtı görüyorsun. Yüz bin sene Allah'a secde etsen, alnın secdede çürüse, o kadar da oruç tutsan, o kadar da Hakk'ın rızâsını kazancak ameller işlesen, acaba bir kere bakdığın vakit semâdaki yıldızları ve güneşi görmenin hakkını Allah'a ödeyebilir misin? Soruyorum sana. Ödeyemezsin. Allah Celle Celâluhû Hazretleri bu kadarcık bir su parçasına  bütün kâinâtı nakşetmiş. Düşün!

Ağzın üzerinde burun. Çok fazla durmayacağım. Niçin acabâ öyle olmuş? Ve hiç modeli yokken bu halk olunmuş. Modeli yok, biçimi yok, halk olunmuş. Ne kudretdir bu! 

Kâinâtda insandan daha güzel bir şey yok. Her şey insan için halk olunmuş, insandan güzeli yok. Allah, peygamberleri insanlardan ba'setmiş ve sevgililerini insanlardan seçmişdir. İnsanoğlundan. Çok kıymetli. "Ve lekad kerremnâ benî âdem". Benî âdem mükerrem kılındı, yüceltildi, yükseltildi ama eğer nerden geldi nereye gitdi, niçin geldi, niçin gitdi, bunları bilmedi, bakdı görmedi, yâhud gördü ibret almadı, beyni var düşünmedi, zannetdi ki, "ve ye'külü ve yetemette'u ve yülhihimül emelü **** ta'lemûn". Hayâtı yalnız yemek, içmek ve emel beslemek zannetdi. Yemek-içmek, zevk u safâ bir de emeller beslemek. Hazret-i Allah, böyle yapanlar yakın zamanda görecek diyor. Yani hilkatini aramayanlar. Onun için hilkatini arayacaksın. Nasıl arayayım hilkatimi? Nasıl bulabilirim?


Zulmet-i nefs ü hevâda kalma mahbûs-i ebed
Eyle bahş-ı cân ebedî ol mâh-ı tâbânı taleb
"Men aref" dersinden al irfân-ı feyz-i Ahmedî
Hızr-ı ma'nâyı bulup kıl sırr-ı irfânı taleb
Sırr-ı Kur'ân, sırr-ı insân, sırr-ı ekvân yeknümûd
Mihver-i seyrânda eyle kenz-i Rahmân'ı taleb
Allah râzı olsun, bir zât, kâmil ve mükemmel bir insâna giderek, yani mekteb-i Muhammed'de okumuş bir zâta giderek ona mürâcaat etmiş. Bir mekteb var, mekteb-i ilâhiyye, Allah mektebi, bu mektebde nebîler okudular, peygamberler okudular. Bu mektebin muallimi Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleriydi. Bazı insanlardan da, hilkat-i ezelde, ıstafâ olan velîler bu mektebde okudular. Ümmî velîler. Hiç bir yerden ders almamış ama okuyanları dize getiriyor. Bu mekteb-i ilâhîye devâm edenler, okuyanları, okutanları dize getiriyor. Sonra bu mektebin üstâdı Resûl-i Ekrem olmuş, sallallahu aleyhi vesellem. Bu mektebi okuyanlar kimlerdir? Ashâb-ı kirâm efendilerimiz ve büyük velîlerimizdir. Bu mekteb manevi mekteb. Bu mektebe bugün de sen girebilirsin. Sana haber vereyim. Bu mekteb açık. Kayıtlar kapanmamış. İçeriye alınacak talebelerin de sayısı belli değil. Kim tâlib olursa ona tâlib olurlar. Bu, Allah mektebi bu! Bu da, kalb temizliği, beden temizliği, iç-dış temizliği, ahlâk-ı hamîde sâhibi olmakla, Kur`ân ahlâkıyla ahlâklanmakla, Resûl-i Ekrem'in çizdiği yoldan yürümekle, sünnet-i Muhammediyyeye hürmetle, Resûl-i Ekrem'i her şeyinden ziyâde sevmekle bu mektebde tahsîl edebilirsin. Hayâtın boyunca. Sonra o gün mektebden diplomayı aldın mı, o diploma sana cennetin, cemâlin, rızânın, rıdvânın diplomasıdır. Hemen sen Allah diyegör, mahrûm olmazsın. 

İşte bu mektebde okuyan Ebü'd-Derdâ Hazretlerine bir zât mürâcaat etmiş. Ebü'd-Derdâ ashâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden. Yani ashâb-ı kirâm demek, Resûl-i Ekrem'in arkadaşları demekdir. Peygamber'i görmüş, Resûl-i Ekrem'e îmân etmiş, Resûl-i Ekrem'in huzûrunda oturmuş, bâhusûs seyyidinâ Ebûbekir, Ömer, Osmân, Ali gibi. Hazret-i Ali Efendimizin evinde büyümüşdür. Huzeyfetü'l-Yemânî gibi, Ebü'd-Derdâ gibi ki, bu zevât dâimâ gece gündüz Peygamber'in berâberinde. Yani ashâb-ı soffe gibi. Hattâ ashâb-ı soffe, yemeği içmeği terketmişler. Bir lokma ekmeğe râzılar, bir hırkaya râzılar, Peygamber'in kapısının önünde oturuyorlar ve Resûl-i Ekrem dışarı çıkdığı vakit, "Ey Allah'ın Resûlü! Ey Allah'ın Habîbi! Allah sana ne öğretdi ise, sen de bize öğret" diyorlar. Bunlar, Resûlullah'ın cemâliyle doyuyorlar, onunla geçiniyorlar. İşt ebu Ebü'd-Derdâ onlardan bir tânesi.

Bak sana bir de kerâmetinden söyleyelim. Kerâmet-i evliyâ hakdır. Ehl-i sünnet ve'l-cemâat mezhebinde, kerâmet-i evliyâ hakdır. Bu Ebü'd-Derdâ radıyallahu anha Hazret-i Azrâil yani melekü'l mevt, insan şekliyle geldi. 

İyi dinle! Kulağını benden yana ver! Melekler ve şeytanlar, insan şekline girebilirler. "Efendi bugün de olur mu bu?". Bugün de olur. Kaç tâne melâikeye rast geldin haberin bile olmadı. Sûret-i insanda kaç tâne iblise rast geldin, haberin olmadı. Eğer çarpdıysa seni, haberdâr olmuşsundur. İnsan şeytanları vardır. Melekler de öyle, şekl-i insâna girebilir. Cebrâil, Cenâb-ı Peygamber'e bazen, Dihyetü'l-Kelbî diye bir sahâbe vardı ki sahâbenin en güzeliydi, onun şeklinde gelirdi. Yani onun şekline girer gelirdi. Okuyanlar biliyorlar, Buhârî'de, Müslim'de, Ebû Dâvûd'da, kayıtlıdır. Melekler insan şekline girerler.
Peki bunun sebebi nedir acabâ? Bir sırrını söyleyiverelim. Bütün beşer, bütün insanlar, birbirinin hak ve hukûkuna riâyet etsin, birbirlerine hüsn-i muamele etsin diye Allah böyle yapmışdır. Şurada yanında birisi oturuyor, tanımıyorsun, ne olduğunu biliyor musun? Bilmiyorsun. Onu kakıma, hakâret etme. Belki melâike-i kirâmdan birisidir. Kapına bir fakîr geldi, boynunu bükdü, sana ihtiyâcını söyledi. Dilenciden bahsetmiyorum, fukarâdan bahsetdim. Zâten ârifsen, irfânın varsa fukarâyı renginden bilirsin. İsteyen fakîr değildir. İsteyen istemesini öğrenmişdir. Evvelâ fakîrdin sen, çıplakdın, sonra zengin oldun, sonra Allah senin kapına insan şeklinde, fakîr olarak bir meleği gönderir. Sana der ki, "Şey'enlillah" der. Sen menîden halk olunduğunu unuttuğun gibi, fakîrliğini, züğürtlüğünü unutursun da onu kapıdan kovarsın. Çünkü hepimiz unuttuk menîden halk olunduğumuzu. Nerdeyse görmesek inanmayacağız. O vakit adamın mülkünü ters çevirirler. "Mülkün tersine dönsün"der, gider. Yani o vakit altın tutarsın toprak olur. Yerine verirsen eğer, "tuttuğun toprak altın olsun" der, hânende, evinde, kisb ü ticâretinde yani kesende bereket taşar. "Fa'tebirû yâ ulül ebsâr". Göz sâhibleri! Size söyledik. O kadar. Uzatmayalım.

Melekü'l-mevt Ebü'd-Derdâ Hazretlerine insan şeklinde gelmiş. Birisi de kitâba yazmış, şimdi herkes bir kitâb yazıyor, "ashâbın kerâmeti yokdur" demiş. Ulan nerden buldun bunu? Hazret-i Ömer üç aylık yoldan ordularını idâre ederdi, "Yâ Sâriye! El-cebel!" diye. Yalnız ne var ki, güneş çıkdığı vakit, yıldızların nûru görünmediği gibi, Resûl-i Ekrem zamânında Resûl-i Ekrem güneş gibi, şems-i hakîkat-i Muhammediyye, ashâb da yıldız ama, güneş yıldızların nûrunu göstermiyordu. Mesele buydu. Bir kimse Resûl-i Ekrem'i görsün ve îmân etsin de onda kerâmet bulunmasın, o şaşılacak bir işdir! Resûlullah bir bakışla insanı âlî kılar. Bir bakışla! Bir nazarı yani nigâh-ı iltifât-ı Muhammediyye seni âlî kılacakdır. 

Bir veliyyullah, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri Bağdad'da geziyormuş. İyi dinle, kulağını benden yana ver! Haydi bir misâlini verelim de sonra geçelim. Bağdad şehrinde bir adamı asmışlar. Yani mahkeme adamın idâmına karar vermiş, sokak ortasında asmışlar. O devirde öyleymiş. Yakın zamâna kadar da sokak ortasında insan asarlardı. İbret olsun diye. Tabii bundan ibret alanlar ibret alırlar, almayanlar gene bildiklerini yaparlar. O adamı asmışlar, Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri bilmeyerek o adamın asılı olduğu sokağa girmiş ve gayr-i ihtiyâri asılmış olan o adamı görmüş. Görünce hemen başını çevirmiş ama Hazret-i Velî ona merhametle bakmış. Bunun yeri burası olmaycakdı, bu insandı, insanın ne işi var sehbâda?. İnsanın makâmı insâniyyet makâmıdır, sehbâ makâmı değildir. Meğer ki zâlim eline uğraya. Meğer ki zâlim eline uğraya. Şöyle bir bakmış, merhametle, başını çevirmiş. Böyle şeylere bakma, iyi değildir. Bunlara âfâtü'n-nazar diyorlar, göz âfâtı diyorlar. Göz dikeni yani. Bu gibi şeylere bakmak doğru değildir. O gece o adamı rüyâda görmüşler. Adam da kötülüğü ayyûka çıkmış bir adammış. Görmüşler, cennetde. Kim görmüş? Benim gibi adamlar değil. Bağdad'ın ileri gelenleri görmüşler. Demişler ki "Seni mahkeme idâma mahkûm etdi, kısas yapdılar, asdılar seni, senin cennetde ne işin var?" Demiş ki, "Çok büyük günâhım vardı ama Allah'ın velîlerinden birisi geçerken bana rahmet nazarıyla bakdı, Allahu Sübhânehû ve Teâlâ dedi ki, "Benim velîm bir kimseye rahmet nazarıyla bakarsa onu ben affederim" dedi. Aldı beni cennete koydu" demiş. Acabâ anlatabildim mi? Bir velî böyle olursa, Peygamber bir adama bakarsa ne yapmaz? Nazar-ı iltifât-ı Muhammediyye. Meğer ki sen Resûl-i Ekrem'i göresin.

Gelelim Ebü'd-Derdâ Hazretlerine. Cenâb-ı melekü'l-mevt Ebü'd-Derdâ'ya insan şeklinde gelmiş. Ebü'd-Derdâ'nın bir kulubesi var, Ebü'd-Derdâ bir gecekondu yapmış ama o zâhirde gecekondu, hakîkatde saray. Gönlü hoş olan için öyledir. Hani "İki gönül bir oldukdan sonra samanlık seyrân olur" denir ya. Allah'ı sevenler ve Allah'ın sevdikleri için here taraf seyrân olmuşdur. Sana bana göre değil. Melekü'l-mevt gelmiş, bizi irşâd zımnında, Ebü'd-Derdâ'ya şöyle söylüyor, "Ayakların yazın sıcakdan, kışın soğukdan kurtulmuyor. Şunu biraz daha büyütsen de, kışın soğukdan korunsan, yazın sıcakdan korunsan" deyince, şöyle bir bakmış, "Sen benim peşimde dolaşdığın müddetçe bu bana çok bile" demiş. Yani melekü'l-mevte "Bırakmıyorsun peşimi "demiş. İşte Ebü'd-Derdâ böyle bir zât-ı muhterem.

Vermedi cism ile cânı sana ol Rabb-i Rahîm
Sarf edüp mahv edesin nefs ile her gaflete sen
Vermedi göz ki anın nûrunu telvîs edesin
Kudret-i hikmet-i Hakk'la eresin ibrete sen
İşte bu zâta gelmiş bir zât. Yani hakîkati arayacak, âyât-ı enfüsiyyeyi, âyât-ı âfâkiyyeyi, âyât-ı elfâziyyeyi görecek, anlayacak. Bunu istiyor. Yani sebeb-i hilkatini bulmak istiyor. Demiş ki, "Yâ Ebe'd-Derdâ! Her tarafım günâh ile âlûde oldu, simsiyâh olduk. Kalb de karadı. Neye baksam ibret bile alamıyorum. Halbuki dünyânın fânî olduğunu biliyorum. Şuradan biliyorum ki, hani babalarımız, hani dedelerimiz, hani bizim konu komşularımız, hani sevdiklerimiz, hani düşmanlarımız? Akın akın geçdiler, gitdiler".

Bu kâinât ne Firavun'a kaldı ne Mûsâ'ya. Mahkeme kadıya mülk olmuyor. Hatîbe de hutbe mülk olmuyor. O yer de sana mülk olmaz. Oturduğun apartmanlar mapartmanlar, sâhib olduğun banka hesapları, tahviller mahviller hepsi burada kalacak ancak bunların ma'nâsını götüreceksin. Giden tabut boş gitmiyor ve bağırıyor, sesleniyor. İki türlü sesleniyor. Dâimâ ben size bunu söylerim. "Eyne tezhebûne" yahud "Kaddimûnî" diyor. Evvelâ onu musallâya çıkarıyorlar. Musallâ bir vaaz kürsüsü gibi. İyi dinle! Meyyiti musallâya koyuyorlar. Hayatda iken onun kadr u kıymetini bilmeyenler karşısında el bağlıyorlar. Onu açlıkdan öldürenler ona sonra türbe yapıyorlar. O musallâ tıpkı bir kürsü gibi, vâizin kürsüsü gibidir. Meyyit de bir vâizdir, lisân-ı hâl ile vaaz eder. Cenâze namazını kılmaya gelenlere vaaz eder. Der ki, "Aklınızı başınıza alın! Biz de ha şu gün ha bu gün tövbe edeceğiz derken ecel geldi çatdı, işte bu hâle geldik. Yakında siz de bize mülâkî olacaksınız, bize geleceksiniz" der. Ama anlayana, anlamayan bir şey yok. O bakar oradan, hattâ onun malına göz dikmişdir. Ölecek adam ölmüş adamın malına sâhib çıkar. Ölmüş olan adamın kitaplarını ölecek olan kitapçı almaya kalkar. Ölecek olan imâmın mihrâbına ölüme namzed olan imâm tâlib olur. Bu iş böyle. Gök ağlar, yer güler. Bir tarafın gülmesi bir tarafın ağlamasını iktizâ ettirir. Bu kâinât böyledir. Ancak istiyor musun tamâmen saf bir gönüle mâlik olmak. Allah'a dayanacaksın, Allah'lı bir gönüle mâlik olacaksın. Yani gece-gündüz, sabah-akşam, âşikâr-gizli, lâ ilâhe illallah'a devam, Muhammedü'r-Resûlullah'a devam edeceksin. Yalnız lisânla değil, hem kalben hem lisânen. Kalben de söylesen olur ama lisânen de söylemenin kıymeti vardır, azîzim! Neden? Çünkü kulağın da bir zevki var. Kulak da dinlesin Allah kelâmını. O da bir zevkdir, dinlemek de bir zevkdir. 

O zât demiş ki, "Yâ Ebe'd-Derdâ! Ben nasıl ıslâh olabilirim?". Bu zât tâbiîndendir. Tâbiîn kime derler? Ashâbı görene derler. Ebü'd-Derdâ Resûl-i Ekrem'i görmüş, Resûl-i Ekrem'in sohbetinde senelerce oturmuş, büyük zevâtdan birisi. Hattâ İstanbul'da makâmı vardır. İnşaallah bir gün fırsat bulursak, o makâmı niye yapmışlar, onu da anlatırım sizlere. İnşaallah, Allah nasîb ederse, ölmezsek.

İşte o tâbiînden olan zât, Ebü'd-Derdâ'ya "Nasıl ıslâh-ı nefs edebilirim, nasıl Hakk'ı bulabilirim, nasıl insan olabilirim? Sen Resûl-i Ekrem'in sohbetinde oturdun. Kur`ân eczâhânesinden, Kur`ân reçetesiyle bize bir ilaç ver ki, derdimize çâre bulalım" diye sorunca Hazret-i Ebü'd-Derdâ buyurmuşlar ki, "Sana üç şey tavsiye edeceğim". Biz de size tavsiye ediyoruz. "Eğer bunları yaparsan, senin kalbin yumuşayacak, sen Hakk'ı arayacaksın ve Hakk'ı bulacaksın. Bu öyle bir ilaç ki çok müessir bir ilaç. Birisi hastahânelere git, hastaları yokla. İkincisi cenâzelere tâbi ol, cenâze namazı kıl. Üçüncüsü kabristanları dolaş, oralara bak" demiş. Bu güzel bir tavsiye ama adam biraz yağlı olursa yani günâhı çok olursa bunu anlayamaz. Bunun altından kalkamaz. Nitekim de o adam bunun altından kalkamamış.
Hani ne gibi? Pâdişâhın birisi içkiye mübtelâ imiş. Kim böyle bir şeye mübtelâ ise, bak Receb ayı geliyor, Receb ayı tövbe ayıdır. Efendiler! Kötü alışkanlıklarımızdan Receb ayında tövbe edersek, Cenâb-ı Hakk tövbelerimizi kabûl eder ve bizi o kötü alışkanlıklarımızdan kurtarır, necâta erdirir. Kulağınızda bulunsun. Receb ayında tövbe edenin tövbesi kabûl olur. 

İyi dinlersen bu da sana büyük bir ibret. Sultan içki içermiş, bir gün tımarhâneyi ziyârete gitmiş. Gidince tabii oradaki doktor, pâdişâh geldi diye büyük bir karşılama yapmış. İş biraz uzamış, sofra kurdurmuşlar. Sultanın da içki aldığını biliyorlar, içki getirmişler. Pâdişâh tam içkiyi içecek, oradan genç bir akıl hastası zuhûr etmiş. İyi dinle! Sultan bir tâne içdikden sonra ona da bir tâne uzatmış. O genç sultana demiş ki, "Bunu bana uzatıyorsun ama sana bir soru soracağım, cevâbını verirsen içerim" demiş. Pâdişâh, alaylı alaylı "Söyle bakalım nedir?" demiş. Bizim akıllı. Kim akıllı kim deli? Al deli, mor deli, zır deli, zırzır deli, hınzır deli. Delilerin çok cinsi vardır, teferruatı, sınıfları pek fazladır. Kim akıllı, kim deli, daha belli değil? O genç akıl hastası pâdişâha demiş ki, "Sen bunu içiyorsun paranla benim gibi olmak yani deli olmak için içiyorsun, ben içersem kimin gibi olacağım?" demiş. 

Malûm ya, bir delinin hastalığının derecesini doktor vâsıtasıyla ölçerler, fakat sarhoşun ne yapacağı malûm değildir. "Efendim bana hiç dokunmuyor". Öyle bir dokunur ki o zamanı geldiği vakit. Çünkü yangın kıvılcımdan çıkar, koç kuzudan olur. Ejderhâ, ufak yılandan meydâna gelir. Öyle bir olur ki o, soluğu mahkemede alırsın. "Efendim, bilmiyordum, içmişdim, annemi vurmuşum ya arkadaşımı ya evlâdımı ya karımı". Herşeyin mahvoldu. Bir binâ-yı ilâhîyi yıkdın, dünyân yıkıldı. Bir anda olur iş. Onun için hemen böyle şeyleri terkedeceksin. Üstelik receb ayı geliyor, bak tövbe ayı geliyor. Tövbe edeceksin. Katresini ağzına koymayacaksın. Ha, onu da sana şöyle tarif edeyim, öğren bizden. Beğenmezsen alma. "Huz mâ safâ, da' mâ keder". Beğenmezsen alma bizim tavsiyemizi. İçkiyi terketmek istiyorsan, iyi dinle, evvelâ içki arkadaşlarını terket. O vakit içkiyi terkedebilirsin. İçki arkadaşlarını terkedemezsen, onların yanına gidersen,  seni gene başdan çıkarırlar. Kumarı mı terkedeceksin? Evvelâ kumar arkadaşlarını terkedeceksin, sonra kumarı terkedebilirsin. Acaba anlatabildim mi? Yâ Rabbi, bize de anlat ve konuşduklarımızın zevkini ver.

Burada dersi keseceğim, inşâllah haftaya anlatırım, uzayacak çünkü.
Mü'minler! Aklım başımda diyenler! Bu iddiâda bulunanlar!

Biliyoruz ki hepimiz âciziz, kuvvet ve kudret sâhibi Allah'dır. Allah dilediği vakit bizi yere gömebilir, dilerse bir zelzele ile kâinâtı birbirine geçirebilir. Bir anda helâk eder, bir anda halk eder. Bu an kelimesini de sana anlatmak için söyledim, bu andan da daha süratli olabilir bu iş. Allahu Sübhânehû ve Teâla, böyle bir kudrete sâhibdir. Öyleyse Allah'dan korkmayarak, O'nun emirlerini ayakaltı etmeyelim. O'nu severek ve O'ndan korkarak emirlerine elimizden geldiği kadar riâyet edelim. Allah'ın emirlerine boyun eğersen kaybetmeyeceksin. Allah'ın nehiylerinden kaçarsan da yine kaybetmeyeceksin. Güzel yüzünü günâh ile karartma! O alın, Rahmân'a secde etmekle nûrlanır.

Hakk muhabbetinden ve Resûlullah muhabbetinden gayrı muhabbeti kalbine koyarak kalbini daraltma! Orası Allah ve Muhammed aşkıyla tezyîn olsun. Allah'ı ve Resûlünü seviyorsan bil ki, kişi sevdiğini hem çok zikreder, hem de çok fikreder. Lisânını tevhîde ve zikre alıştır. Otururken, kalkarken, yatarken, gece ve gündüz Hakk'ı zikreyle. Unutma ki, kim Allah'ı zikrederse Allah da onu zikreder.

Söz uzayacağı için dersi yarıda bırakdım. İnşâalah Allah ecelden aman verirse haftaya gerisini de söyleriz.

Bu hutbede vakit darlığı sebebiyle yarım kalan Ebü'd-Derdâ kıssasının tamâmını "Nefsini Islâh Etmek İsteyenlere Üç Tavsiye" başlıklı yazımızdan okuyabilirsiniz.


Vermedi bunca ni'am kesb edesin kahr u nikâm
Şükrün et 'abd-i şekûr olmak için ni'mete sen
Lâ yu'ad ni'metinin bir gün hisâbın ister
Hâzır ol cümle hisâb olmak için da'vete sen



Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 1 Nisan 1983 (17 Cemâziyyülâhir 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder