Sayfalar

12 Nisan 2021 Pazartesi

Ramazân, Oruç, Zekât ve Sadaka - Cuma Hutbesi - 10 Haziran 1983


HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm
Sadakallahu'l-azîm.

Hakk Teâlâ'nın vahdâniyyetine inanan ve O'nu lisân ile ikrâr, kalbiye tasdîk edip, Allah'ın rızâsını maksûd, cemâlini matlûb edinenler!

Mühim bir ayın arefesinde bulunuyoruz. Görüyorsunuz ya, koca bir sene geçdi, Receb, Şa'bân derken, Allah'ın rahmetinin tecellî etdiği, Kur`ân'ın nüzûl etdiği ay ki, bu gireceğimiz olan, geldi hemen hemen kapılarımıza dayandı, gönüllerimiz nûr-i îmân ile tekrar boyandı.

Ne mutlu Ramazân-ı Şerîfin geldiğine sevinen ve Ramazan'ın gelmesiyle ferahlanan kişilere ki Resûl-i Ekrem buyurdu ki, "Benim ümmetimden her kim ki Ramazan'ın gelmesiyle ferahlanırsa, Allah onun cesedini yakmayı cehenneme haram kılar" dedi.

Bundan evvel de söylemişdik. Receb, şehrullah idi, Şa'bân da şehr-i Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhivesellem, Ramazân da, bizlere yani Ümmet-i Muhammed'e verilmiş olan bir aydı.

Cenâb-ı Hakk'a inanarak ve tutduğumuz oruca O'nun vereceği sevâba i'timâd ederek ve i'tikâd-ı tâmm ile oruç tutacak olursak, Peygamberimiz bize şu müjdeyi veriyor. Ramazân'a hürmet edenler, bayram sabahı analarından doğduğu gibi tertemiz olacaklardır. Yalnız kul hakkı müstesnâdır. Aldınsa vereceksin, zulmetdinse o kimsenin rızâsını alacaksın. Bu velev ki hayvan olsun, velev ki kâfir olsun, velev ki mü'min olsun, mutlakâ hakla âhirete gitme. Şehîd dahi olsan, Allah yolunda şehîd dahi olsan, üzerinde kul hakkı varsa, yakayı azâbdan kurtaramazsın, şehîd olduğun hâlde. Mutlakâ kul hakkına çok riâyet etmek lâzımdır. Allah bunu emrediyor bizlere. Hak ve hukûka çok riâyet etmek her mü'minin boynunun borcudur. Çok çok çok çok riâyet etmek lâzım. Velev ki bir habbe olsun. Velev ki bir zerre olsun. 

Manevî, maddî haklar vardır, her ikisi de böyledir. Bir kimsenin aleyhinde konuşman, onun hakkını gasbetmiş olursun. Malını alır vermezsen gene hakkını gasbetmiş olursun. Biri maddî hak, biri manevî hakdır. Mutlaka kendini görüp, kendinden rızâ alman şartdır. Ondan sonra Cenâb-ı Hakk'a rücû' eder, Allah'a tövbe istiğfâr eder Cenâb-ı Hakk'ın mağfiretini beklersin. Haklar yerine kazâ olmayınca yapılan duâlar müsetcâb olmaz. Yani alnın secdede çürüse, dizlerin devenin dizleri gibi nasır tutsa ibâdetde, mutlakâ hak sâhibi hakkını alacakdır. Bunu hiç hatırından çıkarma. Meğer ki Cenâb-ı Hakk'a çok yaklaş, çok ibâdet ve tâat et, hak sâhiblerini de bulama, göreme, bulama, o vakit Cenâb-ı Hakk kıyâmet gününde o hak sâhibini, senden râzı olduğu için, taraf-ı ilâhîden vereceği mükâfât ile onun rızâsını alır, senden râzı eder. Yoksa ve illâ hak sâhiblerine mutlakâ hakkını vermek lâzımdır. Velev ki bir habbe olsun, dediğim gibi.

Hani şöyle bir misâlle söyleyeyim ben sana ki kafamıza girsin söyleyeceğimiz söz. Çünkü ciddî mevzular insanın kafasından çıkar, hikâyeyle olursa, o vakit kafaya yerleşir.

Hazret-i Îsâ aleyhisselâm gidiyormuş, Cenâb-ı Hakk emr ü fermân buyurdu kendisine, "Yâ Îsâ, o kabre kum bi iznillah de, duâ et, şu kabrin ehlini sana kaldıracağım, kendisiyle konuş" dedi. 

Kulağını benden yana ver, sonra çok ağlarsın, gözünün yaşını silecek kimse bulunmaz. Burada gözünün yaşını sil. Derdine devâyı burda ara.

Hazret-i Îsâ duâ buyurdu, kabir şakk oldu, ilkbaharda ölü ardı dirilten Allah, o meyyiti diriltdi, kaldırdı. Hazret-i Îsâ sordu ona, Allahu Teâlâ'nın emriyle, "Ne iş yapardın dünyâda?" dedi. "Yevmin cedîd rızkın cedîd geçinir idim". "Ahretdeki durumun ne?", "Azâbdayım" dedi. "Ne sebebe binâen azâba giriftâr oldun?" dedi. Dedi ki, "Ben odun taşırdım, hammaldım, taşıdığım odundan bir kürdan kopardım, mal sâhibine haber vermeden, onu kullandım ve atdım. Ondan dolayı Allah beni azâba müstehak kıldı" dedi.
Şimdi, yani Allah indinde zerre aranır. Hayır ve şer. Zerre kadar hayırla da kurtulabilirsin. Onu da anlatayım sana. Zerre kadar bir hayır. Onun için zerre kadar bir hayra koşacaksın, zerre kadar kötülükden kaçınacaksın. Allah'ın hangi şeyde rızâsı, hangi şeyde gadabı olduğunu bilmiyoruz. Hangi ibâdet ve tâatda Allah'ın rızâsı var, hangi amelde Allah'ın gadabı vardır bilmiyoruz. Onun için dâimâ zerre kadar iyiliğe koşacaksın, yapacaksın, zerre kadar kötülükden kaçınacaksın. "Efendim, bu günah küçükmüş, ne olmuş" demeyeceksin. O küçük günah adamın başına büyük belâlar açar. Yangın kıvılcımdan çıkar. Gemide ufak bir delik olursa, gemi suya gark olur. Allah'a isyân isyândır. Günahı, küçük günah büyük günah diye ayırma hiç. İsyan isyandır yalnız cezâ bakımından küçük büyük vardır. Bir adam küçük günahda az yanar, büyük günahda çok yanar. Günah mikdarı yani. 

Şimdi sana zerre kadar hayır meselesini de anlatayım. Niyetine bağlı çünkü. Onu da söyleyelim sonra geçelim dersimize. Adamcağız bir yere geldi namaz kılacak, hayvanını bağlayacak yer yok, bir kazık çakdı yere, hayvanını oraya bağladı, namazını kıldı sonra bindi hayvanına, dedi ki, "Bu kazığı burada bırakayım ben, benden sonra gelen müminler, binekli mü'min gelirse, hayvanını buraya bağlar, bir hayır olsun" dedi, bindi ve çıkdı gitdi. Sonra bir adam geldi, bakdı orada yerde bir kazık çakılı. O adam yayaydı. "Hay Allah Yâ Rabbi, ne tür insanlar var! İnsan bu kazığı buraya çakar mı! Ya bir a'mâ gelse, ya bir kimsenin ayağı takılsa düşse, başı kırılsa" dedi, kazığı ordan çıkardı sökdü atdı. Her ikisini de Allah cennete koydu. İkisinin de niyeti hayraydı. Allah baha Allah'ı değildir, bahâne Allah'ıdır.

Şimdi, mü'minler! Yarın akşam inşâallah, Allah'ın rahmetinin cûş u hurûşa geldiği, Ümmet-i Muhammed'i affetdiği, sekiz cennetin kapısını feth ü küşâd etdiği Ramazân-ı Şerîf'in ilk akşamı, yarın gece. 

Yarın oruç tutmak câiz midir? Onları da söyleyelim, biraz böyle şeyleri de. Bazen gelip soruyorlar çünkü. Oruç tutmak câiz mi değil mi? Oruç tutulur câizdir fakat niyetini iyi bilmelisin yani yapdığın niyeti. "Bugün Ramazân'sa Ramazân orucuna, Ramazân değilse nâfile oruca" diye niyet edersen, şekli şübheli olur ibâdet, mekrûhdur, kerâhet-i tahrîmiyye ile mekrûh olur. Nâfile oruç da tutarsan Cenâb-ı Hakk kabûl eder. Ramazân-ı Şerîf'i karşılamışsın yani. Acaba anlatabildim mi? Yarın için söylüyorum. Yarın akşam da terâvih var. İslâm'da geceden alır, kamerîdir bizim aylarımız, geceden. Yarın akşam terâvih var.

Ve hemen kolları sıvamalı, beş vakit namâza, hiç olmazsa. Hem de Ramazân'a mahsûs yapmayalım bu işi müslümanlar! Buraya her Cuma günü koşup geliyorsunuz, rızâ-yı Bârî için dinliyorsunuz, işitiyorsunuz. Size kasem ederim ki, bütün topladıklarımız, rütbemiz, kasamız, kesemiz, her şeyimiz burda kalacakdır. Bize ahretde hiç bir faydası olmaz. Ancak Allah yoluna sarf edersek o vakit o bizim önümüze bir nûr olur, bize yolumuzu gösterir. 

Yarın akşam terâvih var. Ve Ramazân-ı Şerîf'de namazınızı cemaatle kılmaya ve oruçlarınızı tutmaya gayret ediniz. Oruç ateşe kalkandır, cehenneme. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem öyle söylüyor. Ve diyor ki Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, "Allah her ibâdetin ecrini ilân etmiş, ne olduğunu haber vermiş, orucun mükâfâtının ne olduğunu gizlemişdir. "Ene üczî bih, oruç tutanın mükâfâtı bana âiddir" diyor Hazret-i Allah. Neymiş bilmiyoruz. Diyorlar ki büyük velîler, "muhakkak sûretde Cenâb-ı Hakk oruç tutan mü'minleri cemâl-i bâ-kemâl-i ilâhîsiyle onları taltîf edecekdir" diyor, büyük âlimlerimiz,  büyük velîlerimiz.

Yine, iftar gecesi, yani Pazar günü akşamı iftar gecesi, iftar sofrasına oturduğun vakit, o akşam, biliyorsun ki oruç ilk gününde insanı biraz sarsar, pek tatlı olur. Cenâb-ı Hakk bu sene Pazar'a getirdi Ramazân'ın baş tarafını, istirahat günümüz yani istirahat gününe. "Efendim, biraz uyusak olur mu?". Pek uykuyla geçirme ama şunu da sana haber vereyim, oruçlunun uykusu dahi tesbihdir. Yani oruçlu dayanamasa, biraz yatsa uyusa, uykusuna dahi Allah tesbih sevâbı yazar, Allah'ı zikretmiş gibi, Cenâb-ı Hakk'ı. O kadar büyük bir ecri sevâbı var. Mükemmel bir ibâdet, Allah'ın sevgilisi. Çünkü hiç içinde riyâsı yok. Her şeye riyâ girebilir, oruca riyâ girmez. Bilmezsin ki karşındaki adam oruçlu mu değil mi. Gösterişi olmayan bir ibâdet. 

Ramazân-ı Şerîf'in ilk akşamı iftar vakti oldu mu,  iyi dinle, kulağını benden yana ver, Cenâb-ı Hakk, oruç tutuan mü'minlere merhamet ile nazar eder. Hepsinin yüzleri sararmış, Hakk'ın rızâsı için yememişler, Allah'a mutî olmuşlar ve Allah'ı tesbîh etmişler, dilleriyle, gözleriyle, kulaklarıyla, kalbleriyle, her şeyleriyle oruç tutmuşlar. 
 
Çünkü bazı adam var, orucu üç şeyle tutar. Birisi yemez, içmez, bir de cinsî münâsebetde bulunmaz. Üç şeyle. Bazısı var, yedi şeyle oruç tutar. Nedir o? Gözüyle harama bakmaz, kulağıyla haram dinlemez, gıybet dinlemez, ağzıyla haram yemez, yalan söylemez, kimseyi itip sünmez, küfretmez, sebbetmez. Bazı adam var oruçluyken bakıyorsun sebbediyor, onun açlığı yanına kâr kalır. Yani sevâb alamaz, ecir alamaz. Onun için bütün a'zâ-yı cevârihe oruç tutturmalıdır. Allah indindeki makbûl olan oruç budur. Lisânını zikrullah ile süsleyeceksin, gözüne ibret boyası vuracaksın, kâinâta ibretle bakacaksın. "Fa'tebirû yâ uli'l-ebsâr". İbretsiz göz zâten sâhibinin düşmanıdır. Bir gözde ibret olmadı mı o göz sâhibinin düşmanıdır. Gene öğüt almayan kulak da o kimsenin düşmanıdır. 
İftar sofrasına oturan mü'minlerin yüzleri sararmış, hepsi boyunlarını bükmüşler, emr-i ilâhîyi bekliyorlar. Cenâb-ı Hakk, meleklerine dermiş ki, "Hani ben insanoğlunu yaratacağım vakit, bana demişdiniz ki, sana âsî olur yâ Rabbi, kan döker, fesad ederler diyordunuz. Bak görüyor musunuz, hepsi nasıl dinliyorlar benim emrimi. Hem de onlara şehvet verdim, istek verdim, sizin gibi değil. Böyle olduğu hâlde şehvetlerini, arzularını, isteklerini gemlediler, nefislerinin çenesine gem vurdular, şimdi benim emrimi bekliyorlar. Şâhid olunuz ki cümlesini affetdim ve nârımdan âzâd etdim" dermiş ve rahmet nazarıyla bakarmış Allah, oruçlu mü'mine, rahmet nazarıyla. Allah'ın bir kere rahmet nazarıyla bakması, Cenâb-ı Hakk dâimâ Rahîm'dir, Rahmân'dır ya, o oruçluya ayrı bir tecellîyâtı var, rahmet nazarıyla nazar ediyor. Allahu Teâlâ bir kimseye rahmet nazarıyla bakarsa, bir daha o kimseyi azâba koymaz. Azâb diye bir şey görmez o kimse. Onun için bunun kadr ü kıymetini bilmemiz lâzım geliyor. 

İşte okuduğum âyet-i kerîmede, yani deryâdan bir katre, şemsden bir zerre olarak, "Ey mü'minler!"

Mü'min kim? Allah ve Resûlüne inananlar, cümle enbiyâyı tasdîk edenler, Allah'ın kitâblarına, meleklerine îmân edenler, kıyâmet gününe îmân edenler, hayrın ve şerrin Allah'ın takdîriyle olduğuna îmân getirenler, öldükden sonra dirilmeye inananlar ve huzûr-i izzetde bu dünyâ hayâtının hesâbını Allah'a vermeyi kabûl edenler, inananlar, yakînen bilenler. Bir adam huzûr-i izzetde Allah'a hesâb vermeyi kabûl ederse, o adam dünyâ yüzünde Allah'a ısyân edebilir mi? Çünkü insan burda bir günah yapar, şeytanb ona vesvese verir, günah yapar, kullar onun günahına ya vâkıf olurlar ya olmazlar. Ama Allah huzûruna mutlakâ herkes çıkarılacakdır. Hiç bir ferd müstesnâ değildir. Ancak Cenâb-ı Hakk'ın bir takım has kulları var ki onlar, hesâb, kitâb, mahşerin şiddetini görmeyecekler. Ve hattâ melekler onlara soracaklar, acaba bunlar kimlermiş, diyecekler ki, "Hesâb gördünüz mü, kitâb gördünüz mü?". "Hayır görmedik, siz bize ne hesâb soruyorsunuz? Biz Allah'a gizli ibâdet etdik, Allah bizi gizli olarak cennetine aldı" diyeceklermiş ki işte oruç ibâdeti, gizli ibâdet. O da hâlis yani ihlâs ile oruç tutanlar, yedi a'zâyla oruç tutanlar. Bir de bir oruç var ki bunun daha fevkinde. Kalbine Allah sevgisinden başka bir şey sokmayacak, ancak Allah sevgisi. Dâimâ Allah ile meşgûl.

"Efendim, Ramazân'da dükkanı kapasak", olmaz öyle şey. Hacı olacaksın, ticâreti terk etmeyeceksin. Ticâret edenler yani kisb edenler Allah'ın dostudur. Terâzini doğru tutacaksın, yalan söylemeyceksin, iyi mal satacaksın. Bizde, İslâm'da ruhbâniyyet yokdur. Bazısı da "Efendim, inşaallah hacdan sonra hiç bir şey yapmayacağım" diyor. Hiç bir şey yapmamak günahdır. Hizmet edceksin beşeriyyete. Hiç bir şey yapmadan tufeylî yaşaman günahdır. Çalışacaksın, ölünceye kadar, îbâdet ve tâat. "Ramazân'da dükkanı kapasam, ibâdete dalsam". Olmaz öyle şey! Dükkanını da açacaksın, terâzini de doğru tutacaksın, ibâdullaha hizmet edeceksin, orucunu da tutacaksın. Elin kârda olacak, kalbin yârda, Allah'da olacak. Allah'lı bir gönül, dürüst bir el, dürüst bir göz, dürüst bir dil, dürsüt bir kulak, dürüst bir kalb, özün sözün doğru olacak. Mü'min bu, Muhammedî bu, sallallahu aleyhi vesellem.

İlk akşamı Cenâb-ı Hakk rahmet nazarıyla nazar eder. Allah bir kuluna rahmet nazarıyla nazar ederse eğer, O'nun bir hâssaten bir rahmeti vardır, Cenâb-ı Hakk'ın, hâssaten. Dâimâ rahmeti umûmîdir, rahmâniyyet sıfatı. Bir de hâss olan sıfatı vardır ki nazar etdi mi bir kulunu bir daha ebediyyen nâra koymaz. İşte gizli cennete gidenler onlardır. Râvîsi de Hazret-i Ömer'dir, radıyallahu anh.

Şimdi gelelim. Mü'min kim? Mü'min sensin, benim. Başka mü'min kim? Allah mü'min. Allah'ın bir esmâsı da mü'mindir. "Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû, âlimü'l-gaybu ve'ş-şehâde, hüve'r-rahmânu'r-rahîm. Hüvallahüllezî lâ ilâhe illâ hû, el-melikü'l-kuddûsü's-selâmü'l-mü'minü'l-müheyminü'l-azîzü'l-cebbâru'l-mütekebbir". Allah'ın bir esmâsı mü'mindir, Allah kendi ismini sana vermiş, mü'min diye. Kıymetini bil bir defa. Allah büu dünyâda bize, "Yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbını yapdığı gibi, yarın "yevme tüble's-serâir"de, yani kafatasları içerisinde beyinler kaynadığı vakitde, cümle enbiyâ o günün şiddetiyle o gün diz bağları söküldüğü vakitde, Yâ Rabbi o vakitde bizlere bu hitâb ile hitâb et ki bizi şâd eyle yâ Rabbi.
"كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ Kütibe aleykümü's-sıyâm, size oruç farz oldu". Deryâdan bir katre olarak söylüyorum. Yani bu âyet üzerine cild cild kitâb yazılır, ilmi olan kişi için. Cild cild kitâb. " كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ kemâ kütibe alellezîne min kabliküm, sizden evvel geçen ümmetlere farz etdiğim gibi". Allah bütün enbiyânın ümmetine orucu farz etdi. Yalnız onlara oruç ağırdı, çok ağır idi, bize tahfîf etdi Cenâb-ı Hakk. Onlar akşam ezânında oruçlarını açarlar yatsı vaktinde de niyet ederlerdi. Bidâyet-i İslâm'da da böyleydi bizim için. Sonra Hazret-i Ömer ibn Hattâb radıyallahu anh Hazretleri, Cenâb-ı Peygamber'e "Yâ Resûlallah, Cenâb-ı Hakk'a duâ et, niyâz eyle, vakit pek dar, kadınlarımızla mübâşeret edemiyoruz, bir istirahatımız yok, biz senin ümmetiniz, rahmeten lil-âlemîn olan Muhammed'in ümmetiyiz, Cenâb-ı Hakk bize müsâmahakâr davransın, lutfetsin" dedi. O vakit Cenâb-ı Hakk Hazret-i Ömer'in dileğini kabûl ederek, tâ "haytu'l-ebyad"a kadar, fecre kadar bize müsâade etdi. Yoksa yatsı vakti oruca girilirdi bidâyet-i İslâm'da, oruç farz olduğu vakit. İşte bu sıfata bürünürseniz, müttakîlerden, Allah'ın sevdiği kullardan olursunuz. Allah indinde en kerîm olan kimse de Allah'dan korkandır, verâ sâhibi olan kimsedir. 

Dinle şimdi. Huzûr-i Seâdet'e bir a'râbî geldi, "Yâ Resûlallah bana İslâm'ı arz et" dedi. Resûl-i Ekrem, İslâm'ın beş şey üzerine binâ kılındığını söyledi. Savm u salât, hacc u zekât, kelime-i şehâdet. Savm, oruç. Zekât, malûm-i ihsânınız, malımızın kırkda birini fukarâya tasadduk, senede bir defa, üzerinden sene geçmek üzere.

Sakın ha zinhar zekâtı vermemezlik yapmayınız. O zekâtı verilmeyen paralar ve mangırlar, Cenâb-ı Hakk onları bir yılan şekline koyarak, yevm-i kıyâmetde zekâtı vermeyen cimrinin boynuna dolayacakdır. Râvîsi Hazret-i Ebâ Hureyre'dir. Gene, Kur`ân-ı Kerîm'de Cenâb-ı Hakk, "سَيُطَوَّقُونَ مَا بَخِلُوا se yutavvakûne mâ bahilû" âyet-i kerîmesinde, "Sizin boynunuza dolarım onu" diyor. Kendini kurtarmak isteyeceksin, arkandan koşacak senin de, "Nereye kaçıyorsun?" diyecek. Kaçacaksın ondan. "Nereye kaçıyorsun benden? Beni dünyâda malım diye alıp koynuna sokardın. İşte ben senin zekâtınım, vermediğin zekât" diyecek.

Hesâb edeceksin, kuruşuna kadar. Bazı zevât, "Efendim, devlete vergi veriyoruz ya" diyorlar. Devletin vergisi ayrı. O iş ayrı. Bu zekât, bir mü'minin diğer mü'minin kesesinden hakkıdır. Evvelâ akrabâlarının. Yetîmler, yoksullar, hısım-akrabâ, yol oğulları yani gurbetde kalmış insanlar. Memleketinde zenginmiş, gurbetde kalmış, fakîr olmuş. Olur insan. Parası olduğu halde, adam sürüm sürüm sürünür, Allah süründürür sonra. Ben neler gördüm. Tımarhâneye gitdim, akrabâları malın üstüne otursunlar diye adamı deli diye tımarhâneye yatırmışlar, orada çırılçıplak dolaşıyor fukarâ. Yaa! Ne oldum deme ne olacağım de. İstiyor musun mal senin ola, burada Cenâb-ı Hakk'ın emirlerine imtisâl edersen, Allah'ın dediğini yerine getirirsen, o sana kat kat olarak önüne çıkacakdır. Pek yakın bir zamanda, hiç üzülme. Hem dünyâda, hem âhiretde. 

Gene Cenâb-ı Hakk diğer bir âyet-i kerîmede Sûre-i Tövbe'de, paralarını toplayıp, biriktirip de Allah yoluna infâk etmeyenler, zekâtlarını sadakâtını vermeyenler hakkında, "وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ vellezÎne yeknizûne'z-zehebe ve'l-fıddate velâ yünfikûne fî sebîlillah, febeşşirhüm bi azâbin elim", sadakallahu'l-azîm, "Şu kimseler ki altınlarını ve gümüşlerini, paralarını kasalara biriktirdiler, zekâtını vermediler, sadakâtını vermediler, onları azâb-ı elîm ile tebşîr et yâ habîbim Muhammed", sallallah aleyhi vesellem. Tebşîr, beşâret, müjde ma'nâsınadır. Mal benim zannedenlere Cenâb-ı Hakk istihzâ ediyor. Onun için tebşîrât yapdırıyor. "Müjde! Seni cehenneme koyacaklar" denmez bir adama. Ya, "Sen hasta olacaksın", ya "Seni öldürecekler" denmez müjde diye. Ancak istihzâ olursa olur değil mi? İşte mal mülk benim diyenlere, öyle zannedenlere, Cenâb-ı Hakk diyor ki, "Söyle onlara, onları azâb-ı elîm ile tebşîr et, müjdele, müjdele".

Hesâbını yapacaksın. Devletin vergisi ayrı. Vatanına milletine hizmet, boynunun borcu. Burda serbest Allah diyorsan, hürriyetin sâyesinde söylüyorsun. Zekât ayrı. Zekât Allah'ın emri. Hısım akrabâna evvelâ, akrabâlarından kim varsa fukarâ etrâfında. Meselâ babama, dedeme, neneme, büyük neneme veremem. Torunlarıma, çocuklarıma, çocuklarımın torunlarına veremem. Amcan, dayın fukarâ ise, enişten fukarâ ise zekâtını onlara vereceksin, mahrûm etmeyeceksin. "Efendim, onlar sefih". Sefih de olsa vereceksin gene. 
Şunu da söyleyiverelim, söylemeden geçmeyelim. Bak, gör İbrâhîm aleyhisselâm, Halîlullah, nasıl Allah'ın dostu olmuş. İbrâhim Halîlullah, yani İbrâhim aleyhisselâm. Halîl demek dost demek. Niçin halîl demişler? İsmi Halîl değil. Halîlin ma'nâsı, Allah'ın dostu demek. Allah koymuş, o libâsı ona O giydirmiş, "Benim dostum" diye. Onun için halîl diyoruz. İsmi değil halîl. Allah tarafından verilen lakab İbrâhim Peygamber'e. 

Fukarâ gelmiş, kapıyı çalmış, görmüş fukarânın geldiğini, hemen götürmüş kendisine tasadduk etmiş, vermiş fukarâya. Fukarâ yan komşuya gitmiş, "Eyvâh! Keşke bilseydim o adamın sadaka isteyeceğini, evimin şu tarafından bir kapı daha açdırırdım, ordan da ona ikrâm ederdim" diyor.

Bazı akrabâların sefih olabilir, mü'min mi değil mi? Mü'minse hatırını soracaksın, sefîh de olsa, mü'minse. Zîrâ kâfire zekât verilmez, fitre verilir de zekât verilmez kâfire. Akrabândan fâsık da olsa, zekât verilir, fukarâysa zekât verebilirsin.

Sonra İbrâhim Peygamber onu görmüş, "Keşke bilseyidm o adamın o tarafa bir kapı daha açdırsaydım" demiş, sonra kapı açdırmış oraya. Evi iki kapılı. Hem bu kapıdan veriyor, hem bu kapıdan veriyor.

Yine Hazret-i Yakûb aleyhisselâm, bir yemek yiyormuş, bir yetîm gelmiş oraya, nebiyyallahın bir gafletine rast gelmiş, yemeği yedirmemiş, onun için allah Yûsuf Peygamber'i onun elinden aldırdı ve onu senelerce ağlatdı, Yakûb Peygamber'i. Kurb-i sultân âteş-i sûzân büved. Yani insan Allah'a ne kadar yaklaşırsa yapdığı kabahatların cezâsı ağır olur kendisine. Ve Yûsuf'u elinden aldı, otuz sene ağlatdı Yakûb'u. İmâm-ı Şarânî'nin beyânına göre meselenin illeti buymuş. Sonra Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, Cebrâil aleyhisselâm geldi, Yakûb Yûsuf'la kavuşdukdan sonra, "Yâ Yakûb, senin başına gelen bu mûsibet nerden geldi biliyor musun?". "Bilmiyorum" dedi. "Bir gün sen yemek yiyordun Yûsuf'la berâber, bir garîb geldi, ona sen yediğinden tattırmadın, onu sen görmedin, bakmadın ona. Onun için Allah seni bu musîbete mübtelâ kıldı" dedi. Onun üzerine Yakûb Peygamber kapılarını açdı, tellallar bağırttırdı, "Oruçlu olmayan yarın öğle yemeğine, oruçlu olan iftara gelsin" diye bağırırdı, her gün. Ramazân'da değil ha! "Oruçlu olmayan öğle yemeğine, oruçlu olan akşam yemeğine, akşam iftarına". Böyle nidâ ettirirdi. 

Onun için hesâblarınızı yapınız ve zekâtlarınızı veriniz. O zekât senin olacak o. Önünde bulacaksın. Ve bâhusûs şimdi Ramazân-ı Şerîf'in bidâyeti olmak münâsebetiyle,  fukarâ-yı müslimîn senin verdiğin zekât ile, ekmeğini, yağını, tuzunu, şekerini alır, onunla oruç tutar. İki misli ecir alırsın. Bir kısmını da Ramazân'ın sonuna doğru bırak ki bayram vardır, çocuklar için, yetîmler için bayram, musîbet günleridir. O gün, yetîmlerin ağladığı o gün, sevindir onları.

Zinhar âşikâre oruç yeme! Âşikâre oruç yemek, orucu tutmamakdan daha büyük günâhdır. Bir adam oruç tutmasa, karnını doyurup dışarı çıksa, fakat dışarda oruç yemese, Allah ile kendi arasındadır. Allah azâb eder, affeder. 

Cezâsı da bu oruç tutmamanın, biliyor musun cezâsının ne olduğunu? Bilmiyorsun. Söyleyelim onu da. Oruç tutmayanlar ölürken susuz ölürler. Bütün denizlerin suyu tatlı olsa, nehirlerin suyu, hepsini ağzına su verseler, gene susuz ölecek. Cezâsı budur, bir tânesi.

Orucu âşikâre yemek tutmamakdan daha büyük günahdır. Bazı zavallılar var, düşünceleri kıt, dar görüşlü, "Allah'ın bildiğini kuldan niye saklayayım ki" diyorlar. Allah'ın bildiğini sen kuldan saklamasan ne sen benim yüzüme bakabilirsin, ne ben senin yüzüne bakabilirim. Bereket versin Allah saklamış da kullar bilmiyor, onu da biz kullardan saklıyoruz, öylece gidiyor. Allah burda günahımızı örtdüğü gibi yarın yevm-i kıyâmetde de örtsün de rezîl etmesin bizi. "Tutmuyorum Allah beni affetsin" demek daha güzeldir. Böyle kendi kendine Allah'a karşı ebelik yapacağına, söz ebeliği, "Tutmuyorum Allah beni affetsin. Nefsimin mahkûmu oldum, tutamıyorum, sabredemiyorum, Allah beni affetsin" demek daha hayırlı. Noksanını söylemek daha güzel, daha güzel. Acaba anlatabildim mi?

Haydi bakalım, şimdi bir daha söyleyelim. Bir Ramazân günü bir mecûsî...

Mecûsî ateşpereste derler, onların kitâbları yokdur. Mecûsî kızı alınmaz. İslâm'ın ahkâmına göre, Allah'sızların kızları alınmaz. Ama ehl-i kitâb olursa, hıristiyan yâhud yahûd, kızı alınır, kesdiği yenir, Dîn-i İslâm'da. Mecûsilerin ne kesdiğini yiyebiliriz, ne kızını alabiliriz. 

Bağdad'da bir mecûsi, ismi de Behram imiş, bir Ramazân günü çocuk eline ekmek almış, çocuk, mecûsînin çocuğu, mecûsî, ateşperest, sokağa çıkmış. Mecûsî yakalamış kulağından çocuğunun ensesine bir tokat vurmuş, demiş ki, "Müslümanlar oruçlu, ayıpdır" demiş, "içeri gir, içerde ye" demiş.
Ben de size tenbîh ediyorum. Değil ki müslümanların karşısında oruç yemek, müslümanın müslüman karşısında, hıristiyanların perhizi olsa, onların karşısında pirzola falan yemeyiniz, et yemeyiniz. İnsanlık bunu iktizâ etdirir. Komşun senin en büyük düşmanın olsa, cenâzesi olsa, radyosunu açan adam terbiyesiz adamdır. Edeb lâzımdır insanlara. Edebsiz adam ne dünyâda rahat eder ne ahretde rahat eder. Edebsize cennet haramdır. 

Tutdu çocuğun kulağından "içeri gir, ekmeği içerde ye" dedi, "müslümanlar oruçlu" dedi. Sonra o adam öldü. 

Herkes ölecek. Sen de öleceksin. Ölmek mi istiyorsun olmak mı? Ölmek var, olmak var. Gel olalım biz. Lâilâheillallah diyelim, Muhammedü'r-Resûlullah diyelim ve Allah'ın emirleriyle âmil olalım, seve seve yapalım, O'nunla nûrlanalım, olalım.

Hayvan ölür, insan ölmez. İnsan, ölümü tadar. Ve ölüm bâbında insanlar için, kâmil insanlar vuslat-ı cemâl vardır, korkulacak bir şey değildir. Ölümün acısı üç yüz kılıç darbesi gibidir ama mü'minler duymazlar, tereyağından kıl çeker gibidir. Çünkü ölüm bâbında vuslat-ı cemâl vardır, Hakk Teâlâ cemâlini gösterir, o güzelliğe bakarken acıyı duymayıverirsin. Yûsuf'un güzelliğine bakıp da ellerini kesen kadınlar nasıl ki ellerinin acılarını duymadılar, sen de Hakk'ın cemâlini görürsün ve ölümün acısını duymazsın. Eğer perde kaldırılmazsa çok acı olur ölüm, üç yüz kılıç darbesi gibidir.
 
Öldü. Meğerse ölmemiş olmuş. Cennetde gördüler, Bağdad'ın ileri gelenleri. Dediler, "Behram sen mecûsî idin"...

Resûl-i Ekrem'in nübüvvvetinden evvel gelen hıristiyanlar ve mûsevîler, onların îmân 
edenleri cennete girecekler. Fakat Resûl-i Ekrem ilân-ı nübüvvet etdikden sonra, Peygamber'in nübüvvetini duyup da inkâr edenler, onlara cennet haramdır. 

Dediler, "Sen müslüman değildin, mecûsiydin, mecûsîye büsbütün haram cennet, ne arıyorsun burda?" dediler. Dedi ki, "Ben günlerde bir gün Ramazân idi, çocuğum elinde ekmekle sokağa çıkdı, çocuğumu terbiyeye davet etdim, ensesine bir tokat vurdum, dedim ki, 'Evlâdım, müslümanlar bugün oruçlu, ayıpdır, gir içeri, yemeğini evde ye' dedim. Cenâb-ı Hakk ben ölürken Melekü'l-mevt'e emreyledi, 'Ey Melekü'l-mevt! O benim Ramazân'ıma, mü'minlerime hürmet etmişdir, benim dînime saygı göstermişdir, onun rûhunu mecûsî olarak kabz eyleme, mü'min olarak kabzeyle' dedi. Ben Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah dedim ve doğru cennete geldim diyor. Bitdi o kadar.

Terbiyesizler için nâr vardır. Terbiyeliler için cennet vardır. Edebe dikkat edeceksin. Her yerde. Evinde, barkında, arkadaşına karşı, komşuna karşı, hıristiyana karşı, lâ-dînîye karşı, dâimâ terbiyeni muhâfaza etmekle mükellefsin. Görmüyor musun Resûl-i Ekrem'in en büyük sıfatlarından bir tânesi, "eddebenî rabbî fe ahsene tedîbî" buyuruyor. "Rabbim beni istediği üzre tedîb etdi" diyor, terbiyeli, edebli yani Peygamberimiz. Kim Hazret-i Muhammed'în edebini aldı, o adam ehl-i cennetdir. Zâten daha dünyâda cennete girer. 

A'râbî geldi Resûl-i Ekrem'e, sıkmıyorum sizi değil mi inşaallah, "Yâ Resûlallah, İslâm'ı bana arz eyle" dedi. "Allah'ı tevhîd, lâilâheillallah, beni tasdîk, Muhammedü'r-Resûlullah, sonra, beş vakit namaz kılacaksın" dedi a'râbîye.
Bu namaz çok mühim. Aman kardeşler, sakın ha, bazı insanlara aldanmayınız. Onlar şeytana aldanmış kimselerdir. "Efendim, namazda ne varmış, kalbin dürüst olsun, bilmem ne olsun" filan, sakın ha böyle bir şey deme. Hem kalbin temiz olacak, hem dürüst olacak, hem namâzını kılacaksın. Bir adamın kalbi dürüst olsa, namaz kılmasa, nâkısdır o adam. Bir adam namaz kılsa, kalbi temiz olmasa, o da nâkısdır. Sen öyle yapma. Hem bedenini temiz tut, hem kalbini temiz tut. Hem namâzını kıl hem kalbini temizle, temiz olsun. Sakın kendi kendini kandırma böyle. Mâdem ki Cenâb-ı Hakk'ın kullarıyız, Allah bizi kendisine ibâdet etmek için, kendisini bilmemiz için halk etdi. Bizim vazîfemiz Rabbü'l-âlemîn'e ibâdet ve tâatdır. Ve bu kadar emirler ve nehiyler de birbirimizin hak ve hukûkuna riâyetdir. 

Bu Ramazân, senin ibâdetli Ramazân'ın olsun ve Ramazan'dan sonra da sakın kendini tekrardan çamurlara yuvarlama, yani ma'siyet ve günâh çukurlarına düşme artık. Artık zamânın geldi. 

Delikanlı! Biz de delikanlıydık. Saçımız sakalımız ağardı da, kesiyoruz şimdi beyazını görmeyelim sakalımızın diye. Ama genç olmuyor adam kesmekle. Boyamakla da genç olmuyor adam. Seriyyü'z-zevâldir ömür, hemen gelip geçiverir. Bak, Ramazân'ın ilk haftası diye konuşuyoruz, bir de bakarsın dördüncü haftaya gelivermişiz. Bitdi gitdi. Bir de bakarsın ki o güne kadar yetişmeyenlerimiz olur içerimizde. Belki ben, belki sen, belki öteki, belki evimizden, hısım akrabâmız.

Bu Ramazân, senin hakkıyla Ramazân'ın olsun. Kalbin nûrlansın, yüzün nûrlansın, fuâdın sürûrlansın, Rabbü'l-âlemîn'e boyun ver, Allah'a secde et. Kaybetmeyeceksin. İşinde bereket göreceksin, kesende bereket göreceksin, ömründe bereket göreceksin, âhiretde bereket göreceksin, belâdan kurtulacaksın. Paranla başını derde sokuyorsun, Allah'a ısyân etmekle. Hem dünyâda hem ahretde. 

Resûl-i Ekrem'e gelmişler, "Yâ Resûlallah, bize nasîhat etsene" demişler. Demiş, "İçinizde ölenler var mı, arkadaşlarınızdan?". "Var yâ Resûlallah, ölümsüz yer olur mu" dediler. "O size kâfî değil mi?" dedi. 

Hâlâ sen ne kafada dolaşıyorsun? Daha kâm almamış, koca adam iskambil oynar, bilmem ne oynar, filan. Sana yakışacak olan iskambil değil, eline tesbîh alarak Cenâb-ı Hakk'a lâilâheillallah demekdir. Aman ne kadar güzel şey değil mi? Çocuk gibi senin ne işin var, iskambille, bilmem neyle, lüzumsuz şeylerle meşgûl olmak.
"Beş vakit namaz kılacaksın" dedi a'râbîye, "Kılarım Yâ Resûlallah". "Akîmû" emir, tadîl ve erkâna riâyet ederek, hudû' huşû' ile, huzûrullaha vardığını anlayarak. Cesedin kıbleye karşı, kalbin başka tarafa karşı olmasın, iki kıbleli olursun sonra. İki kıbleli, çifte kıbleli. Cesedin kıbleye karşı, kalbin başka tarafa karşı. Senin cesedin kıbleye karşı olsun da, rûhun beytü'l-ma'mûra, sidretü'l-müntehâya, arşa, kürsîye, Allah'a karşı olsun. Çünkü abdiyyet ile ma'bûdiyyetin birleşdiği yer.

Cehâletinin son Ramazân'ı olsun, ibâdetli Ramazân olsun ve bundan böyle ibâdet ve tâatını sakın terk eyleme. Bir gün elin ayağın tutmaz, câmiye gidemezsin. İstersin gitmek ama gidemezsin, elin ayağın tutmaz. Geçdi. Oruç tutmak istersin, sabredemezsin, mahrûm olmuşsundur nimetden, sıhhatin kalmamışdır. Gördün mü şimdi başına geleni senin! Zekât vermek istersin, vermeye kâdir olamazsın, mîrâsçılar sana malını verdirmezler, seni hacir altına aldırırlar sonra. Hadi, hadi, daha sayayım sana istersen, acı tarafını biraz. Ve böyle olmuşdur bu, siz biliyorsunuz, gördünüz, işittiniz.

"Beş vakit namaz kılacaksın". "Peki Yâ Resûlallah, kılarım" dedi. İyi dinle kulağını benden yana ver. Sonra bir ay oruç, Ramazân-ı Şerîf'de, bir ay. Ondan gayrı oruç tutulur mu? Tutulur. Arabî ayların ibtidâ günlerinde, birinci, ikinci, üçüncü günü, on üç, on dört, on beşinci günleri, bir de son günleri, yirmi sekiz, yirmi dokuz, otuz. İsteyen tutabilir. Yâhud isteyen Perşembe ve Pazartesi  günleri tutar. Nâfile oruç, nâfile ibâdet, insanı Allah'a yaklaştırır. Allah'ı sevdiğin için, Allah emretmeden, Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ediyorsun, Allah'ın hoşuna gider. Diyor ki Cenâb-ı Hakk hadîs-i kudsîde, "Kullar bana nâfile ibâdetle öyle yaklaşırlar ki, tuttukları el benim elim, gördükleri göz benim gözüm, işittikleri kulak benim kulağım, söyledikleri idl benim dilim olur" diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Nâfile ibâdetle. Ama bir ay boynunun borcu. Allah sana emrediyor, "on bir ay gece gündüz ye, bir ay gündüz yeme gece ye".

Sofraya acıkmadan oturma, doymadan kalk. Ramazân diye şişirme kırbayı fazlaca. Biraz azca ye Ramazân'da, o vakit Ramazân'ın zevkine varacaksın ve sıhhate kavuşacaksın, maddî manevî, hem rûh sıhhatine, hem beden sıhhatine kavuşacaksın.

"Bir ay oruç". "Peki Yâ Resûlallah, tutarım orucu" dedi a'râbî. "Zekât vereceksin, malının kırkda birini". 

"Fakîrim ben", "Zengin olduğun vakitde". Hele fukarânın sadakası, zenginin sadakasından kat kat Allah'a sevgili. Sadaka yalnız mangırla değildir, bedenen de bir adama yardım edebilirsin. Bir hastaya gidebilirsin, bir cenâze namazı kılabilirsin. Bir mezarlığa gidebilirsin. Bir açı doyurabilirsin. Hep bunlar sadakadır. Bir adam bir mü'minin cenâzesine tâbi olsa, yani onar adımdan kırk adım taşısa, sağ ön, sağ arka, sol ön, sol arka, kırk adım taşısa, bir günah-ı kebâir, büyük günahlardan bir günahını Allah affeder, cenâzeye tâbi olan kimseler. Hadîsle sâbitdir. Bunlar hep sadakadır. Resûl-i Ekrem bir gün sordu ashâbına, "İçinizde bugün aç doyuran kim var?" dedi. Sahâbe boynunu bükdü, Seyyidinâ Ebâbekir dedi ki, "Yâ Resûlallah ben doyurdum" dedi. "Peki bugün kim hasta yokladı?" dedi ashâbına. Herkes boynunu aşağıya indirdi, Seyyidinâ Ebâbekir Sıddîk buyurdu ki, "Yâ Resûlallah, bugün hastayı ben yokladım". "Bugün kim cenâzeye tâbi oldu?" dedi. Bütün sahâbe başını indirdi aşağıya, Seyyidinâ Ebâbekir, "Yâ Resûlallah, bugün cenâzeye ben tâbi oldum, cenâze namazı kıldım" dedi. Buyurdu ki Cenâb-ı Peygamber, "İşte görün ehl-i cennetden birisini". Yaa! Hayırlı işler yapmalı insan. Sadaka yalnız parayla olmaz. 
"Fakîrim", "Zengin olduğun vakitde verirsin". "Başka?" "Ömründe bir defa da haccedeceksin, zengin olursan". A'râbî dedi, "Yâ Resûlallah, İslâm bu kadar mı?". "İşte bunlar temelleri İslâm'ın, bunu yapdı mı bir adam". "Vallahi ve billahi seni hak nebî olarak gönderen Allah'a kasem ederim ki, ne bir fazla yaparım, ne bir eksik yaparım. Nasıl dedinse öyle yapacağım" dedi ve ordan ayrıldı. Rahmeten-lil-âlemîn Resûl-i Ekrem mebde-i hilkat-i âlem olan Muhammed Mustafâ sallallahu aleyhi vesellem ashâbına döndü dedi ki, "Ey benim ashâbım, ehl-i cennetden birini görmek istiyor musunuz? Eğer bu zât annesine ve babasına ikrâm ve ihsân ederse, onların hakkını yerine getirirse, işte ehl-i cennetden birini görün" dedi Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem. 

Daha bu birinci, yani ibrtidâî, ibtidâî ibâdetler bunlar. Meselâ namaz kılacaksın ama ihlâs ile kılacaksın. O ayrı. Zekât vereceksin ama seve seve vereceksin, sevdiğinden vereceksin, eskisini veremezsin, bozuğunu veremezsin, kendine lâyık gördüğünü vereceksin. Zübeyde Hâtun'a bir Kur`ân getirdiler, verdiler. Üzeri bütün mücevherle murassa idi. O devirde bir yazma Kur, ân-ı Kerîm, milyarlarca lira kıymetinde, şöye açdı, şu âyet çıkdı, "لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ len tenâlü'l-birre hattâ tünfikû mimmâ tuhibbûn, sevdiğini vermedikçe sevdiğine nâil olamazsın" diye yazıyor âyet-i kerîmede. Kur`ân'ı kaldırdı, o kölesine dedi ki, "Al senin olsun bu, bunu çok sevdim ben, sana veriyorum" dedi. "Ben birre nâil olayım" dedi, "sevdiğime nâil olayım" dedi. Sevdiğinden seve seve vereceksin.

Sonra bir de iftar tertîb ediniz. Açları doyurunuz. Yarın yevm-i kıyâmetde Allah'a en karîb olan zât, sorgusuz cennete gidecek olan zât, fukarâyı doyurandır. Oruçluya iftar veren zât, oruçlunun orucu kadar sevâb alır. Yani oruç tutanın sevâbı ikiye bölünmez, bazısı yanlış anlıyor, niye orucumun sevâbını vereyim ona diye. Öyle değil. Allah o adama ne kadar sevâb verdiyse, doyurana da o kadar sevâb verir. Acabâ anlatabildim mi? Doyurmazsa gene aynı sevâbı alır o. Mü'min kardeşlerinizi iftara davet ediniz, onların kalblerini celb etmiş olursunuz ve hânelerinize rahmet yağar. Öyle insan var ki et yüzüne hasret. Kimisi kasapta eti görüyor, eti yiyemiyor, kimisi kasapta eti de göremiyor, gözleri yok çünkü. Allah belki sana yemeye mal vermedi ama, hiç olmazsa çiğnemeye diş verdi, ağız verdi. Öyle insan var ki malı mülkü var bir yudum su içemiyor. Allah'a şükret, hamdeyle ve Cenâb-ı Hakk'a secde et.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 10 Haziran 1983 (28 Şaban 1403) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder