Sayfalar

1 Mayıs 2025 Perşembe

Akıl Ötesi

Aynülkudât Hemedânî Hazretleri Zübdetü'l-Hakâyıkında buyuruyorlar ki :

Bilesin ki, aklın az ile çoğun manâsını idrâk etmesi için bir yol vardır. Zîrâ az ile çok, sayıya izâfetle ortaya çıkan birer sıfatdır. Aklın sayıca daha azı olmayan mutlak azı, ki bu ikidir, idrâk etmesinin bir yolu vardır. Fakat sayıca daha fazlası olmayan mutlak çoğu idrâk etmesinin bir yolu yokdur. Bilmek gerekir ki, idrâk bakımından mutlak çoğun ezelî ilme nisbeti, mutlak azın nisbeti gibidir. Allah'ın ilminde mutlak az ile mutlak çoğu idrâk etme arasında bir fark yokdur. Akıl, ezelî ilmin bunu ihâta etmesinin keyfiyetini idrâk edemez. Onu idrâk etmek, ancak insanın bâtınındaki gözün açılmasına bağlıdır. Bu da âriflere mahsûsdur. İşte o zaman akıl ötesi tavrın hakîkati zâhir olur. 

Aklın bâtındaki göze nisbeti, ışığın güneşe olan nisbeti gibidir. Aklın, bâtındaki gözün sâhib çıkdığı konuları idrâk etmedeki kusûru, vehmin aklın kavradıklarını idrâk etmedeki kusûru gibidir. Her kim bâtınında bir şübheye mahal bırakmaksızın, şu zarûrî tasdîke, yani "Allah’ın ilminde mutlak çok, hiçbir fark olmaksızın mutlak az gibidir" hükmüne rastlarsa onun bâtınında marifet gözü açılmış demekdir ve kalbi de benzeri pek çok hikmetlere menba' olacakdır. Bu mertebeye varan kişi, aman aman bu kalb gözüne çok dikkat etsin! Zîrâ onu bulanıklaştıracak ve kirletecek şeylerin karışması mümkündür. Hattâ onu kendisine has olan idrâkden mahrûm bırakabilir. Bu husûsda Allahu Teâlâ’nın şu âyetinden ibret almak gerekir : "مَثَلُهُمْ كَمَثَلِ الَّذِي اسْتَوْقَدَ نَارًاۚ فَلَمَّٓا اَضَٓاءَتْ مَا حَوْلَهُ ذَهَبَ اللّٰهُ بِنُورِهِمْ وَتَرَكَهُمْ ف۪ي ظُلُمَاتٍ لَا يُبْصِرُونَ".

Bil ki, marifet gözüne giren ve onu kör eden şeylerin misâli, güneş ışığının yeryüzüne ulaşmasına mâni olan şeyler gibidir. 

Akıl ötesi tavrın özelliklerinden biri de şudur. Hakk Teâlâ’nın varlığını idrâk etdiğinde, O'na karşı ifâdeye sığmayan büyük bir aşk ve şevk doğar. Aynı şekilde akıl da Hakk’ın varlığını idrâk etmekle haz duyar. Fakat onun hazzı, Hakk'ın cemâlini idrâk etmekle ortaya çıkan bir haz değildir. Aksine aklın hazzı matematik, tıb ve diğer ilimlerden duyulan haz gibi, biliniyor olması cihetiyle alınan bir hazdır. Elbette, aklın Hakk'ı idrâk etmekden aldığı haz ile, matematikden aldığı hazzı bir tutmuyorum. Fakat bu, değerli ve değersiz olmaları yönüyle bilinen şeylerde gördüğün farklılık gibi, hattâ tabiî olarak birinin diğerinin üstünde olması cihetiyle ortaya çıkan farklılığa benzer. Akıl, Hakk'ın varlığını malûm olması cihetiyle idrâk edip haz duyduğunda, hoş bir kokuyu güzel bir renk ve görünüme sâhib olması cihetiyle idrâk edip haz duyan zâhir göze benzer. Zâhir gözün aldığı bu haz, koku hissinin idrâki sırasında kokudan aldığı hazdan oldukça uzakdır. Nitekim miskin varlığını görüp, renginden haz duymak, miske karşı aşırı bir istek ve taleb doğurmaz. Oysa miskin kokusunu koklayarak idrâk edende durum bunun aksinedir. Bunun gibi, akıl yürütme yoluyla Hakk'ın varlığını idrâk eden kişide, ârifde açığa çıkan şevk gibi bir şevk meydana gelmez. Akıl yalnız biliniyor olması cihetiyle O'nu idrâk etmekden haz duyar.

Sâlikin marifet gözü açıldığında, kemâli ve idrâk etme istidâdı ölçüsünde, umûr-ı ilâhiyyenin incelikleri ona feyezân eder. Feyzi kadar onda melekût âlemine bir yakınlık, Hakk'a bir ünsiyyet ve ezelî hazretin cemâline karşı bir aşk meydana gelir. Onun bu âleme olan ünsiyyeti derece derece azalır. Bu azalma kadar da ilâhî âleme olan ünsiyyeti artar. Belki bu ünsiyyeti, nazar ehlinin nazarî ilimlerle ünsiyyeti ile mukâyese edersin. Böyle bir mukâyese, fâhiş bir hatâ, fasid bir zandan ibâretdir. Ben burada ünsiyyet, aşk ve cemâl gibi kelimeleri istiâre bâbından kullanıyorum.Onların farklı manâlara gelmesi seni şaşırtmasın! Yoksa farkında olmadan yolunu şaşırır ve bu müsemmâlardan zayıf aklının tahayyül edeceği boş şeylere kanmış olursun. 

Akıl ötesi tavırdan nasîbi olmayan birinin aklı, mukaddimelerden hareketle bu tavrın varlığını tasdîk etmez. Onun nübüvvete îmân etmesi de hemen hemen imkânsızdır. Zîrâ nübüvvet, akıl ötesi tavırdan hattâ biraz önce işâret edilen tavırdan da ötesini ifâde eder. Bunu tasdîk etmeyen kimse, nübüvveti tasdik eden bir kimse olamaz. Akıldan sonra nübüvvet tavrından önce gelen velâyet tavrını tekzîb eden için ne diyebilirsin ki? O, nübüvvetin hakîkatini diliyle tasdîk etse yâhud kalbiyle inanmış olsa da hatâ etmiş olur. Bu inançda olan birinin durumu, renkli bir şeyin varlığını dokunarak idrâk edip, rengin varlığını ve hakîkatini idrâk etdiğini tasdîk etdiğine inanan doğuşdan kör bir kimsenin hâline benzer. Heyhât! Rengin hakîkatini idrâk etmekden ne kadar da uzakdır o. 

Akıl nazarında nübüvvete îmân, gayba îmândır. Akıl bu gaybı, idrâki için hâzır olan bir şeye benzetirse, bu, hakîkatden oldukça uzak bir benzetme olur. Böyle bir îmân sende meydana gelmiş ise, nübüvvete îmân etdiğini bil! Aksi hâlde, bu îmânı elde edene kadar zarûret mikdarı hâriç yemek, içmek ve uyumak sana haramdır. Bu nasîhati kabûl edersen felâha erersin, ihmâl edersen sen de ihmâl edilirsin. "وَمَنْ جَاهَدَ فَاِنَّمَا يُجَاهِدُ لِنَفْسِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ"Ölüm meleği göründüğü sırada seni ve emsâllerini şu âyetle karşılayacakdır : وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ".

Muhtemelen şunu söyleyeceksin : "Nübüvvete îmân edebilmesi için akıllı kimsenin tutması gereken yol nedir?” Bu durumda şunu söylerim. Bunun yolu, şiir zevki olmayanın, maksadına ulaşıncaya kadar zevk ehliyle oturup kalkmasında tutduğu yola benzer. Şiir zevkine sâhib olmayıp, manzûm ile mensûr arasındaki farkı idrâk edemeyen birçok kimse, başkalarında, işi bu farkı idrâk etmek olan bir kuvvetin varlığını tasdîk eder. Bu tasdîk, bu kuvvetden mahrûm olmayan zümrelerle çokça bir arada oturup kalkmalarından ileri gelir. Böylece onlar, yakîn derecesinde bir îmân ile gayba îmân eden kimseler olur.

1 yorum:

  1. Aklın ötesinde ne olur?
    Sayfayı okuyan bir aklın ya da gönlün çıkarımı:

    "Sâlikin marifet gözü açıldığında, kemâli ve idrâk etme istidâdı ölçüsünde, umûr-ı ilâhiyyenin incelikleri ona feyezân eder. Feyzi kadar onda melekût âlemine bir yakınlık, Hakk'a bir ünsiyyet ve ezelî hazretin cemâline karşı bir aşk meydana gelir. Onun bu âleme olan ünsiyyeti derece derece azalır. Bu azalma kadar da ilâhî âleme olan ünsiyyeti artar."



    YanıtlaSil