Sayfalar

16 Ekim 2025 Perşembe

Şeyhülislâmın Yemeğini Yemeyen Velî

Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :

Adamın birisi birine sebbetmiş, dedesine sebbetmiş, babasına sebbetmiş. Arapça’da küfür başkadır sebb başkadır. Türkçede küfür, sebb manâsına kullanılır Türkiye'de. Küfür etmek, dînden çıkmak manâsınadır, islâmdan çıkan adama küfr etdi derler, kâfir oldu derler. Sebb kelimesi, bizim küfür dediğimiz şey yani kötü söz söylemek, sin-kefle konuşmak filan. Biz Türkçede buna küfür deriz. Bu küfür değildir, sebbdir. Sebbetmiş, sonra o zât gelmiş, mugâlata yapmış, şeyhülislâmın huzûrunda, "Efendim, benim ceddime küfür etdi, benim ceddim Hazret-i Âdem aleyhisselâma gidiyor". Peygamber'e sebbetmek ağır bir suçdur, islâm ahkâmına göre, o sebbeden kimse katl olunur.

O zât mugâlata yapmış şeyhülislâmın huzûrunda, "Benim ceddim Hazret-i Âdem'dir, o adam benim ceddime küfür etdi" filan diye. Ve o zât hakkında katline fetvâ almış, o devirde nasıl yapdıysa. Giderken yolda bir çiftçiye rastgelmiş. Çiftçi de zâhirde çiftçi, bâtında Allah'ın ulu dostlarından bir dost. Allah'ın sevgililerinden yani. Zâhirde çiftçi. Neyse, o çiftçi, görmüş o zâtın böyle sevinerek gitdiğini, düşmanını imhâ edecek. Yani bâtılı hakla örtdü. Seviniyor hâin. Allah için yapdığından değil. Demiş ki o çiftçi, "Neye seviniyorsun böyle?" diye sormuş ona. "Mesele böyle böyle, işi kitabına uydurdum, herifin katline fetvâ aldım" demiş adam. "Bakayım fetvâya" demiş, almış fetvâyı yırtmış atmış. Adam fetvânın yırtıklarını toplamış tekrar İstanbul'a dönmüş, şeyhülislâma mürâcaat etmiş.

"Efendim, sizin fetvânızı bir çiftçi yırtdı" filan. Vay, ikinci bir suç. "Yakalayın şeyhülislâmın fetvâsını yırtan adamı". Getirmişler Hazret'i, köylü amcayı. Şeyhülislam namaz kılıyormuş odaya girdiği vakitde. Namaz kılarken, "Selâmün aleyküm" demiş. Şeyhülislam namazı bitirmiş, selâm vermiş. "Kim verdi bana selâmı?" demiş. "Fakîr verdim". "Sen bilmez misin" demiş, "hiç işitmedin mi, ilmin yok mu senin, dinlemedin mi, duymadın mı, namaz kılana selâm verilmez". "Efendim, zât-ı âlîniz namaz kılmıyordunuz ki". "E ne yapıyordum ben?". "Duvardan pencere açıyordun" demiş. Meğer şeyhülislam efendi namaz kılarken, düşünüyormuş ki, "Burası karanlık oluyor, şuradan bir pencere açdırayım" diye. Şeyhülislamın kalbini okuyor. Şaşırmış şeyhülislâm efendi. "Kimsin sen?". "Fetvâyı yırtan" demiş. Öyle deyince, şeyhülislamın eli ayağı titremeye başlamış. Bildiğin gibi değil hâdise. Hesap sormakdan vazgeçmiş de bu sefer hikmetini merâk etmiş şeyhülislam, "Ne hikmete mebnî yırtdın?" deyince, "Evlâdım" demiş, "onun üçüncü batındaki dedesi ya beşinci batındaki dedesi kâfirdi, sen nereden çıkardın Hazret-i Âdem'e götürdün onu!". "Yaaa öyle mi, affedersiniz" demiş şeyhülislâm, yapdığı hatâyı tamîr etmiş, Hazret'i de oraya getirdiği için kendisine iltifat göstermiş, "Lütfen bizim lokmamızı yiyin" demiş.

Demiş ki, "Evlâdım, ben senin sofrana otururum, yalnız senin yemeğinden ben yiyemem". "Neden?". "Mazûrum ben" demiş. "Ben çiftçilik yapıyorum, alnımın teriyle kazandığım, peynirimle ekmeğim var, onu ben yiyeyim senin sofranda. Ben başka şey yiyemem sofrada". "Haa anladım" demiş şeyhülislâm, "ben devletden maaş alıyorum, bunun içerisinde yetîm, yoksul hakları vardır, bir takım hukûk-ı ibâd vardır diye düşünüyorsunuz, size ben çiftliğimden getirdiğim, babamdan kalan çiftlikden getirmiş olduğum bir nimeti ikrâm edeceğim" demiş. Ses çıkarmamış Hazret, sofraya oturmuşlar. Şeyhülislam efendi, babasından kalan çiftliğinden getirmiş olduğu kuzuyu doldurmuş, kızartdırmış, getirmiş önüne, "Buyurun efendim" demiş, "kasem ediyorum ki bunun içinde devlet maaşı, devlet parası yokdur".

Kuzu geldi ortaya. "Buyrun lütfen" dedi şeyhülislam, "Vallâhi Efendi Hazretleri bu kuzu benim ceddimin çiftliğinden gelmişdir ve temiz elle pişirtmişimdir filan". "Hayır evlâdım, benim gördüğümü sen görmüyorsun, ben yiyemem bunu". "Yâhu niye yiyemiyorsun?" deyince "Bismillahirrahmânirrahîm" dedi, elini böyle kuzunun üzerine bir sürdü, kuzu bir kelb oldu, kokmuş kelb, içindeki pirinçler beyaz beyaz kurtçuklar oldu, kaynıyor böyle. Sonra tutdu eliyle böyle avuçladı, sıkdı. Sıkınca böyle, irinle kan damladı, yağ yerine. "Bu mu tereyağın?" dedi. "Bu mu kuzu etin, bu mu pirinçlerin?". Acaba anlatabildik mi?

Onun için kazancın helâl olmayınca, yemiş olduğun et, kuzu kıvırcık eti de olsa, domuz etinden daha berbat olur, ibâdullahın hakkıyla aldığın et. Onun için böyle haram yerse bir adam, Kurân'dan anlayamaz. Çünkü müttakî değildir. "يَٓا اَيُّهَا الرُّسُلُ كُلُوا مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ" Peygamberlere hitâb ama bize emir bu, "tayyibâtı yiyin, o vakit a'mâl-i sâliha işlersiniz". Namazdan zevk alırsın, oruçda gaşy olursun, zikrullahda kendinden geçersin. Ama zâhirde temiz et almışsın ama hakîkatde haramla almışsın, domuz etinden berbatdır. 

www.muzafferozak.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder