Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerine, Amerika'daki bir TV sohbetinde, "İlâhî aşkı nasıl tarîf edebiliriz?" diye bir soru sorulunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Bu, lisânla ifâdeye gelmez. Bazı şeyler vardır ki yirmi sekiz harfle ifâde olunmaz. Ne gibi? Sağıra âhenk olmaz, köre renk olmaz. Sen halka bunu anlatamazsın ki, kendin bilirsin. Meselâ gülün kokusunu tarîf edebilir misin? Bunun gibi. Yâhud balın lezzetini, ancak tadan bilir. Gülün kokusunu bilen bilir, tarîf edilmez ki.
Kul fânî olmak münâsebetiyle, Allah'ı sevemez. Ancak Cenâb-ı Hakk'ın varlığını kabûl etdikden sonra, O'nu zikrede ede ede, zikrede ede ve O'nun emirlerini seve seve yapa yapa, men etdiklerinden O'ndan çekinerek kaçına kaçına, o hâle gelir ki, Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetini üzerine celb eder. Allah kulunu sevdiği vakitde, onun kalbine kendi muhabbetini, aşkını verir, o da O'na âşık olur. Ama o münâsebetin ne olduğu, keyfiyyeti mechûl. Birkaç tâne kıssasını anlatabiliriz. Hakk'la konuşabilir. Hakk Teâlâ mekândan münezzeh olarak, keyfiyyeti mechûl olarak cemâlini ona gösterebilir. Nasıl olur, bilmiyorum, keyfiyyeti mechûl.
Sonra ilân eder onu, semâdaki bulunan meleklerine. Der ki, "Ben filanca kulu seviyorum, siz de sevin". Onlar severler. Sonra arddaki halka hitâb eder, "Ben filanca kulu seviyorum, siz de sevin". Hakk'ı sevenlerin hepsi onu severler. Başlar onun etrâfında halk dönmeye, ona hizmet etmeye. Ekmek, su, hava gibi olur o, bazı âşıklar için. Onu görmeyince, nasıl bir adam su içmeyince yaşayamaz, ekmek yemeden yaşayamaz, hava almadan yaşayamaz, onu görmeden yaşayamazlar.İşte bunlar hepsi, Cenâb-ı Hakk'ın sevgisinin işâretlerindendir. Halk arasında onu mahbûb eder yani sevgili yapar. Bazen kendisi de şaka yapar onunla, cilve yapar, nâz ve niyâz eder. Nasıl biz Cenâb-ı Hakk'a itâat ediyorsak, Allah da o kuluna itâat eder, ne isterse yapar, verir.
Öyle seviyorum bir Allah dostunu. O ölmeden önce ölmek isterim.
YanıtlaSil